Hz. Mevlana’yı doğru anlıyor ve doğru anıyor muyuz?

Hz. Mevlana’yı doğru anlıyor ve doğru anıyor muyuz?

Bir asra yakın bir zamandır ülkemizde her şey ters yüz edildiği gibi, Mevlana ve Yunus gibi büyük şahsiyetler de bu ters yüz edilmişlikten paylarına düşeni almışlar, kendilerine yakışır şekilde anlaşılmaktan ve anılmaktan mahrum kalmışlardır.

Nasıl antika bir eser, hurdacılar çarşısına düşünce ucuza gider; işte Mevlana ve Yunus gibi kıymet biçilmez antikalar da zamanla yanlış anlayışların, yanlış algıların, bidat ve alafrangaların elinde gadre uğrayabilmişlerdir.

Şimdi her şey düzelmeye yüz tuttuğu gibi, Hz. Mevlana’nın da inşallah kendisine yakışır bir şekilde anlaşılacağına ve anılacağına inanıyoruz.

Mevlana ve Yunus’un misyon ve vizyonunu taşıyanları, onlar gibi Allah’ı ve Peygamberini sevmeyi ve sevdirmeyi hayatının gayesi haline getirenleri, o büyüklerimize yakışır şekilde onları ananları, anlatanları şimdiden tebrik ediyor ve can u gönülden alkışlıyoruz.

Hümanizm adına Mevlana ve Yunus’la barışık olup, Kur’an ve Hz. Muhammed’le (s.a.v) küsülü olanlar, kusura bakmasınlar Mevlana ve Yunus’u anlamış sayılmazlar. Çünkü Mevlana’yı Mevlana, Yunus’u Yunus yapan Hz. Muhammed’dir (s.a.v). Onlar, O’nsuz (s.a.v) olamazlar. İşte bunun içindir ki Mevlana, kendisini sevip de, yolunun tozu olmak istediği Hz. Muhammed’i (s.a.v) görmezlikten gelenlerden davacıdır, bîzardır.

“Ben yaşadıkça Kur'an'ın kölesiyim
Ben seçkin Muhammed'in ayağının tozuyum
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikayetçiyim”(1) der.

Mevlanalar, Yunuslar, Abdulkadirler, Muhammed Bahaüddinler, Ahmedî Farûkî Serhendiler, Yeseviler, Harakanîler, Şazeliler, Bediüzzamanlar… ve daha nice isimlerini sayamadığım veliler, safîler, müctehidler, mücedditler, müfessirler, muhaddisler… Ravza-i Muhammediyyenin (s.a.v) gülleri, çiçekleri ve rayıhay-ı Tayyibeleridir. Allah, ümmetin gönül bahçelerini bu güllerden ve çiçeklerden mahrum eylemesin. Tabii bu gülleri ve çiçekleri yetiştiren Şanlı Bahçivan’ın (s.a.v) sevgisinden ve şefaatinden de.

“Dünya neye sahipse onun vergisidir hep
Medyun O'na cemiyeti medyun O'na ferdi
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!”

mısralarıyla Âkif, o efendiler efendisi olmasaydı bu gün efendi olarak tanıdığımız hiçbir büyüğümüz, hatta hiçbir şey olmayacaktı, demek istemiş, herkesin ve her şeyin ona “borçlu” olduğunu haykırmıştır.

O Efendiler Efendisi olmasaydı, bedevi bir millet medenileşemeyecekti. O’nın (s.a.v) yetiştirdiği nesil, (sahabe) medenileşmekle kalmadı, medeni milletlere üstad oldu. Dünya, insaniyeti, güzel ahlakı, fazilet, hak, hukuk ve adaleti onlardan öğrendi. Bedevî bir millet, medenileşti, Kostantıniyye’nin, İran’ın, Turanın, Asya’nın, Avrupa’nın fatihi, oldu.

