Nuri Pakdil - Bağlanma (Kısa Notlar)


Büyük bir yalnızlık içindedir çağdaş insan = (Çünkü unut­tuk sevgiyi = uygulayım bilimin yoğun ağırlığı altında büküldü belimiz + ruhumuzun gereksinimlerini konuşmanın ayıp olduğu bir çağda insanlık idam edildi = yana kaymış gözlerimizle, bir­birimizin asılı bedenlerini seyrediyoruz ipte). Yeryüzünde, sürekli soyut, somut darağaçları; öldürme araçtan yapılıyor, üretiliyor: ben beni bildim bileli böyle görünüyor bana yeryüzü. (Sürek­li, bir tutunma, bir dayanma gereğini duymuşumdur: gerekiyor çünkü: ulaşılmamayacak bunsuz hiçbir yere: bunsuz bir milimet­re ilerlenemez: tutunmadan insana: insana yeniden bağlanma­dan: insanı yeniden sevmeden: insanların acılarıyla yeniden acı­lanmadan: insanla ulaşılacak Allah'a)

-----------------------

İnsan, biraz da, bir eklentidir sonsuza. Sonsuz da, ola ki, insan var diye, başsız olmakta, bilinememektedir sonu (= İnsanın gizemli gücü bu). Bütün anlamlar insanda birikmiştir: başlangıçta, insan yüklendi çünkü: sorumluluğu. Büyüklüğü, so­rumluluğu yüklenişinden geliyor insanın: yoksa, etimizin, kemi­ğimizin ne değeri var? + ekmeği aşan büyüklük burda işte. Bu sorumluluğun bilincine varabilmek de, çok derinlerden özsu da­madan bulabilmemize bağlı + sürekli sürmemize bağlı toprağı + kaldırımlarda değil, büyük topraklarda araştırma yapmamıza bağlı = çünkü büyük, engin, gizemli yeryüzü.



--------------------------

Çağdaş insanın korkusu, vicdansızlığından kaynaklanıyor belki de. Kim duyumsatacak vicdanımızı bize? İnsan mı, toprak mı? Ölüm mü, yaşam mı? Çağdaş insanın en büyük olumsuzlu­ğu vicdansızlığıdır. Vicdanımız işlevini yapmadan nasıl gide­rilir bu yoğun karanlıklar? Adaletsizliği, zulmü, ancak vicdanlı olabildiğimiz zaman durdurabileceğiz: tüm yeryüzünde. Öncü bilgelerle, zaman zaman, insanın vicdanı eklenir toprağa: yeni bir güç katmak için yeryüzündeki inanç devinimine + sonsuz toprak, bilge insanla, öncü insanla yenilenir de: inanıyorum böyle oldu O'nunla da.
Devamını Oku »

Uçurumdur düşünen insanın önü...

Uçurumdur düşünen insanın önü...


Uçurumdur düşünen insanın önü: derin yarlar: olumlulu­ğundan geliyor konumunun. Görülüyor tehlikeler, kurulu ba­rikatlar: nereye baksanız tuzak. Tehlikesiz bir dünyanın hiç bir anlamı olmayacaktı bunun için: çünkü tehlikeler büyüdükçe, bunları duyumsama yeteneğimiz de gelişir. (Çok önemlidir du­yumsama yeteneğimizin gelişmesi). Savaşım gücünü yoğunlaştı­ran insan, daha anlamlı biçimde girmiş olur insanlığa. İNSAN­LIĞA GİRMEK. Merhamet ile aşk özsuyu olmalı bu savaşımın. (İnsan hamurunun mayasını bulmuş gibi oluyorum burda ben).

İnsanlığa girdikçe daha çok tutunabileceğiz birbirimize: bağ­lanma, insanlığa girmek demektir: insanı savunmak. İnsanın birbirine yaklaşmasının âdeta simgesi gibiydi O. (Kuşkusuz çok büyük bîr yiğitlik isteyen durum bu: çünkü iki dünya savaşınınezdiği yeryüzünden çok ölümsüzlükler yansıyor İnsana: yansıma korkunç, tiksinç: başta, güvensizlik: kimseye güvenemez olduk: kuşku, hepimizi maymunlaştırdı: tiyatrolardaki soytarılara ben­ziyoruz. Arada, güvenebilecek birkaç kişinin çıkması durumu değiştirmiyor. İnsanın özü artık yok. Tüm çılgınlıklar hur­dan kaynaklanıyor olmalı. Çağın kanseri bu 'insan özü'nden yoksunluk).

