Osmanlıdan Kalan Herşeye Düşmanlık

Osmanlıdan Kalan Herşeye Düşmanlık Önlenemez Hâl Alıyor

Osmanlıdan Kalan Herşeye Düşmanlık Önlenemez Hâl Alıyor

Prof. Dr. Halit Çal; "Türkiye Cumhuriyeti Devri Taşınmaz Eski Eser Tahribatı ve Sebepleri konulu tebliğinde, taşınmaz eski eser tahribatının kültürel nedenlerini şöyle izah etmektedir:

Cumhuriyet idaresinin yeni bir rejimle beraber yeni bir Türk Kül­türü de yaratmak istediği herkes tarafından kabul edilen bir husustur.Ziya Gökalp'in Türkçü fikirlerinden de etkilenerek Atatürk zamanındabu kültürün kaynağı önce Orta Asya'da arandı. Yüzyıllardır savaşmak­tan yorgun düşmüş Anadolu insanına yeni bir dinamizm kazandırma isteği, geçmişte başarılan büyük işlerin yine bu millet tarafından ger­çekleştirilebileceği fikrini canlandırmaya, yönelmekteydi. Güneş Dil Teorisi ve eski Anadolu medeniyetlerini yaratanların Türk olduğu düşün­cesi gibi büyük iddialar ortaya atılmıştı. Atatürk'ün bizzat ilgilenerek büyük bir gelişme yapmasını sağladığı kazıların temelinde bu düşünce yatmaktadır. Nitekim devrin yayınlarında da Hititler'in öz be öz Türk oldukları kabul edilmektedir . O devri yaşayan Remzi Oğuz Arık da Türk arkeolojisinin temelinde Türk milliyetçiliği ruhunun yattığını ifade etmektedir.Tabiatıyla sahip çıkılmak istenen bu büyük mirasın içinde, yerine henüz geçtikleri Osmanlının payı yoktu .

Herhangi bir ülkedeki bir rejimin yerini aldığı rejim ile bağlarını koparmak istemesi normaldir.Ancak özellikle taşra idarecilerinde bu kopma çok yanlış anlaşılmış ve iş, imar hevesiyle de birleşerek Osmanlıdan kalan her şeye düşmanlık havasına sokulmuştur. I. Dünya Savaşında bilhassa Çanakkale savaşın­da Türk aydının büyük kısmı şehit düşmüştür. Cumhuriyet rejimi buyüzden nispeten eğitim seviyesi daha düşük bir kesim ile işe başlamak durumunda kalmıştır. Bunun da etkisiyle Osmanlı düşmanlığı konusun­da kraldan çok kralcı kesilen taşradaki bir kısım idareciler çok büyük olduğu ifade edilen bir tahribat kampanyasına giriştiler.

Hükümet ancak Atatürk'ün 1933 yılında bu eserlerin korunması hakkındaki Konya'dan çektiği telgraftan sonra bu işle ilgilenmeye başlamıştır.31.1.1934 tarih ve 6 / 370 sayılı Başvekalet genelgesiyle, imar hevesi yüzünden eski eserlerin yıktırıldığının görüldüğü belirtilerek, bundan sonra Maarif Vekaleti'ne sorulmadan hiç bir eserin yıktırılmaması isten­miştir .3.10.1935 gün ve 6/ 5548 sayılı Başvekalet genelgesiyle, illerde ida­recilerin ve belediye başkanlarının vakıf eserleri haraptır diye çabucak yıktıklarının öğrenildiği, bu hareketi yapanların ağır mesuliyet altına girecekleri belirtilmiştir .

Ancak bu tehditkâr genelge bile taşradaki idarecileri durduramamış olmalıdır ki Başvekaletin 10.4.1936 tarihli bir genelgesi ile askerler tarafından kullanılırken eski eser niteliği taşı­dıkları için Milli Savunma Bakanlığından alınan fakat bu defa Valili konayı ile Ziraat Bankasına buğday ambarı yapılmak üzere verilen Diyar­bakır Hüsreviye ve Behramiye Camilerinin boşaltılması ve Vakıflar Ge­nel Müdürlüğü'nün onayı alınmadan vakıf eserlerin ve diğer idarelere ait eserlerin amaçları dışında kullanamamaları son defa istenilir .Son olarak 12.3.1940 tarihli Başbakanlık genelgesiyle İmar Yapı ve Yollar Kanunu'na dayanarak belediyelerin vakıf eserlerin arsalarını parasız istimlak ettikleri, bazı belediyelerce de arsasını istimlâk etmekiçin önce üzerindeki sağlam binayı haraptır diye yıktıklarının görüldü­ğü, bu gibi emrivakilere meydan verilmemesi bildirilir .idarecilerin anlayışına bir örnek olarak tuğra ve kitabelerin başına gelenler gösterilebilir.

Bir Başbakanlık genelgesiyle, üzerindeki Osmanlı saltanat alameti olan tuğra ve kitabelerin sökülmesinden sonra bu bina­ların kullanılabileceği belirtilip, eğer bunların sökülmesi binaya zarar verir ise üzerlerinin sıvanması veya herhangi bir şeyle kapatılması iste­nir, îşgüzar idarecilerimiz bu genelgeyi alınca kitabeyi veya tuğrayı ta­mamen kazıyarak meseleyi kökten halletmişlerdir. Bizim Safranbolueski hükümet konağında bizzat gördüğümüz uygulamanın pek çok ör­nekleri olduğu bilinmektedir.

İncelediğim olası tüm makaleler, eserlerdeki kayıtlar, bu millî »rezalet yasasının meydana getirdiği yıkıntıdan şikayette yakınmakta, feryat etmekte, ancak dünyada benzeri bulunmayan bu felaketin planlayıcısının adından ve kim olduğundan sadece bir tebliğde bahsedilmektedir.

Ayrıca üzerinden bunca sene geçmiş olmasına rağmen, eleştiriler hep yakınma düzeyinde kalmış, icraata geçilerek tahrip edilmiş Osmanlı devlet armalarının, tuğraların ve kitâbelerin onarılması gibi bir teşebbüs de benim tespit edebildiğim kadarıyla - Kapalıçarşı Nuruosmaniye kapısı üstündeki Sâmi Efendiye ait tamir kitâbesi ve Bâbıâli'nin tuğralarının TTOK tarafından yeniden yaptırılması dışında- görülmemiştir

Haliyle artık yakınmalar bitirilerek, tahrip edilmiş olan Osmanlı devlet armaları, tuğraları ve kitâbeleri aslına uygun şekilde işlenerek yerlerine konulmalı, örtülmüş olanlar onarılarak gün ışığına çıkartılmalı ve bu ayıp tarihin sayfalarına gömülmelidir.