Batı’da Mevlana ayarında, Yunus ayarında bir mürşit bulamazsınız. Yetişmemiştir. Çünkü Batı’da öylesi mürşitleri yetiştirecek bir sistem yok. Batı’nın, otomobil, bilgisayar üreten fabrikaları var, ama Mevlana ve Yunus üretecek fabrikaları yok. Mevlana ve Yunus üreten fabrika İslamiyet’tir. Mevlana ve Yunus yetiştiren Hz. Muhammed’in (s.a.v) çarkı ve atölyesidir.

Bize hangisi lazım? Otomobil ve uçak üreten fabrika mı, Mevlana ve Yunus üreten fabrika mı? Bize her ikisi de lazım. İslam her ikisini de önermiştir, emretmiştir. Ama bize önce Mevlana ve Yunus üreten fabrika lazım. Zîrâ insanlık otomobilsiz, uçaksız, bilgisayarsız çok devirler yaşadı, ama Mevlana’sız, Yunus’suz rahat yaşayamadı ve yaşayamıyor.

Beline bomba bağlayıp kendini ve birçok masumu havaya uçuran gençler, Mevlana’nın, Yunus’un ve Bediüzzaman’ın atölyesinden çıkan gençler değil, tam tersi onların atölyesinden mahrum bırakılan gençlerdir.

Keşke teknoloji ile, topla, tüfekle, bomba ile terör bitseydi, ama bitmiyor, bitmedi ve bitmeyecek. Terör, Mevlana’larla, Yunus’larla ve Bediüzzaman’larla bitecek.

Mevlana’yı anlatırken Bediüzzaman’ı zikretmeden geçemedim. Çünkü Bediüzzaman da günümüzün bir Mevlana’sıdır.

Bediüzzaman, “"Mevlana benim zamanımda gelseydi, Risale-i Nur'u yazardı. Ben de Hz. Mevlana zamanında gelseydim Mesnevi'yi yazardım"(2) demiştir. Mevlana, çağının ve kendisinden sonraki çağların Bediüzzaman’ıdır. Bediüzzaman ise, çağımızın Mevlana’sıdır. Ve kıyamete kadar çağların Mevlana’sı olacaktır.

Bu sözlerimizden kimse Mevlana’nın, Yunus’un vakti geçmiştir, artık onların defterini kapatalım anlamını çıkarmasın. Biz bu sözlerimizle sadece dünün Bediüzzaman’ına ve günümüzün Mevlana’sına dikkat çekmek istedik. Mevlana ve misyonu bu gün, Bediüzzaman ve tahkiki iman şeklinde hizmetini sürdürüyor. Allah onların hepsinden razı olsun. Onlar Muhammedî silsilenin altın halkalarıdır. Muhammedî bahçenin güzel kokan gülleri ve çiçekleridir. Onların defterleri kıyamete kadar açık kalacaktır. Onların hepsi güzel kokular saçmaya devam edecektir. Sözleri ve neyleri hep diriltici efsunlar üflemeye, gaflet uykusuna dalmışları uyandırmaya devam edecektir. Kimin haddine düşmüş onların defterini kapatmak.

“Takdir-i Huda kuvve-i bazu ile dönmez
Bir şem’a ki Mevla yaka üflemekle sönmez.”

Vücutlarını, mucitlerine feda eden bu hak dostlarına, Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin fedailerine canlar feda olsun. Söz buraya gelmişken Yunus’un şu mısralarını söylemeden geçemem:

“Canım kurban olsun senin yoluna / Adı güzel, kendi güzel Muhamed
Şefaat eyle bu kemter kuluna / Adı güzel kendi güzel Muhammed”(s.a.v)

Yukarda gerek Mevlana ve gerekse Yunus’u bir hümanist (yani insan sevgisiyle dolu insan) olarak tarif edenler var demiştim. Bu şekilde bir yaklaşım, onları tanıtanların, onları tanımadıklarına en büyük delildir. Evet, onlar insan sevgisiyle doludurlar. Bu doğru. Ama ondan önce Allah aşkı, Muhammed (s.a.v) sevdasıyla doludurlar. Onlar, Allah aşkı ve Muhammed (s.a.v) sevdasıyla dolu oldukları içindir ki insan sever olmuşlar, insanı, dünya ve ahiret cehenneminden kurtarmanın mücadelesini vermişler. Onlar, Allah sevdasıyla dolu oldukları içindir ki sadece insana değil, hayvanlara hatta yaratılan her şeye şefkatle yaklaşmışlar, “Yaratılmışı severiz, Yaradan’dan ötürü” demişlerdir. Çünkü Yaradan olmasaydı kim var olabilirdi, kim kimi sevebilirdi ki?