Bir gerekliliği, irileşen bir gerekliliği kucaklamış taşı­yordu: O. (Sürekli, ekonomik yitikliğe uğrayan bir ailede büyü­düm ben: varsıllaşmak olasıyken elimizdekileri de yitiriyorduk: hem bir din bilgini, hem bir tecimen olan babam, ikinci dünya savaşı sonrasının 'vurgun' koşulunu yadsıdı: çağ, yıkımını, bizim evde toplamış gibiydi: annem, çocuk yaşımdayken öldü: yitirme, yitirme, yitirme: durmamacasına ruhsal bunalımlar içindeydi ba­bam: inancıyla çağ çarpışıyordu babamın içinde: babam; yitirdi, ama kazandı: beni kurdu: bir yapı gibi: özveriye, bir öğreti gibi bağlandım babamla: ancak burdan girilebilirdi insanlığa: düşü­nürdüm: "insanlığı başka türlü nasıl bağışlayabilirim?". Ancak kendimizi sunarak girebiliriz insanlığa: içdenetimimiziyoğun­laştırarak: sürekli yeryüzü yaklaşımıyla). İnsanlığa girmekten başka çaremiz kalmamıştır: unutmamamız gereken bir olgu var: tek evrensel birim, ölçü birimi insandır. Çünkü burda yoğun­laşmaktadır insanın yaratılış bilgeliği + yaratılış gerekliliği.

Nuri Pakdil,Bağlanma
Devamını Oku »

Yargılıyız Acı Çekmeye...

Yargılıyız acı çekmeye...


Yargılıyız acı çekmeye. Acının her şeye egemen olduğu bir çağda yaşıyoruz: en çok insan öldürülen bir çağ çünkü bu. Özellikle, Türkiye'de her şeyin üstünü yoğun bir acı kaplamış: gülüşümüz bile acıdır bizim. Büyük bir ulusun son küçük parçası üstünde bırakıldık. Hem bir toprak yitikliğinin, hem de bir ülkü yitikliğinin acılarından kaynaklanıyor bizim acımız. O, bu iki du­rumu sürekli duyumsatmaya çalışıyordu: kesiksiz bir direnişle: (Güncele kapılıp gitmeme direnişiydi bu). Kuzey Afrika kıyılarından, Arabistanlardan, Kafkasyalardan. Balkanlardan bir haber bekler gibiydi âdeta: "On milyon kilometre karemiz nerde?": sorardı bunu: "insanımızı kardeş kardeş bir arada yaşatan ülkü nerde?": (Bu gerçekleri tüm aydınların, yurttaşların kavramalarını istiyordu: biraz da hurdan kaynaklanıyordu O'nun halk çıyanı okulluya büyük önem verişi bundandı: okullarda bu ger, çekler öğretilemese, duyumsatılamasa bile, Türk ulusunun tarihsel yeteneğine olan inancı tamdı: "nasıl olsa" derdi, "tam anlayacaklar bu gerçeği" derdi, "o ülkünün gereğini" derdi: "Ulusal kavrama zamanı bu": eklerdi böyle). İyileşmez bir yara: evrensel yitiklik. Türk ulusunun sayrılığı, biraz da saralı hali, burdan ge­liyor şimdi: evrensel ülküsünün elinden alınışından. Sınırsız bir büyüklüktür insan: evrensel ülkü yaklaşımıyla ulusal bileşime va­ramadı mı o ulus, yatalak bir hastadır artık: ulusumuzun şimdiki konumu. Evrensel ülkümü arıyorum her yerde.

Evrensel ülkümün bir parçasını birinde görüvereyim, sürekli, durmadan yürümek istiyorum birlikte: evrensel ülkünün çok somut bir belirtisi olu­yordu O: Türk toplumu içinde: yıkımlar ortasında: (Enkazların arasından adım adım ilerliyordu: ilerletmek istiyordu toplumu: tüm yapıların kopuk kablolarını bağlamaya uğraşarak: evrensel ülkünün ışığına: ''hepimiz kablo bağlayıcılarıyız" derdi, "akım için" derdi, "tarihsel işlevimizin yürüyüşü için: BU YENIKLİKTEN YENİDEN AYAĞA KALKARAK" derdi: sorardı dönüp: "ancak, in­sanı severek, sürekli, değil mi?": bir bir doğrulardık O'nu: 0 da eklerdi hemen: "İNSAN SEVGİSİ PEYGAMBER SEVGİSİYLE BAŞLAR": ilke). Bir örgü örer gibi tüm tarihsel değerleri ekle­meye çalışıyordu birbirine: Tarihe tutunarak yürünebilirdi ancak: çetin engeller vardı aşılması gereken = yaşayabilmemiz bu en­gelleri aşmamıza bağlıydı. (Kendi kendime düşünürüm: nasıl, kendi kendinin de engeli olabiliyor insan, diye. Bir çelişki gibi görünse de, insan, kendi kendinin de engeli olabilir: yaratılış bilgeliğini kavramaya doğru ilerlemeyen insan, bunun gereği zi­hinsel edimlerini manevî kaynaklarla donatmayan insan, sürekli kendini bir tembelliğe iten insan, kendi kendinin de engeli olur:

aşmaya, daha ileri varmaya engel olur: insan, aşmak zorundadır kendi kendini: kendi kendini öldürmeye, bir çukura düşmeye karar verebilen insan, niçin, kendi kendini aşmaya, doruklara çıkmaya karar veremesin?:insan, manevi kaynaklardan uzak­laştıkça parça parça öldürmüş olur kendini: taksitli özöldürüm bu). Yürüyüşte yolun temizlenmesi gerekli: sanatın, edebiyatın bir işlevi de, en azından, yolu temizlemektir, yolu açık tutmaktır: zaman zaman, sanatın, edebiyatın işlevinin savaşımcı bir yakla­şımla belirmesi gereğini de anlatırdı: "Büyük" derdi, "sanatın, edebiyatın işlevi". Eklerdi: "yürüyüşü düşmanlardan korumak da sanata, edebiyata düşüyor. Yürüyüşün öncüleri sanatçılar, edebiyatçılar olmuyorlar mı bunun için? Sanatçılarında yoğun­laşır ulusların duyumsama gücü, kuşkusuz ileriyi görme yeteneği de" + özellikle, Ankara'ya her gelişinde özenle gözlemlerdim O'ndaki bitimsiz coşkuyu: tarihsel işlevini bilmiş olmanın çok al­çak gönüllüce beliren sevinci mi oluyordu bu? (Düşünürdüm). Bir insan bir ordu oluyordu O'nda: dinç, gürbüz, vakur: tarihin tüm kanayan yaralarını da şahdamarında duyumsayan: İNSAN (: Yeryüzünün damarlarında dolaşan tek yapıcı güç). O'nunla bir bilinç 'yürüyordu': devingenleşenbir bilinçti de bu; onun için 'yürüyordu' diyorum bu bilince: O'nun bize aşıladığı özsuya: evrensel ülküden kaynaklanan çok narin, çok insancıl eylemin içimizde kımıldaması diyorum bu özsuya.

Nuri Pakdil,Bağlanma

Devamını Oku »

İnsanlar cümlelerle yaklaşırlar birbirlerine...

İnsanlar cümlelerle yaklaşırlar birbirlerine...

İnsanlar cümlelerle yaklaşırlar birbirlerine: sonra uzatırlar ellerini: tutunmak için, (Çok güçtür insanın tutunabilmesi insana) = işte, burda, çağdaş insanın yalnızlığı: tutunma gücünü yeteri denli çalıştıramamasında: 'karşı' güçlerin tuzağına düşme­me direncini gösterememesinde. Olumluluğumuz da tüm olum­suzlukları yenmemizde toplanıyor ya bunun için. (: Sürekli bir araştırma: insanı). Geceler bağlanırdı birbirine O'nunla: evinde, pastanelerde, kahvelerde. Yeryüzüne bir soruşturmaya gelmiş gibiydi: konuşurken hep sorular yöneltmesi sanırım bundandı: soruşturmasının derin boyutlarda oluşmasını istemesindendi + siz konuşurken bile, gene O, usundaki bir soruyu düşünür gibiy­di: söylevi değil de söyleşiyi yeğlemesinin bir nedeni de bu değil miydi? Her birlikte oluşumuzda bir 'tutanak' tutulduğunu, sözlü bir tutanak tutulduğunu, yeryüzünün yeni bir yorumunun yapıldığını anlar gibi oluyordum: "kavga" derdi, "daha iyi büyür gecede" derdi, "gece derin.

Gece büyük. Doğum olur gecelerdi" Eklerdi: "benim" derdi, "çok gecelerim geçti: söyleşerek" gece'nin sabırla sabah'ı bekleyişini örnek olarak koyardı önümüze: (PEYGAMBER'in bir kentten başka bir kente geçişinde geceyi seçişinin bilgeliğini çok coşkulu yorumlardı: "geceyi bunun için seviyorum" derdi: "Gece, bir savaş arkadaşı olur insana" derdi. "Gecenin tanıkları gündüzün tanıklarından az değil" derdi. "Her gece, insan, kendini yeniden olumlayarak sabahı bulmalı" derdi = bir gereklilikti sürekli vurguladığı: yeryüzü için). O'nunla içilen çaylar ne güzel çaylardı! (Hiç tartışmaz mıydık? Tartışırdık: daha iyi anlamak için sorular sorardım yani = susardı bazen + susardım: başlardı sonra anlatmaya: çağlayanlaşırdı: sözcükle­ri bomba gibi yağdırırdı yeryüzüne + tarlalara serpilen tohum gibiydi sözcükleri = YEŞERECEK, BÜYÜYECEK, TÜRKİYE İÇİN, YERYÜZÜ İÇİN). Kimi geceler, çok geç saatlerde Hacı Bayram'a giderdik: saygı sunmaya + güç almaya + yenilenmeye + bilinç­lenmeye + arınmaya = GECENİN BİR ÇEŞİT YAKARIŞIYDI BU. Çok insan da varmış gibi gelirdi bana. Gizemli bir kımıltı du­yumsanır zaten oralarda. O, bir adım önde dururdu : (Geceyle bütünleşir gibi, hepimiz adına bir kez daha 'durum yargılama­sı' yaparak, umutlu, avluya bakan o küçük pencerenin önünde dururdu): dururduk: yıldızlar da, ay da, inerdi sanki avluya: bir kaç dakika süren gece törenleriydi bu: ay, yıldız yeniden göğe çıkardı: uğurlardık onları: Komutan Hacı Bayram'ın erleri de, (O anlatırdı sürekli bu görülmez erleri) sonra bizi uğurlarlardı: uzaktan, bir kez daha dönüp yinelerdik saygımızı = üstümüz başımız o zaman yeni bir elektrikle donanırdı + tüm nesneler ışırdı + kışsa ısınırdı + ısınırdık.