1057 sayılı kanunla gelen kültür ve tarih tahribatı bir makale hudutları içinde kalabilirdi ve amaç bunca ayrıntılara girilmeden anlatılabilirdi. Ancak o zamanki imkanları ve imkansızlıkları belgeleriyle ortaya koymak, yeni bir devletin ortaya çıkışı sırasındaki gerçeklerden örnekler vermek, nedenleri kıyaslamak açısından gereklidir.

Bu bakımdan bir eleştiri meraklısının ortaya çıkıp söz, "gereksiz şekilde uzatılmış” demesine karşın, neden bunca emeğin sar-fedildiğini insaf ile anlasın isterim!

 

EK;Tahribatın Boyutları

Cumhuriyet Devrinde eski eser tahribi ve yıkımı konusundan ya­yınlarda epeyce bahsedilmektedir. Ancak bunlardan sadece dört tanesibazıları belli bir zaman dilimini ele almakla birlikte- konuyu toplu ola­rak ele almakta ve somut örnekler vermektedir. Biz bu dört yayını ve Osmanlı Devletinin Yavuz Sultan Selim devri sonuna kadar bütün eser­lerini toplu olarak ele alan E.H. Ayverdi ve A. Yüksel'in eserlerini ta­radık, mükerrer olanlarını eledik ve bir eski eser tahribi ve yıkımı lis­tesi oluşturmaya çalıştık.

Şüphesiz tek tek bütün yayınların taranmasıyla daha sağlıklı bir liste oluşturulabilir. Ancak zaman darlığı yüzün­den ve tahribatın büyük kısmı taradığımız eserlerde olduğu için bu ay-rıntılı çalışma yapılamamıştır. Bu listenin yanı sıra bir de Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü (EEMGM) Anıtlar Şubesi arşivi tamamen taranmış ve yayınlarda bulunmayan örnekler bir üste halinde hazırlan­mıştır. Ayrıca arşivden kötü restorasyon yüzünden zarar gören eserlere ait bilgiler de toplanmıştır.Yayınlardan elde edilen liste şöyledir:

Kaynaklardan Tespit Edilebilen Eski Eser Yıkım ve TahriplerininYdlara Göre Dökümü:


1922 yılında 1 mektep -yıkım-1 2 ,

1923 yılında iki hamam -yıkım-1 31930'da 1 hamam -yıkım-1 4 ,

1932'de 2 hamam -yıkım-1 5 ,

1934'de 1 medrese -yıkım-1 6 ,

1937'de 2 cami, 1 saray tiyatrosu, İ saray ahırı-yıkım-1 7 ,

1938'de 1 cami ihata duvarı -tahrip-1 8 ,

1940'da 2 cami, 1 medrese -yıkım-1 9 ,

1941'de 2 cami -yıkım-, 1 cami -tahribat-20,

1942'de 1 cami -yıkım-2 1 ,

1943'de 1 mescit yıkım-2 2 ,

1944'de 1 cami, 1 hamam-yıkım-2 3 ,

1948'de 1 saray -tahrip-2 4 ,

1949'da 1 mescit -yıkım-2 5 ,

1950'de 2 cami -yıkım-2 6 ,

1953'de 1 cami, 1 külliye -tahrip-2 7 ,

1956'da 5 cami,5 mescit, 3 türbe, 2 kabir, 1 kışla, 1 çarşı, 2 zaviye, 2 sebil, 2 dergâh, Vesaire", ,

1957'de 5 mescit, 3 cami, 1 cami haziresi, 1 camimeşrutası, 5 çeşme, 2 sebil, 1 su terazisi, 1 karakol, 3 hamam, 2 medrese,1 medrese haziresi, 1 tekke, 2 mezar, 1 kütüphane, 1 mektep. 1 mektephaznesi, 1 Uman, 1 hazire -yıkım-, 1 cami, 1 sebil, 1 kütüphane, 2 han,1 idari yapı -tahrip-29 ,

1958'de 5 cami, 1 türbe, 1 mescit, 1 mektep, 1kışla -yıkım-, 1 cami, 1 sur, 1 sebil, -tahrip-3 0 ,

1959'da 1 cami -tahrip-3 1 ,

1960'da 1 cami -tahrip-3 2 ,

1962'de 1 han -yıkım-3 3 ,

1964'de 1 türbe -tah­rip-3 4 ,

1965'de 1 çeşme -tahrip-3 5 ,

1968'de 1 mescit, 1 han -yıkım-3 6 .

Bunlardan başka 4 cami, 1 mescit, 4 hamam, 2 türbe, 1 imaret 1 kütüphane, 1 idari yapı, 4 tekke, 2 medrese, 10 çeşme yıkımının; 1 mescit, 1 tekke, 1 cami, 1 hamam tahribinin tarihi tespit edilememiştir.

Bu döküm sonucunda 123 eserin yıkıldığı, 21 eserin ise tahrip edil­diği anlaşılmaktadır. Bunlardan başka Vakıflar Genel Müdürlüğü'nünde ilk yıllarda eski eser niteliği taşıyan çok sayıda vakıf eseri haraptırdiye ya kendisini ya da arsasını şahıslara sattığı bilinmektedir. Aşağıda sadece Edirne için vereceğimiz rakamlar ürkütücüdür ve meselenin bü­yüklüğünü ortaya koymaktadır

Satılan Cami: 37 Enkazı Satılan Cami: 6 Avlu Duvarının Taşları Satılan Cami colonthree ifade simgesi Minaresi Satılan Cami:1 Pencere Çerçeveleri Satılan Cami: 1 Arsası Satılan Cami

Satılan Mescitler: 15 Enkazı Satılan Mescit: 2

Avlu Duvar Taşları Satılan Mescit:1

Arsası Satılan Mescit:7

Satılan Tekke: 11

Enkazı Satılan Tekke:1

Arsası Satılan Tekke:1

Satılan Türbe:1

Satılan Su Haznesi:1 Yok Edilen Cami:3

Yok Edilen Mescit: 2

Yok Edilen Türbe:4

Yok Edilen Mektep:1

Yok Edilen Mezarlık: 56

Kaynaklar;