Öyleyse neden bir kısım insanlar Mevlana ve Yunus’un insan severliğini ele almışlar da, onların Allah aşkı ve Muhammed sevdalarını görmezlikten gelmişler?

Cevap:
-Eğer onlar, Allah’ı ve Peygamberini hatırlasalardı İslamiyet akıllarına gelecekti. İslamiyet akıllarına gelseydi, Allah’ın emir ve yasakları karşılarına çıkacaktı. İçkiye, kumara, zinaya, adam öldürmeye, anarşi ve teröre giden yollar kapanacak; namaz, oruç, hac, zekât, tesettür gibi farzlar gündeme gelecek, hak ve adalet her yere hâkim olacaktı. Bunlar da nefs-i emarenin hesabına gelmiyordu.

BAZEN TELEVİZYONLARDA GÖRÜYORUZ

Bazen televizyonlarda görüyoruz: Sigara kokusuyla ağzının havası ve sesi bozulmuş, bıyıkları sapsarı kesilmiş kimseler, Mevlana’yı anlatıyorlar. Veya tesettüre riayeti olmayan hanımlar, Mevlana’yı anlatıyorlar. Adeta ağızlarından bal akıyor. Böyleleri Mevlana’yı anlatamaz, anlatmasın demiyoruz. İslam’ın ölçüleri çerçevesinde, Mevlana’nın ruhuna, misyonuna, derdine ve davasına uygun bir nezafette, nezahette, kılık ve kıyafette anlatsınlar, diyoruz. Çünkü onlar temizdi. “Ervah-ı Tayyibe, revaih-i tayyibeyi sever”(3) cümlesini unutmasınlar. “Şüphesiz Allah da maddî ve manevî kirlerden arınanları sever”(4) ayetini akıllarından çıkarmasınlar. Allah aşk ve Peygamber sevdasını her şeyin üstünde tutsunlar. O aşk ve sevda ile Mevlana’yı dikkatlere sunsunlar.

Mevlana’yı sevip anlatanlara bu keyfiyeti layık gördüğüm için bunları söylemiş oldum. Üzdüysem, bendelerini affetmelerini istirham ediyorum.

Yunus’un şu Peygamber sevdasıyla tüten mısraların nasıl görmezlikten gelirsiniz?:

“Aşık Yunus neder dünyayı sensiz / Sen hak peygambersin şeksiz gümansız,
Sana uymayanlar gider imansız / Adı güzel, kendi güzel Muhammed.”

Kur’an ve Peygamber sevdasıyla yoğrulmuş ve olgunlaşmış olan Mevlana Peygamberimizi kasdederek der ki:

“Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki O, meleklerin bile kıskandıkları Güzel’i öveyim.”(5)
Bu gün her nerde ki sevinç, zevk ve sefa vardır
Muhammed Mustafa’nın (sav) kemalinin fazlındandır.(6)

Onlar, Allah’ı ve Onun Habib’ini böyle sevmese ve sevdirmeseydiler insanları sevemezdiler, sevdiremezdiler. Samimi olamazdılar. Işıkları, asırlarını aşamazdı, aşıp da bize ulaşamazdı.

BİZ MEVLANA’YA UYARSAK

Biz eğer dine uyarsak din rahmet olur, eğer biz, dini kendimize uydurursak din azap olur. Mevlana gibi şahsiyetler de böyledir. Onların rahmet ve bereketinden istifade etmek istiyorsak onları dinlemeli ve hazmetmeli ve onlara uymalıyız. Onları kendimize uydurmamalıyız.

Mevlana Hazretleri buyurmuşlar ki:

"Üzülme; bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun, Tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, Kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır."