TÜM İNSANLARI O GECE DAHA ÇOK SEVMEYE BAŞLARDIK + uzaklarda tek tük ışıkları görülen yoksul mahalleleri iyice kalplerimize yerleştirirdik + başka kent­lerin yoksul mahallelerini düşünürdük + önümüzde düş işçile­ri yürürdü + yürürken kendi kendimize arlardık + değer tekti bizim için = alınteri + emek. (Zulmü, sömürüyü, adaletsizliği ipe çekerdik soyut darağaçlarında = Ulus Alanı'ndan her geçi­şimizde soyut darağaçları kurardık alana). Adalet: ("Acımadan insanlara" derdi, "sevmeden insanları" derdi, "nasıl kurtarılır insanlar?" derdi, "bu bataklıktan". + zulümdü, sömürüydü, tüm adaletsizlikti 'bataklık' dediği. "Çok genişlemek kalbimiz" derdi, "sevebilmek için". Söz buraya gelmeye-görsün bir bir an­latırdı arkadaşlarını PEYGAMBER'in+ PEYGAMBER'le başlayan önemini, yeryüzü için, barış için; gerekliliğini arkadaşlığın + PEYGAMBER'e bağlılığın, varoluşun tek koşulu olduğunu anla­tırdı bir bir herkezin deyeni bir yaklaşımla): geceleri gündüzlere ekleye ekleye anlardık daha iyi önemini bir şeyin: insanlar için: yeryüzü için.

Nuri Pakdil,Bağlanma

Devamını Oku »

İnsanın Evrensel İşlevi

İnsanın Evrensel İşlevi


İnsanın, evrensel işlevini sürekli algılaması, direnme gücü­ne bağlı ancak: kendisini bu işlevinden koparmak için çalışan cadılara karşı direnmesine bağlı. İnsanın yolunu cadılar, firavun­lar kesiyorlar şimdi: tuzaklarla. İnsan, unuttu yeryüzünün anlamı olduğunu + başlangıçta, sorumluluğu ilk yüklenenin kendi» ol­duğunu = derin boyutlar içinde, yeniden, algılamamız gereki­yor konumumuzu. O, bize, kendi konumumuzu algılatabilmenin yollarını araştırıyordu + yiten 'giz'imizi bize yeniden buldurtmaya çabalıyordu: bitimsiz coşkusuna bizi çekerek. (Uygulayımbilim, çelikten - çimentodan kolları arasında eziyor çağdaş insanı: bu basıncın etkisinden, olsa olsa, bir coşku kurtarabilir insanı - insan, burda bulmak zorundadır bir çıkış noktasını). Günlük yaşamı kesinkes belirleyen 'sınırlar' olanak bırakmıyor coşkuya:makineleşen çağdaş insanın derin uçurumu burda: tekdüze bir yaşamla kuşatılmış olmasında + bu kuşatmanın gide gide yo­ğunlaşması bir de = (En temel soru). 'İNSAN' BİTECEK Mİ? TAM SONDA MIYIZ? SONA MI YAKLAŞIYORUZ?

İnsan, İyice nesneleşen yanlarını çok keskin bıçaklarla yontmazsa, kendi kendini kanatmazsa, bitebilir insan soyu. Evrensel işlevini artık algılamayan insanın bir anlamı kalacak mı? Hep, insanın evrensel işlevini anlatırdı O: "ancak" derdi, "din coşkusu kav­ratabilir bize evrensel işlevimizi". Sıkıntılarımızın kökeninde ne var? Çağdaş insanlığın sıkıntılarının kökeninde neler var? Bir yanımızın sürekli kuruduğunu duyumsuyor muyuz? Tonlarca çi­mento dökülüyor çağdaş insanın kalbine: kalbimizin üzerine + oluşan paslı bir külçe = bunun üzerinde şimdi çağdaş insan, bir hınç gibi + düşsüz bir 'toplam'. O, İçdünya Uzmanı, kırıyordu durmadan içimizdeki BETON KALIPLARINI + "bak" derdi, "iyi­ce bak: kat kat bu tabakaları insanın": eklerdi: "doğrulabilir mi insan, içindeki bu beton tabakalarıyla?". (Bir güneşli gündü, Harbiye'den Taksim'e doğru yürüyorduk, bir göğe bakıyor, bir insanlara bakıyor, hemen birşeyler olacağından korkuyor gibiy­di).