Vakıflar Dergisi, 8. Sayı, 328-334. s.; S. Eyice., "İstanbul'un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri", Tarih Dergisi, 26. S., 129-164. s.; S. Eyice., "İstanbul'un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri", Tarih Dergisi, 27. Sayı, 133-178. s.12- B. Ünsal., a.g.m., 10. s.13- S. Eyice., a.g.m., 163. s. S. Eyice'nin ikisi de Tarih Dergisinde yayınlanan iki makale­sinden 26. Sayıdaki a.g.m. I, 27. Sayıdaki makale a.g.m. II olarak kullanılacaktır.14- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinin İlk Devri, 207 s.15- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, 3. C. 132. s.; A. Yüksel., OsmanlıMimarisinde I I . Bayezid ve Yavuz Selim Devri, 82. s.16- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve I I . Murat Devri, 118. ».17- S. Eyice., a.g.m. I, 133, 135. s.; B. Ünsal., a.g.m., 57. s.18- B. Ünsal., a.g.m., 42. s.19- E.H. Ayverdi.,'Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, 4. C. 887.s., Osmanlı Mimarisinin İlkDevri, 549. s.20- S. Eyice., a.g.m., I, 147. s.; B. Unsal., a.g.m., 26. s.21- S. Eyice., a.g.m., .26. sayı, 133. s.22- B. Ünsal., a.g.m., 24. s.23- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, 4. C. 591. s.24- B. Ünsal., a.g.m.,25- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinin İlk Devri, 398. s.26- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, 3. C. 341. e.; B. Ünsal., a.g.m. 11. s.27- B. Ünsal., a.g.m., 11, 37. s. 356 HALİT 1 çeşme -yıkım-2 8
21 28- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, 3. C. 321, 410, 481, 500, 515. s.; 4.C. 548, 554, 662, 757, 762. s.; F. Ayanoğlu., a.g.m., 329-334. s.29- E.H. Ayverdi.,.Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, 3. C. 412,474. s.; A. Yüksel., a.g.e.,224, 431. S.: B. ünsal., a.g.m., 10. 13, 17, 18, 27, 30, 31, 37, 40, 50, 51, 52, 54, 55,57,60. s.30- B. Ünsal., a.g.m., 18-49. s.31- F. Ayanoğlu., a.g.m.32- A. Yüksel., a.g.e.; 249. s.33- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, 4. C. 590. s.34- B. Ünsal., a.g.m.35- B. Ünsal., a.g.m.36- B. Ünsal., a.g.m.37- E.H. Ayverdi., Osmanlı Mimarisinin İlk Devri, 303, 461. s.; Osmanlı Mimarisinde FatihDevri, 3. C. 48. s.; F. Ayanoğlu., a.g.m., 332. s.; B. Ünsal., a.g.m., 12-46. s..38- R.M. Meriç., "Edirne'nin Tarihi Ve Mimari Eserleri Hakkında", Türk Sanatı TarihiAraştırma Ve İncelemeleri, I. C. 439-536. s.

[5]
Devamını Oku »

Saklı Tuğra

sultan Abdulaziz tugrasi

Birkaç hafta önce, kendimi ayaklarımın emrine verip aylaklık ettiğimden söz etmiştim. Bazı dostlarım bu yazıdan çok hoşlanmış ve benim yaptığım gibi çıkıp çoktandır yollarının düşmediği bazı cadde ve sokaklarda keyiflerince yürümüşler.

Böyle yürüyüşler hem çok dinlendiricidir, hem de zihninizin daha hızlı çalışmasını sağlar; evinize kafanızda yeni sorularla, hatta şaşırtıcı keşiflerle dönebilirsiniz. Ben, o gün, Bayezid Medresesi'nin önünde, rahmetli Turgut Cansever'in projesinin bir parçası olan o güzel dikdörtgen havuzun yanındaki çay bahçesinde çay içerken, zihnimde Üniversite kapısıyla ilgili bazı sorular belirmişti.

Aslında Harbiye Nezareti kapısı olan bu kapının üzerindeki kitabede Fetih ve Zafer ayetleriyle "Daire-i Umûr-ı Askeriye" ibaresi yazılıdır. Hemen üstünde de Sultan Abdülaziz tuğrası yer alır. 1927 yılında Osmanlı eserlerinde birçok kitabenin ve tuğranın kazınarak yok edilmesine yol açan "Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde bulunan bütün mebânî-i res­miyye ve milliyye üzerindeki tuğra ve methiyelerin kaldırılması hakkında kanun" çıktığında bu tuğra ve kitabe mermer bloklarla kapatılmıştı. Birinci soru: Niçin mesela Cevri Kalfa Mektebi'ninki gibi kazınmadı? İkinci soru: Kitabenin üzerindeki mermer bloklar daha sonra kim tarafından, nasıl kaldırıldı? Ve üçüncü soru: Tuğranın üzeri niçin hâlâ kapalı?

Aslında "Bir Aylaklık Hikâyesi" yazısının devamı olmak üzere, bu soruların cevaplarını yazmaya niyetlenmiş, fakat araya daha âcil konular girince ertelemek zorunda kalmıştım. Tabii ilk işim, böyle konularda bilgilerine sık sık başvurduğum M. Uğur Derman ve Aykut Kazancıgil Beyleri aramak ve birçok kaynağa göz atmak olmuştu.

Soruların cevaplarına geçmeden önce, Üniversite kapısının üzerindeki kitabe hakkında Uğur Bey'in anlattığı anekdotu paylaşmak istiyorum.