"İnsanlar" diyordu, "sürekli denetildiklerini iyice unutmuşlar gibi". Çağdaş insanın, büyük bir eksikliği de kuşkusuz şurda: günüyle tarih arasında bir bağ kurmamasında, belki kuramama-sında + ilençli kavimleri hiç usuna getirmemesinde, belki getire­memesinde + Kutsal Kitapla varlığını doldurmamasında, belki dolduramamasında: tüm bunlardan yoksunluk, yoğunlaştırıyor İnsanın üzerindeki ilenci. Çağdaş insan, hâlâ duyumsayamadığı bir ezinç yaşıyor: Tanrısızlığın bilinmez ağırlığı altında. Oysa, insanın temel gereksinimi Tanrı olabilir ancak. Çağdaş insan, şimdi tam bir özöldürüm deneyiminde: nesne iştahının artması,kayganlaştırıyor düzlemini + kayıyor ayağı iyice = uçta; derin yarlar önü: uçurum dipsiz. 0, insanın içinde bir fırtına başlasın, istiyordu: tüm cin çatılarını çökertecek bir fırtına istiyordu + bu fırtına uygulayım bilimin içsel bakımdan durağanlaştırdığı insanı devînimleştirsin, istiyordu = bunun içindi, o kesiksiz coşkusuy­la insanın üstüne üstüne varışı, insanı içinden yoklayışı, insanı içinden tutuşu: insanın, betonundan, bir parçasını hiç olmazsa eksiltmek içindi. (Nesneleşen insanın, bir de, sömürülmesi var ortada: anamalcılığın, üleşimciliğin doğradığı, bir mezbahada parçaladığı İNSAN duruyor ortada: ÇAĞIMIZDA, İNSAN, KANLI BİR KURBANI: HEM ANAMALCILIĞIN, HEM ÜLEŞİMCİLİĞİN + yanıt bekleyen bir soruya dönüştü herşey = insan, hem kendi betonlarını kıracak, hem de, dışındaki öldürmenlerini ayrım­sayacak mı?).

Soruların yoğunlaşmasıyla, büyüyor, ağırlaşıyor insanın yazgısı. Büyük yargı günü de yaklaştıkça yaklaşmıştır: bir kuzgun dolaşıyor sürekli başımızın üzerinde. Gerçekte, ay­rımında olmasa bile, bir ürküntü toplamı olup çıkmıştır çağımız insanı: kitapların sayfalarından tüm yazıların silineceği bir gün gelecek. O gün gelip çattığında, çağdaş insan, BİR GEREKLİLİĞİ, hâlâ kalbinde duyumsamamış olursa? (: Gene, gücün içinde, duruyor gizli, ey insani). "Korku" derdi, "bir arkadaş gibi yanın­da olmalı insanın" derdi, "umutla dengelemek için : içimizi". Her gereksinim, yeni bir gereksinimi gerektirerek, yaklaştırıyor aslında insanı bir şeye: din coşkusundan başka ne olabilir bu? insan, sonunda, din coşkusunu aradığını duyumsayacaktır kuş­kusuz. Yaratılışındaki bilgelik gerektiriyor bunu: özellikle O'nun boğuntudaki insanı tutuşu, izleyişi, önündeki tehlikeleri gösterişi hep bunun içindi: tehlikelerini aşabileceğini göstermek isteme- sindendi insana: Türkiye'nin yabancılaşan insanına.

Nuri Pakdil,Bağlanma
Devamını Oku »

İnsanın Sonsuz Gücü Evrensel Konumundan Kaynaklanıyor...

İnsanın Sonsuz Gücü Evrensel Konumundan Kaynaklanıyor...

İnsanın sonsuz gücü evrensel konumundan kaynaklanıyor: bazen, dünyayı, şu bir top gül gibi patlamaya hazır bombayı çok küçük bulduğumuz 'anlar' yaşamaz mıyız? = bunun ayrımında olsak da olmasak da, insandaki Tanrısal 'giz' bu. (Evrensel dü­zeyde bir tasarım). İnsan; büyük, tek, benzeri olmayan bir olgu­dur + bundan olacak, insan, ekmeksizliğe, susuzluğa bir süre dayanabilir de, içindeki BÜYÜKLÜĞÜN kurumasına bir an bile dayanamaz, sanıyorum = ekmeksizliği de, susuzluğu da, kendi büyüklüğünden beslenen güçle yenecek çünkü. (='Emeği', her şeyin temel öğesi sayışım bundan benim + 'emeğin' dışındaki her şey karşıdır insana + olumluluğun özdeşidir emek + emek dışı her şey KÜL). Çağımız insanı âdeta bir kül çağı yaşıyor: O, çok dinç bilinciyle, soluk alıp vermesi güçleşen insanın, çağdaboğulmak üzere olan insanın, bir duyarlı yanı kalmış olabilir mi, diye, araştırıyordu durmadan: bitimsiz bir sabırla. İnsan, yazık ki, gittikçe mekanikleşiyor: dört duvar ortasında -bu duvarlar da sana doğru yürürken- şimdi ne yapacaksın insanoğlu? (O'nu tanıdığımdan beri, gözlerinden taşan bir korkuyu da duyumsuyordum: bu soruyu herkese, ama herkese, yönelteyim mi, yö­neltmeyeyim mi, der gibiydi. İnsana, olumsuzluğunu, 'yıkımını' değil de, olumluluğunu, 'büyüklük gizi'ni duyumsatmanın daha uygun olacağını vurgulardı çünkü). Korku'yu değil de umut'u se­çiyordu O.

Söylerdi: "PEYGAMBER'den alıyoruz umudumuzu + çünkü, kesinkes bir gereklilik, ilkelerinin tümü, tüm insanlık için + tüm zamanlar için + tüm koşullarda". Eklerdi: "insan" derdi, "ancak PEYGAMBER'in ilkeleriyle aşar bu dört duvarı + kendi­sine doğru yürüyen bu dört duvarı". (: İnsan, içinde şimşekler çaktırmaya bak!). Eklerdi: "duvarlar mı?" (: Uzun, etli bir duvar geliyor gözümün önüne = yapış yapış kan = insan kanı). Sürdü­rürdü : "nesnelerden oluşuyor bu duvar = herkes, görüş açısını kendisi kapatıyor = tam batış + varsıllığın örülü duvarı bu + bilinç kopukluğu". İnsan, büyük bir yargı gününe doğru adım adım yaklaştığını duyumsasa düğüm çözülecek: insan, eninde sonunda, bir gün, nasıl olsa yargılanacağını bir anlasa: kuşku­suz, en gerekli olanı, önemlisi, insanın, kendi içinde kendi ken­dini yargılamaya başlamasıdır = bu da, büyük bir İÇYETKINLIGI gerektiriyor. İnsan, sonsuz deneylerden geçtiği halde, hâlâ yete­rince olgunlaşamadı gibi. Tuzaklara düşmemek: bu da, insanın, kendi külünü, kendi eliyle havaya savurmasına bağlı + insanın çağımızdaki konumu çok güçleştiriyor bunu = kabaran, şişen; bir 'vurgun' iştahı, bir 'zulüm' çoğalımı, bir 'sayılama' merakı. İnsan kendi külünü savurmadan havaya, fethedemez kendini +çünkü erinç büyümez bu kulun altında =İNSAN BÖCEK DEĞİLDİR.

Sınanmak için, bir sınavdan geçmek için yaratılmıyor muyuz?  Şu da var: elimden insan tutunca çıkabilirim ancak kendi ku­yumdan -duvar, burda dur!-). O, çağdaş büyük Bilge, insanın çü­rüyen yanından parçalar alarak gözlemliyordu bir şeyleri: insanın çürüyen yanındaki ur, çürümeyen yanına hiç olmazsa geçmesin diye çabalıyordu + bir yandan da, çürüyen yerlere özsu taşıyordu + ur yok olacak, çürüyen yerler de düzelecekti zamanla. Kuşkusuz çok güç bir işti bu. İnsana ulaşmak, çok sarp yollardan geçmek­le olasıdır ancak: çetin bir ceviz insan: kır; bir kabuk daha; onu da kır: çok derinlerde insanın bilmecesi: Onun her sözü, konuş­tuğu insanın üzerinden, kürek kürek kul kaldırıyordu + O'nunla konuşan insanın kendinde bir yeğnilik duyumsaması bundandı. Ne ki, insan, külüne kül katmada, külünü artırmada yazık ki usta mı usta: insan birbirine baktıkça, şimdi, hemen, kapıyor bu usta­lığı birbirinden = gri bir kul kraterine dönüşüyor yeryüzü. Tanrı Öğretisinde vurgulanan emeğin kıvılcımları, kül kraterinde yiten İNSANın kalbine düşecek nasıl olsa: önemli olan, insanı, içinden, çok gizemli bir yerinden yakalamaktır: önemli olan, insanı, kendi murdarını eliyle sürütecek bilinç düzeyine ulaştırabilmektir, çıkara­bilmektir: O, hep, insanın vicdanı kalmış mı hâlâ, araştırıyordu: bir kırıntı da bulsa, bir insanda, bu kırık tellerden bir ezgi oluştur­maya bakıyordu = "umut" diyordu, "umut hiç eksilmiyor ben­de: bu kırık telleri ses verdikçe, insan, bu sesin kendi sesi olma­sı gerektiğini anlayacak sonunda". Kuşkusuz gelip dayanıyoruz gene insanın yiğit yanına + bulup çıkartalım ışığa gömümüzü = sorumluluğumuzun büyüttüğü onuru. "Kül'e baş eğmeyen insan: haydi, değiştir yeryüzünü" gibi, bir ses, yankılanırdı kulaklarımda O'ndan ayrıldığım her kezinde.

Nuri Pakdil,Bağlanma
Devamını Oku »

İnsan'ın Kendi Anlamı

İnsan'ın Kendi Anlamı

İnsanın, ödün vermeden savunması gereken bir gerçek var: kendi anlamı, insan, kendi anlamını da, ancak, 'manevî içeriğini' zenginleştirdikçe kavrayabiliyor: çünkü, çok büyük bir gizdir iç dünyası insanın. Bu gizin kaynağına inmek: O, bu ince yolda ilerliyordu coşkuyla: "Ancak" derdi, "PEYGAMBER'! düşünerek kavranabilir bu yolun çetinliği". İnsan, savunmasız bırakıldı çağımızda: tüm kendine özgü değerlerden alabildiğince soyut­landığı için. (: Büyük acısı şu insanın: yeryüzünde bir ıssızlığın gittikçe daha da yoğunluk kazanması). Yeryüzünü güzelleştiren insanı savunmak + insanla birlikte bütün bir 'mekanizma'yı sa­vunmak = bir ipucu bu. Çağın boğuntusu, insanın salt madde­sel düzlemlerde yığınlaştırılmışlığında toplanıyor: eşyalaştırılan insanın çağa yansıyan acıklılığı. Bu acıklılığı en iyi duyumsayanlardan biriydi O (: Kuşkusuz her insan az ya da çok insanlarla. Ama, 0, insanlarla olan ilişkilerini sürekli v (aştırmaktaydı + bu yaklaşım O'nda, çok büyük olumluluklar oluşturuyordu: insanın gizine daha bir yaklaşma olanağı sağlıyordu: her gün sayısız insanı görmesi, bunları dinlemesi tüm bu insanları sabırla kalbinde ısıtması, gönlünde ısıtması, tüm bu insanların yüreklerine de umut doldurması hep bundandı: giz'e biraz daha yaklaşabilmek çabasındandı).