Bilindiği gibi, İstanbul Üniversitesi kapısı olarak bilinen âbidevi kapı, aslında Harbiye Nezareti'nin kapısıdır. Tuğra ve kitabesi on dokuzuncu yüzyılın büyük hattatlarından Mehmed Şefik Bey'in imzasını taşır. Rivayete göre, Abdülaziz, Harbiye Nezareti'nin bir an önce açılmasını emredince hemen hazırlıklara başlanıp eksiklikler belirlenmiş. Bu eksikliklerden biri de henüz sipariş edilmeyen kitabeymiş. Tavsiye üzerine Mehmed Şefik Bey'e müracaat edilmiş ve kendisiyle altmış altına anlaşma yapılmış. Hemen işe koyulan üstad yazıyı önce küçük ebatta yazmış, daha sonra kareleme usulüyle gerekli ölçüde büyüttüğü yazı talebeleri tarafından iğnelenerek kalıp haline getirilmiş ve mermere uygulanmış. Bütün bu işleri altı saatte tamamlayan büyük sanatkârı bir sürpriz bekliyormuş: Anlaşma yaptığı erkân-ı harp yüzbaşısı, emeğinin karşılığını ödemeye yanaşmamış; çünkü kendisi altı lira maaş alıyor, altı saat çalışan bir hattata altmış altın ödenmesini haksızlık olarak görüyormuş. Durumu çıraklarından öğrenen Şefik Bey, yüzbaşıya şu haberi göndermiş:

"Bu yazı altı saatte değil, altmış senede yazılmıştır. Kendilerine altı gün değil, altı hafta, altı ay da değil, tam altı sene mühlet veriyorum. Bu müddet içinde, bu yazının bir harfini yazabilirse, istediğim paranın altı mislini kendilerine hediye olarak veririm."

Üniversite kapısındaki kitabe, Mehmed Şefik Efendi'nin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Söz konusu kanun çıktığında kazınmaktan nasıl kurtulduğuna gelince: O tarihte Darülfünun Emini, yani rektör olan İsmail Hakkı Bey (Baltacıoğlu) aynı zamanda çok iyi bir hattattı ve Mehmed Şefik Bey'in eserinin değerini bildiği için üzerini kapattırmakla yetinmişti.

1933 yılında Darülfünun ilga edilip yerine İstanbul Üniversitesi kurulunca, kitabenin "Dâire-i Umûr-ı Askeriyye" ibaresinin bulunduğu orta kısmındaki mermerin üzerine yeni harflerle "İstanbul Üniversitesi", Abdülaziz tuğrasının bulunduğu madalyonu kapatan mermere de T.C. harfleri hakkedildi. Kapının 1933 yılından sonra on altı yıl boyunca çekilen fotoğraflarında bu mermer bloklar beyaz lekeler halinde görünmektedir. 1949 yılında, rahmetli Süheyl Ünver'in yazdığı bir mektup üzerine, o tarihte rektör olan Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, kitabenin üzerindeki mermerleri söktürmüş, fakat tuğranın üzerindekini kaldırtmaya cesaret edememiştir.

Evet, Beyazıt'taki Üniversite kapısının üzerinde, dairevî mermer parçasının altında, büyük bir Türk hattatının seçkin bir eseri gün ışığına çıkarılmayı beklemektedir. Tuğranın sahibi Sultan Abdülaziz hortlayıp saltanat dâvâsına kalkışmayacağına ve kıyamet kopmayacağına göre, bu tuğrayı daha fazla saklı tutmanın ne mânâsı var?

Kendi tarihimizden ve kültürümüzden niçin bu kadar korkuyoruz?

Kaynak:

Beşir Ayvazoğlu
Devamını Oku »

Eski Mebuslardan Ekrem Rize'nin Osmanlı Düşmanlığı

Eski Mebuslardan Ekrem Rize'nin Osmanlı Düşmanlığı...Zira bir Türk imparatorluğunu yıkan düşmanlardan sonra, bunca asırlık kışlaları, okulları, vilayet binaları, tersaneleri, çeşmeleri, türbeleri, sebilleri, resmî binaları, bakanlık binaları başta olmak üzere, bu binaların sanatsal birer tarih belgesi, ait olduğu devrin kültürünün hatırası olan kitâbelerini, tuğralarıyla birlikte kazıtmak gafilliği, başka hiçbir devlet tarihinde görülmemiştir. Ve hatta üzerinde kitâbeler yer alan bu eserler arasında sütun başlıkları, sütun gövdeleri, kaideler, taş küpler, su tekneleri, kurnalar, kapı lünetleri gibi değişik mimari unsurlar da bulunmaktadır.»

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin asker mebuslarından Ekrem Rize, Osmanlı’dan kalan ne kadar millî ve resmî bina var ise, tüm tuğra ve kitâbelerinin kaldırılması için ısrar ederken bunlar hakkında nefretle konuşmayı da ihmal etmemiştir.

Osman Öndeş,Vurun Osmanlıya
Devamını Oku »

Lozan'a Gelince; Bunda Bayram Yapılacak Bir Şey Yoktu!

Lozan'a Gelince; Bunda Bayram Yapılacak Bir Şey Yoktu!Lozan'a Gelince; Bunda Bayram Yapılacak Bir Şey Yoktu!

Başlıktaki bu cümle aynen Ekrem Rize’ye aittir ve şöyle demektedir:
Lozan’a gelince; bunda bayram yapılacak hiçbir şey yoktu!
Ordusu mahvolmuş bir Yunanistan her şeye sahipti. Hatta demiryolumuzun geçtiği topraklan bile bu mağlup Yunanistan elimizden almıştı. Her sene döviz verdiğimiz demiryolumuz Yunan topraklarından geçiyordu ve Yunanistan bir tazminat dahi vermemişti.

Aynı şekilde Güney hududumuz da aleyhimize çizilmişti. Lozan’da Musul Meselesi de müzakere edilmemişti.

Millî Mücadele’de Misak-ı Millîye’ye dahil olan Musul Vilayeti’ni Îngilizler, Milli Mücadelemden sonra bir taraftan o zamanki Londra sefirimiz olan Yusuf Kemal Bey’e, İngiliz Orta Şark Petrolleri Şirketi İdare Meclisi Başkanı Lord Imberfort'u göstererek, Musul ilini petroller taksim edilmek şartıyla Türkiye’ye iadeyi teklif ederken (ki, Yusuf Kemal Bey bu önemli teklifi bir raporla ve İngiliz postasına güvenmeyerek Fransa’dan Ankara’ya göndermişti) diğer taraftan, Lozan müzakeresinde de îngilizler, Doğu İşleri Müdürü Mr. Williams ve Lord Edward Grey vasıtasıyla konferansın Genel Kâtibi Reşit Saffet (Atabinen) Bey’e, Baş Murahhas İsmet (İnönü) Bey’e verilmek üzere şöyle bir teklif yapmışlardı: "Musul hariç, petrollerin %49’u bize verilmek ve Kerkük, Erbil, Süleymaniye yani Musul vilayeti bize iade edilmek üzere...” bu teklife rağmen, Türk Başmurahhasının bundan istifade edemediğini gören îngilizler, siyasî bir manevra ile Musul işini ileride görüşmek üzere Lozan Konferansından çıkartarak, onu konferans harici bırakmak başarısını göstermişlerdi. 1925 yıllarına doğru Ankara’ya gönderdikleri Mr. Lyndzie vasıtasıyla Musul meselesini (nasıl olduğu bilinmez) aleyhimize neticelendirmişlerdi.