Yığınlaştırılan insan müthiş de bir yalnızlık içindedir: görüyordu, ülkemizdeki insanın tüm çarpıtılan yanlarını + bu topraktan koparılmış konumunun giderek daha da ağırlaştırdığını + uygarlığına yabancılaştırıldım bile artık duyumsayamadığını = tüm bu olumsuzluklarla âdeta özdeşleşen İNSAN'ı irdeliyordu yoğun bir ilişki içine girerek. (Bu karmaşıklığın ilkin sanatla, edebiyatla irdelenmesi gerektiğini vurgulardı sürekli). Çağdaş insanın düşünsel sapıklığı; içdünyamızı, içimizdeki gizi oluşturan öğeleri irdelemek istememesidir, bundan kaçmasıdır: "İnsan, nereye kaçıyorsun?" der gibiydi âdeta O. Bir kez gördüğü insanı bir kez daha görmek isteme­si, kim olursa olsun ama, görmek istemesi, belki bu kaçışını, o insanın bu kaçışını, o insanın içindeki ikinci insanın bu kaçışını durdurmak içindi: hiç olmazsa yavaşlatmak istiyordu bu kaçı­şı. Kiminle konuşursa, kimi görürse usul usul bir bildiriyi açıklı­yordu : "PEYGAMBER" diyordu, "anlamıdır insanın". Eklerdi: "Anlamıdır yeryüzünün". Eklerdi : "PEYGAMBER var diye oldu bu dünya, ötedünya: HER ŞEY". Gösteriyordu kaynağını varolu­şun = "Gerçeği yinelemek" derdi, "daha bilinçli kavramamıza yarar". Bir yöntemi de ışıtıyordu böylece yeniden: bilgilerimizle inançla donatılması gerçeğiydi bu: TEK GEREKLİLİK özsuyuydu O'nun coşkusunun. (Belleğimi yokluyorum: bir kez bile, coşkusuz olsun, görmedim O’nu = vadilerde, o temiz kayalara çarpa çarpa akan ırmaklar olur ya, öyleydi işte: sürekli coşkunluktu O,peygamber sevgisinden başka neyle yorumlanabilir bu coşku? Sürekli sorardım kendi kendime bunu).

O'nu sonuçlayamazdım, sürekli büyüyendi çünkü O. Bir gün Köprü'den Eminönü'ne doğ­ru yürüyorduk: "Bak" diyordu bana, "Süleymaniye daha ışıklı Ayasofya'dan: gündüz de böyle, gece de böyle bu: neden mi?: kaynaktan: yapılıştaki". Durmadan bakıyordum bir oraya, bir oraya. Elimden tutuyordu: "Çünkü" diyordu bana, "biri doğru­dan inandı, öbürü sonradan inandırıldı". İçimizde hep Süleymaniye, Cağaloğlu'nu çıkıyorduk, öğleye doğruydu). Yiğitlikle inilebilinirdi ancak derinliklerine: insanın = O'ndan özümlediğim bir yürüyüş yöntemi bu. Unutulmaması gerekli gerçek: yiğitlik de sürekli bir özveriyi gerektiriyor: özveri, karşısında bunun için konforun: (İnsan, ya yıkarsın uygulayım bilimin önüne koyduğu bu putu, yani konforu; ya da, beklersin putunu elinden alacak yiğit insanı! = Özverili insanı). İnsan, susturmak zorundadır ken­di cadılarını. Vakit doldu: cadı çağının son çanı çaldı + insan kazanmak zorundadır bu cadı savaşını = BİR GEREKLİLİĞİ İN­SANIN YENİDEN DUYUMSAMASIDIR BU. O, yüreğiyle, diliyle, eliyle, dişiyle, tırnağıyla savunuyordu KALEyi + 'giz'i.



Nuri Pakdil,Bağlanma
Devamını Oku »