Londra Sefiri Yusuf Kemal Bey’in Ankara’ya gönderdiği rapor çin Lord Imberfort, Yusuf Kemal Bey’in Londra’dan ayrılmasından sonra sefaret işlerine bakan Hikmet Bayur Bey’e herhangi bir cevabın gelip gelmediğini sorduğunda, hiçbir cevabın gelmediğini öğrenmişti.

Ekrem Rize’nin "Lozan’a gelince; bunda bayram yapılacak hiçbir şey yoktu.” sözünün ardından anlattıkları gerekçelerin tamamı bunlar!

Yine Ekrem Rize, Milli Şef İsmet İnönü’nün bizzat saptadığı mebus adaylarının peşinen mebus olarak atandıklarını belirterek şöyle diyordu:

Muayyen kimselerin rey vermesi bir formaliteden ibaretti. Bu iş seçim değil, bir tayindi. Millî Şef, TBMM sandalyelerine keyfinin istediği kimseleri tayin ediyordu. Bunlar da güya Millî Şefi, cumhurbaşkanı seçiyorlardı.

Millî Şef İnönü’nün huzurunda ayakta dimdik saf tutan Meclis içinde? eski Terakkiperver Partisi ileri gelenlerinden Kâzım Karabekir Paşa (Parti Başkanı), Ali Fuat Paşa, (Sadece Cafer Tayyar Paşa hariç, Çanakkale’de uyguladığı savunma tekniği ile bütün birliklere örnek olan general, bu sahte mebusluğu kabul etmemişti.) Rauf Orbay, Celâl Bayar, Adnan Menderes, eski İttihatçılar’dan Hüseyin Cahid Yalçın, Halil Menteşe, hukukçular, profesörler de bulunuyordu.

Bunların hepsi bu CHP nizamnamesinin Şef e itaat ve bağlılık hükmünü imza ederek bu milletvekilliği mevkiine, Millî Şef’in lütfü ile tayin edilmişlerdi.

Osman Öndeş , Vurun Osmanlı'ya
Devamını Oku »

Okmeydanı Yok meydanı Oldu!

Okmeydanı Yokmeydanı Oldu!

Osmanlı Devri kültür ve tarih mirası eserleri, bilhassa kentsel göçlerin arttığı son yıllarda giderek daha da ağır tahribata  kalmışlardır. Belediyeler yolları onarırken nice Osmanlı Devrin İstanbul çeşmesini recm yaparcasına toprağa gömmüştür. Bu eserler ise hazine arazilerini işgal edenler tarafından dökülen çöplerin altında yok olmuşlardır.

Tophane Müşirliği, Taksim Kışlası gibi nice anıtsal eser, kimi yol geçecek diye, kimi pervasız yöneticilerin kararıyla yıkılıp yok edilmiş, bölünmüştür.

En içler acı örneklerden biri Tophane Müşirliği’nin günümüzdeki halidir. Düşünüldüğünde böylesine bir külliye, Osmanlı İmparatorluğu’nun silah üretim fabrikası olduğundan, günümüze kadar korunması halinde, benzersiz bir müze olarak teşhir edilebileceği görülecekti. Değil mi ki, saat kulesi Salı pazarı Ambarları sınırlarına hapsedilmiş ve senelerce liman işçilerinin helası olarak kullanılmıştır. Halen de perişanlığı sürmektedir.

Osmanlı devrinden kalan ne kadar millî ve resmî kültür ve tarih mirası eser varsa, devlet ilgisizliği ile cehaletin eline düşmüştür. Özellikle İstanbul’un iş göçlerle işgale uğraması yıllarında korunmaya alınmamış, tahrip edilmelerine yöneticiler tarafından aldırış edilmemiştir.

Böyle olduğundan dolayı Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesi olan koskoca Okmeydanı kaçak kondularla kaplanırken, her biri bir tarih ve sanat eseri olan nişan taşları ve menzil taşlan kaçak konduların duvarları içinde kaderlerine terk edilmiş, kimileri kırılıp parçalanmış, kimileri giderek apartmanlaşan konduların balkon duvarına destek olmuş ve koskoca bir tarih yok edilmiştir.

Prof. Dr. Halit Çal, Osmanlı hukuk sistemi içinde Asar-ı Atika Nizamnamelerine kadar taşınmaz eski eserlerle ilgili tek hükmün 9.8.1958 tarihli Ceza Kanunnamesinin 33. maddesi olduğunu işaret eder. Bu maddede: "hayrat-1 şerife ve tezyinat-1 beldeden olan ebnia ve asar-ı mevzuayı hedm ve tahrib veyahud bazı mahalleri kırıp rahnedar edenlerin” cezalandırılacağı hükmü

Prof Dr. Halit Çal'ın mezkûr tebliğinde belirttiği üzere; Osmanlı Devletinin genel çöküşüne paralel olarak vakıf kurallarında da bozulmalar, vakıf gelirlerinde azalmalar olunca, vakıf eserler de harap olmaya başlamıştır. Yüzyılımızın başında Mimar Kemaleddin’in onarım hamlesi nisbî bir ferahlama sağlamışsa da uzun ömürlü olmamış, eserler yok olmaya devam etmiştir. Bu genel çöküşten idareciler de nasibini almışlardır. Gülhane Parkı nın surlarının bir kısmının yıktırılması veya benzerleri çoktur diye Ayasofya’nın yakınındaki Mimar Sinan tarafından yaptırılan hamamın yıktırılması gibi düşünceler ileri sürülmektedir. Onarımları da iyi yaptırılmamaktadır. Muhafaza-i Âbidât Encümen-i Daimîsi nin tespitlerine göre Topkapı Sarayı onarımlarında tahribatta bulunulmuş; mesela kullanılmıyor diye bir hamamın çinileri sökülmüş, sarayın diğer kısımlarında kullanılmıştır.