Her İnsan Yeryüzüne Eklenen Bir Sorumluluktur

Her İnsan Yeryüzüne Eklenen Bir Sorumluluktur


Her insan yeryüzüne eklenen bir sorumluluktur: doğumla birlikte. Çünkü insan bir sorumluluğu yüklenerek geldi yeryü­züne + bir varoluş sözleşmesi bu = İNSAN YARATILDI. Yazık ki, zaman zaman duraklıyor insanın zihinsel aygıtları: oysa, insan, sürekli olarak düşünmek zorundadır bir şeyi: yaratılış bilgeliğini. İnsanın böylesi bir zihinsel edim içinde olabilmesi de bir iz sür­mesiyle olasıdır ancak: çok çetin bir zihinsel edim gerekli. Yoğun bir sis tabakası kaplamıştır yeryüzünü + İNSANIN YÖNÜNÜ. Çağımızda, insan hem birbirinden kopmuş, hem de insa­nın aygıtları birbirinden kopmuştur: Sözgelimi, insanın dü­şünce aygıtı İle sindirim aygıtı arasında hiçbir ilinti kalmamıştır + her aygıt kendi başına yaşamaktadır şimdi = İŞTE YERYÜZÜ­NÜN CİN GÖRÜNÜŞÜ! O, tüm duyarlığıyla gözlemliyordu bu kara görüntüyü. İnsan, nesnelerin bir bakıma tutsağı olmanın da ötesinde nesne olup çıkmıştır:insanın göz gözü görmeyen PAZAR YERİNDE parçaları satılmaktadır:olanlarda,satanlarda,özdeşbirbirlerine:EKSİK İNSANLAR.(Şaşırtma oklarını kim kıracak?)İnsan,damlayanininlerini de toplamadan yürümek istiyorya, hiç olanak var m, buna? (Çağdaş insanın üzerinde ,çok gereksiz ağırlıklar var: insan, birer birer at bunları üzerinden! Çünkü uzun yokuşlar var önünde çıkacağın, diye kim önleyecek çağdaş insanı?) O, çok alçak gönüllü bir çizgide yapmaya çalışıyordu bunu: insana, hem yitiğini buldurmak, hem de ge­reksizliklerini üzerinden attırmak istiyordu + (İNSANI EVRENSEL BİR YÜRÜYÜŞE HAZIRLAMA ÇALIŞMALARI).

Bundandı insanları sürekli izleyişi + insandaki oluşumları gözlemlemek için direnişi. (Her insan, bir şeyleri gözlemlemek ister belki, ama direnemez bunda uzun süre. Ama, O, direniyordu: kıvancı oluyordu bu di­renişi: "direndikçe" derdi, "güçleniyorum" + eklerdi: "direniş, insana, bir bilinmezi daha öğretebilir: yaklaştırabilir bizi insa­na, biraz daha"). Ancak, bir izi sürerek ulaşabiliriz insana: artık insan yakınımızda değil; çok uzaklarda kaldı + ölçülemeyecek denli uzaklarda: elimizi uzatsak Kaf Dağına dokunabileceğiz de; insan daha daha ötelerde kaldı. (Kaf Dağı'nın ötesinde, yani insanla aramızda, YAPMA BİR CEHENNEM var). Ona baktıkça, O'nu dinledikçe, Onunla birlikte yürüdükçe, bu 'yapma cehen­nemin' yokolacağına, bir gün mutlaka yokolacağına inancım artardı: O'ndan ayrılır ayrılmaz, içime dolan bu umudu, bu coş­kuyu aktarmaya çalışırdım konuştuğum, görüştüğüm herkese. Özellikle umut, konuştukça büyür, aşar sizi, kentinizi de, ülke­nizi de aşar: yeryüzüne bir elektrik akım, gibi geçer umut: (Kötümserlik tecimenleri, karamsarlık tecimenleri, önünden çekilin 'iz'imizin!) insan, aradığı bildirgeyi, bir iz'i süre süre bulabilir:kuşkusuz sürekli zihinsel titizliğini koruyarak.

Öldürmenler tut­muşlardır iki yanını yolun: çağdaş insan, mutlaka, içdünyasını yeniden kurmak zorundadır + bilincini din coşkusuyla arıtarak algılamak zorundadır Tanrı'yı= ölüm korkusu böyle giderilir ancak. O, insanın giz'le ilintisini 'iz'i duyumsayabilip duyumsa- yamamasıyla ölçüyor gibiydi. Temelde, şurda düğümleniyor in­sanın acıklılığı: kendi yolunu açmada büyük yetenekleri görülen insan, bir de bakıyorsunuz kendi yolunu eliyle tıkamış + yolunu şaşırtmak için tepesinde dönüp duran kuzgunları kaçıracağına, kovalayacağına, yeni yeni besinler getiriyor onlara. Sayısız bay karga havada: göğümüzü karartan binlerce sinek: siyasa kasapları, yeryüzünün her metrekaresinde kesip doğruyorlar insanla­rı. O, kenarlarından kan sızan bu yeryüzü tablosunu en güçlü duyumsayanlardan biriydi.

Çağdaş insanın korkusu, vicdansızlığından kaynaklanıyor belki de. Kim duyumsatacak vicdanımızı bize? İnsan mı, toprak mı? Ölüm mü, yaşam mı? Çağdaş insanın en büyük olumsuzlu­ğu vicdansızlığıdır. Vicdanımız işlevini yapmadan nasıl gide­rilir bu yoğun karanlıklar? Adaletsizliği, zulmü, ancak vicdanlı olabildiğimiz zaman durdurabileceğiz: tüm yeryüzünde. Öncü bilgelerle, zaman zaman, insanın vicdanı eklenir toprağa: yeni bir güç katmak için yeryüzündeki inanç devinimine + sonsuz toprak, bilge insanla, öncü insanla yenilenir de: inanıyorum böyle oldu O'nunla da.



Nuri Pakdil,Bağlanma
Devamını Oku »