İstanbul’da bilhassa Cemil Topuzlu Paşa’nın şehreminligi sırasında çok sayıda eski eserin imar hevesiyle yıktırıldığı bilinmektedir.

Tüm bu tahribatlar; yönetimlerin veya halkın sığ kalan kültür düzeylerinden ileri gelmiştir. Hiçbirinde Osmanlı imparatorluğu gibi millî bir maziyi silip atmak gibi bir çağrışım bulunmamaktadır.

Rize Mebusu Ekrem Rize’nin verdiği önerge bu bakımdan diğerlerinden ayrılmakta, millet ve devlet olarak Osmanlı imparatorluğundan oluşan mazimizi kanun çıkartarak, çekiç ve keski darbeleriyle kazıtmaya kadar uzanan bir cüreti gerçekleştirmeye gitmektedir. Zaten bu saldırının sonucu, 1057 sayılı kanun olmuştur.

Cumhuriyetsin ilk yıllarında maruz bulunduğu yokluklar, sıkıntılar yanında, eğitilmiş insan kaynaklarının yetersizliğiOsmanlı Devletinin genel çöküşüne paralel olarak Vâkıf kurallarında da bozulmalar, vakıf gelirlerinde azalmalar olunca, vakıf eaerler de harap olmaya başlamıştır. Yüzyılımızın başında Mimar kemaleddin'in onarım hamlesi nisbî bir ferahlama sağlamışa da uzun ömürlü olmamış, eserler yok olmaya devam etmiştir. Bu genel çöküşten idareciler de nasibini almışlardır. Gülhane Parkı’nm surlarının bir kısmının yıktırılması veya benzerleri çoktur diye Ayasofya’nın yakınındaki Mimar Sinan tarafından yaptırılan hamamın yıktırılması gibi düşünceler ileri sürülmektedir. Ona rinaları da iyi yaptırılmamaktadır. Muhafaza-i Âbidât Encümen-i Daimîsi’nin tespitlerine göre Topkapı Sarayı onarımlarında tahribatta bulunulmuş; mesela kullanılmıyor diye bir hamamın çinileri sökülmüş, sarayın diğer kısımlarında kullanılmıştır.

İstanbul’da bilhassa Cemil Topuzlu Paşa’nın şehremin-ligi sırasında çok sayıda eski eserin imar hevesiyle yıktınldıgı bilinmektedir.

Tüm bu tahribatlar; yönetimlerin veya halkın sığ; kalan kültür düzeylerinden ileri gelmiştir. Hiçbirinde Osmanlı İmparatorluğu gibi milli bir maziyi silip atmak gibi bir çağrışım bulunmamaktadır.
Rize Mebusu Ekrem Rize'nin verdiği önerge bu bakımdan diğerlerinden ayrılmakta, millet ve devlet olarak Osmanlı İmparatorluğundan oluşan mazimizi kanun çıkartarak, çekiç ve keski darbeleriyle kazıtmaya kadar uzanan bir cüreti gerçekleştirmeye gitmektedir. Zaten bu kaldırtnın sonucu, 1057 sayılı kanun olmuştur

Cumhuriyetin ilk yıllarında maruz bulunduğu yokluklar, sıkıntılar yanında, eğitilmiş insan kaynaklarının yetersizliği dikkate alındığında, genç Türkiye’nin nasıl ağır bir mücadele verdiği görülecektir.

Böyle olunca da, bunca zorluklar arasından sıyrılıp, ille de "Osmanlı devrinden kalan millî ve resmî binalardaki tuğraları ve kitâbeleri kaldırın, örtün, yok edin!” diye boy gösteren Ekrem Rize’nin bu kahredici başarısını anlatmaya başlamadan, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin yokluklardan sadece birkaç örneği. TBMM Toplantı Tutanaklarından alarak karşılaştırma yapılsın diye nakledeceğim.

Osman Öndeş,Vurun Osmanlı'ya
Devamını Oku »

Tarihi Silmek

Tarihi SilmekProf. Dr. Süleyman Berk de, "Tarihi silmek” ve "İstanbul Açıkhava Hat Müzesi (İstanbul Kitâbelerinden Seçmeler) ” başlıklı makalelerinde şöyle demektedir:
İstanbul’un önemli meydanlarından Beyazıt Meydanı’nda bulunan,eskinin Bâb-ı Seraskerî’si, şimdinin İstanbul Üniversitesi ana giriş kapısı üzerindeki celî sülüs hatla yazılmış, “Dâire-i Umûr-ı Askeriye” (askeri işler dairesi) ve bu yazının iki yanında Feth sûresinin ilk âyetleri, altından geçen binlerce öğrenci ve öğretim üyesini, bütün heybetiyle selâmlamaktadır. Osmanlı’nın önemli hattatı Mehmed Şefik Bey’e (1820-1880)16 ait olan bu anıt yazılar, bir insan boyu olan elifleri ile gerçekten dikkat çekici güzellik ve özelliktedir. Bu yazıların üzeri, 1928’deki harf inkılâbından sonra mermer ile kapatılmış ancak, 1949 yılında kısmî ser- bestlik ortamında, Süheyl Ünver’in delâleti ile Rektör Sıddık Sami Onar tarafından açığa çıkarılmıştır. Sadece, T.C. rumuzunun altında Hattat Abdülfettah Efendi’ye ait Sultan Abdülaziz tuğrası kapalı kalmıştır ki bugün de kapalıdır. Tuğranın ortaya çıkarılması için yapılan birkaç girişim maalesef başarılı olamamıştır. Demek ki, o da vaktini beklemektedir.


Bu âbidevî kapının arka kısmında da Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin (1801- 1876) celî ta‘lik kitâbesi yer almaktadır. Üniversite bahçesinde- ki ünlü Beyazıt Yangın Kulesi’nin giriş kapısı üzerinde Yesârîzâde’nin celî ta‘lik kitâbesi, kimsenin dikkatini çekmiş midir acaba?


Beyazıt Camii’nin, meydana bakan kapıları üzerinde bulunan celî sülüs yazıları II. Bayezid döneminden günümüze gelebilmiş nâdir yazı örnekleridir. Caminin tak kapısı ile birlikte bu yazıları ünlü hattat Şeyh Hamdullah Efendi yazmıştır. Yalnız, kütüphane tarafında bulunan avlu kapısının dış kısmındaki celî sülüs yazı çok sonraları 1212’de (1797) Hattat Mustafa b. Mehmed tarafından yazılmıştır. Bu kitâbenin sol üst kısmında “Kebehû Mustafa b. Mehmed min telâmîzi Yamak Sâlih Efendi” şeklinde imza bulunmaktadır. Beyazıt Camii’nin kıble cihetinde bulunan hazîrenin, Çarşıkapı Meydanı’na bakan kısmında, duvara bitişik çeşmenin üzerinde Hattat Macit Ayral’ın celî sülüsle yazdığı, “Biz her şeyi sudan yarattık” mealindeki Enbiyâ sûresinin 30. âyeti, artık suyu akmayan çeşmenin insanlara mâna akıtan tek kaynağı olmuştur. Beyazıt’ta, Sahaflar Çarşısı’ndan çıkınca Kapalı Çarşı giriş kapısı üzerinde Hattat Sâmi imzalı, celî ta‘lik “el-Kâsibü habîbullah” (Çalışıp kazanan Allah’ın sevgili kuludur) yazısına göz atmamak mümkün müdür? Aynı çarşının Nuruosmaniye Kapısı üzerindeki kitâbe ve Osmanlı arması da mutlaka görülmesi gereken eserlerdendir. Buradaki celî ta‘lik kitâbe de Hattat Sâmi’nindir.


Çarşıkapı Meydanı’nın biraz ilerisinde, Çorlulu Ali Paşa Medresesi kapısı üzerinde mermere mahkûk, Türk ta‘lik yazısının önemli ismi Durmuşzâde Ahmed Efendi’ye (ö. 1129/ 1717)18 ait celî ta‘lik kitâbe, medresenin hazîresinde bulunan eski mezar taşı kitâbeleri ile uzanacak bir himmet eli beklemektedir

Osman Öndeş,Vurun Osmanlı'ya
Devamını Oku »

Tuğraları değil tarihi kazıdık

Tuğraları değil tarihi kazıdıkMurat Uçar Aksiyon dergisinde yer alan "Tuğraları Değil Tarihi Kazıdık” başlıklı makalesinde tarihimize yönelen bu saldırıyı su ifadelerle anlatıyor:

Bir süre önce Ecyad Kalesi'nin yıkılması üzerine resmi ve sivil kesimlerden yükselen tepkiler, tarihe mal olmuş yadigârları sahiplenmemiz konusunda olumlu işaretler veriyor. Ancak bu sahiplenmeyi kendi sınırlarımız içinde ne kadar gerçekleştirdik? Osmanlıdan kalan tuğra ve kitabeler bu konuda ilginç bir örnek.

Altı asır boyunca ayakta kalan Osmanlı Devleti, tarih sahnesinden çekilirken, geride üç kıtaya yayılmış oldukça geniş bir kültürel miras bıraktı. Ancak bulundukları bölgenin kültürüne ayrı bir değer katan bu eserler, Osmanlı yıkıldıktan sonra sahipsiz kaldı. Tükiye sınırları dışındaki Osmanlı kültürel mirası, bakımsızlık ya da Türk—İslam düşmanlığı nedeniyle yıkılırken, sınırlarımız içindeki eserlerin de iyi durumda olduğunu söylemek mümkün değil.

Kısa bir süre önce Suudi Arabistan yönetiminin Mekke'deki Ecyad Kalesi'ni yıkması, diğer ülkelerin Osmanlı eserlerine bakış açısını ortaya koymuştu. Oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı kültürel mirası Balkanlar'da da korunamadı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) etkisindeki Balkan ülkeleri, komünizm süresince Türk—İslam eserlerine hoşgörüyle bakmadılar. SSCB'nin yıkılmasından sonra ise bu bölgedeki Osmanlı camilerinin bazıları 'orijinal halleri kiliseydi' gerekçesiyle kiliseye çevrildi.

Osmanlı'nın doğal mirasçısı Türkiye, kendi sınırları dışındaki eserlere cılız bir sesle dahi olsa sahip çıkmaya çalışırken, acaba sınırlarımız içindeki eserlere yeterince sahip çıkabildik mi? Bu soruya olumlu cevap vermek ne yazık ki mümkün değil. Bizden önce gelenlerin hatırasını taşıyan Türkiye'de geçmişe karşı takındığımız bu olumsuz tavırla ilgili ilginç bir de örnek var. 1927 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen, Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde Bulunan Mebani—i Resmiye—i Milliye Üzerinde Tuğra ve Methiyelerin Kaldırılması'na dair 1057 nolu kanuna göre, tarihi binaların üzerindeki Osmanlı tuğralarının (arma) ve kitabelerinin sökülmesi ya da gizlenmesi kararlaştırıldı.

Halen yürürlükte olan kanun aslında resmi daireler üzerine yeni kurulan cumhuriyetin mührünün vurulmasını amaçlıyordu ve eski dönemden kalan kitabe ve tuğraların sanat değeri olanlarının müzeye kaldırılmalarını ya da zarar verilmeden üzerinin örtülmesini istiyordu. Kanun bu haliyle kendi içinde tutarlı görülebilir. Ancak uygulamada pek de öyle olmadı; her biri usta hattatların elinden çıkma, kıymetlerini maddi ölçülerle tespit etmek mümkün olmayan sayısız tuğra ve kitabe taş ustalarının çekiç ve keskilerine teslim edildi.

Rakım'ın nice tuğrası, Yesarizade'nin nice talik kitabesi kazınarak ortadan kaldırıldı.Kanun uyarınca kültür varlığı ve tarihin yadigârı olarak müzeye kaldırılması gereken sanat eserleri tarihten silindi. Eski binaların, çeşmelerin üzerinde sıklıkla rastladığımız kazınmış kitabe ve tuğra zeminleri, hep o dönemden kalma. Bu şekilde ortadan kaldırılan tuğraların en meşhurlarından birisi İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt'ta bulunan ünlü kapısının üzerindeki Osmanlı tuğrası. Şevki Bey'in bir şaheseri olan fetih ayetlerini ve 'Dâire—i Umur—ı Askeriye' yazısını tamamlayan bu tuğranın nerede olduğu bilinmiyor. Şimdi yerinde sonradan monte edilmiş T.C. yazısı bulunuyor.

Bu uygulamanın kurbanlarından biri de İstanbul—Taksim'deki Galatasaray Lisesi'nin kapısında bulunan muhteşem Osmanlı tuğrası. Yerinden sökülen orjinal tuğranın nerede ya da kimin koleksiyonunda olduğu bilinmiyor. Paha biçilmez bu tuğranın yerinde şimdi, rahmetli Ziyad Ebuzziya'nın girişimleriyle yapılan taklit bir tuğra bulunuyor.

Türkiye'nin sayılı hat ve sanat tarihi uzmanlarından Uğur Derman'a göre kaybolan simgelerin en önemlisi, Sultan Reşat tarafından Eyüp Sultan Semti'nde yaptırılan mektebin kapısındaki kitabe. Osmanlı Devletinin ünlü hattatlarından Hattat Vasfi tarafından yapılan kitabe, halen yürürlükte olan bu kanun bahane edilerek söküldü. Sökülen bu kitabenin de diğerleri gibi nerede olduğu bilinmiyor.

Uğur Derman hocaya göre, böyle bir uygulamanın benzerini başka bir ülkede bulmak güç.
"Dünyada bizden başka ülkelerde de yeni cumhuriyetler kurulmuş" diyen Derman, "Ama Ruslar, Dostoyeski'yi okumaktan vazgeçmemişler. Geçmişleriyle bağlarını bu kadar koparmamışlar" şeklinde konuşuyor.

Osmanlının hakimiyet mührü

Peki hakklarında sökülmelerine dair kanun çıkarılan bu simgeler ne ifade ediyor? Tuğra,tarihi kaynaklarda; ferman, menşur ve benzeri belgelerle padişahların nişan ya da alâmetleri olarak kullanılan işaretlere verilen isim olarak açıklanıyor. Bir tür imza, damga hatta Avrupa'da yaygın olarak kullanılan 'arma' yı karşılıyor.

Doç. Dr. Said Öztürk'e göre tuğra her ne kadar Osmanlı kültürü ile bütünleşse de, bilindiğinin aksine ilk olarak Selçuklular döneminde kullanılmaya başlanmış. Yani Osmanlı icadı değil. Ancak, tuğranın sanatsal değer kazanması Osmanlı ile olmuş. Öztürk, hepsi birbirine benzese de her Osmanlı padişahının ayrı ayrı tuğralarının olduğunu belirtiyor. Fatih Sultan Mehmet döneminde az da olsa bir standarda giren tuğraya zaman içinde biraz ululuk, biraz da kutsallık vasfı kazandırılmış.

Batılı tarihçiler ise tuğranın doğuşunu, biraz da Osmanlı Devletini küçümseme aracı olarak kullanıyorlar. Bu tezi savunan tarihçilere göre, cahil ve okuma—yazma bilmeyen Osmanlı padişahı Sultan I. Murat, bir uluslararası anlaşmaya, avucunu mürekkebe batırıp 'pençesi'ni vurarak imza atmış. Tuğra da bundan alınan ilhamdan sonra doğmuş.

Osmanlı tarihi konusunda hazırladığı esere Türkiye'de oldukça rağbet edilen, 19. yüzyılın ilk yarısının ünlü oryantalistlerinden Hammer de çalışmasında bu yanlışı tekrarlamış.
Ancak bu teze önce 1890'larda Ahmet Midhat karşı çıkmış; sonra da Profesör Fuat Köprülü Sultan Orhan zamanında tuğranın kullanılmış olduğunu bundan yetmiş yıl önce belgeleyerek yalanlamış.

Şu an armamız yok

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'nin kendi armasını yapmak için girişimler olmuş. Ancak bir türlü hayata geçirilemeyen bu proje kapsamında, 1927 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yarışma açılmış. Bir çok eserin katıldığı yarışmada Namık İsmail'in arması birincilik almış. Diğer tüm armalar gibi kalkan içerisinde bulunan armanın zemini kırmızıymış. Merkezinde Türk Bayrağını temsil eden ay yıldızın bulunduğu armanın alt kısmında Oğuz menkıbesini simgeleyen bir kurt resmi bulunuyormuş. Kurdun ayaklarının altında ise eski bir Türk silahı 'harbe' bulunuyormuş. Kalkanın altında bulunan İstiklal Madalyası ise harbi ve bunun neticesini muhafaza etmeyi simgeliyormuş. Başak ve meşe yapraklarıyla sarılı armanın ortasında ise Türkiye Cumhuriyeti'ni simgeleyen T.C harfleri varmış. Ancak Mustafa Kemal Atatürk'ün de çok istediği bu arma bir türlü resmi şekle
sokulamadı.

Osman Öndeş,Vurun Osmanlıya
Devamını Oku »

Hergün Binlerce Turistin Ziyaret Ettiği Kapalı Çarşı’nın Kitabesini Bile Yok Ettiler! |

Hergün Binlerce Turistin Ziyaret Ettiği Kapalı Çarşı’nın Kitabesini Bile Yok Ettiler! |Kapalıçarşı’nın temeli 1461 yılında atılmıştır. Dünyadaki en eski ve en büyük kapalı çarşılardan biri olarak devam etmektedir. Bayezıd istikâmetindeki kapısının üstünde "El-kâsib Habibullah” kitâbesi ve Sultan ikinci Abdülhamid Han’ın tuğrası, Nuruosmaniye Camii istikametindeki kapısının üstünde de yine bir kitâbe ve Osmanlı Devleti’nin arması mevcuttur. Sâmi Efendi’nin Kapalıçarşı’nın Sahaflar ve Nuruosmaniye kapılarındaki tâlik tamir kitâbeleri enâfisden eserlerdir. Prof. Uğur Derman’ın naklettiği üzere, vaktiyle kitâbeler kazındığından dolayı, hattat Necmeddin Okyay, elindeki eski kalıbı vererek aslına uygun biçimde yeniden taşçı Yusuf Küçükçavuş tarafından yapılmış ve yerine yerleştirilmiştir. Bu kitâbenin yapılışındaki güçlükler için 2. Bölüm’ün 3. dipnotuna bakılabilir. Ancak Osmanlı devlet arması çok ağır biçimde tahrip edildiğinden, böylesine yüksek sanat isteyen bir mermer çalışmasını yapacak bir usta bulunamamış ve öylece bırakılmıştır. Bunları tahrip etmek, yerlerinden sökmek, hangi hastalıklı zihnin eseri olmuştur?

Osman Öndeş,Vurun Osmanlı'ya
Devamını Oku »