Biri Mevlana’ya sert sert sordu:
-Demişsin ki ben 72,5 milletle beraberim, doğru mu?
-Doğru.
-Vay seni gidi, akılsız, idraksiz, irfansız!
Adamın bu hakaretlerine Mevlana:
-Bak bu iddialarında seninle de beraberim! cevabını verince, o çiğ adam pişmeye başlamış, zamanla kâmil bir insan olmuştur. Mevlana işte bunun için 72,5 milletle beraber olmuş. Yamuk yumukları düzeltmek için. O herkese kapıyı açmıştır, ama her kapıdan içeri girmemiştir.

“Sen gel, ne olursan ol yine gel! Kâfir, ateşperest, putperest, hâsılı her ne mezhepte olursan ol yine gel! Zira bizim dergâhımızda ümit kapısı kapalı değildir, yeis yoktur. Sen günahkâr da olabilirsin, ümitsizliğe düşme, yine gel.” demiştir.

Kur’an’ın ve Peygamberin yolunda olduğunu söyleyen, öyle yaşayan ve o yolda ölen bir mürşit hak ve batıla nasıl bir bakabilir, hoş bakabilir? Bakamaz. Öyleyse onun bu sözünü doğru anlamamız lazımdır ki o da şudur:

Ne olursan ol, gel. Gel de, yanımda kıyamete kadar putuna tap, dememiştir. Gel de, Hakiki Mâbud’unu bul, demiştir. Gel de bana bak, benim gibi ol demiştir. Gel, kâfirlikten, puta ve ateşe tapmaktan uzak dur. Günahın ne kadar büyük olursa olsun samimi bir tevbe et, tevbende sabır ve sebat göster. Allah’ın rahmetinden ümidini kesme. Gel, ama benim gibi Müslüman ol, Müslüman kal ve Müslüman öl.

Eğer Mevlana’yı böyle değil de, her sapık mezhebi hoş karşılayan biri olarak görürsek, Mevlana’yı derinden yaralamış oluruz.

MEVLANA ÇOK GECELER YATAĞA GİRMEZDİ

Mevlana’nın çoğu geceler yatağına girmediğini, ibadet, namaz, tefekkür ve dua ile meşgul olduğunu gören dostlarından biri:
-Efendim biraz uyusanız olmaz mı? Sözüne:
-Bu milletin mürşitleri de uyursa bu milletin hali ne olur? Cevabını vermiştir. İbadet şevkiyle yataklara girmeyen Mevlana acaba kimin aşkını taşıyordu?

EVDEKİLERE DAİMA SORARDI:

-Bu gün evimizde yiyip içecek bir şey var mı?
Arada bir:
-Hayır, hiçbir şey yok, cevabını aldığı zaman sevincinden uçardı:
-Allahım! Sana şükürler olsun. Bu gün evimiz, Peygamberler Peygamber’inin evine benziyor. Pek çok yemek bulunduğu söylendiği zaman da:
-Aman, bu evden Firavun kokusu geliyor, derdi.

Türlü türlü yemek yiyip de şükür ve teşekkürü aklına getirmeyenler Mevlana’yı nasıl anlayabilirler?

MEVLANA GÜZEL SESİ NASIL YORUMLADI?

Bir gün dedi ki:

-Güzel sesi duyduğum zaman, sanıyorum bana cennetin kapısı açılıyor. Sanıyorum o ses cennetin kapısının açılışından geliyor. Orda oturan nasipsizlerden biri atıldı:

-Ben de aynı şeyi duyuyorum. Bana da öyle geliyor!
Mevlana bu adama derin derin, manalı manalı baktı:

-Senin duyduğun, sana cennetin kapısının kapanışından çıkan sestir.” buyurdu.

Onun için demişler ki: “Musıki, âlimin ilmini, fasıkın fıskını, cahilin de cehlini artırır.” Mevlana, güzel sese manay-ı harfiyle yani Allah’ın bir sanat harikası olarak baktığı için bu bakış kendisine cennetin kapılarının açılmasını sağlıyor. Mevlana gibi bakmayanlar, sese manay-ı ismiyle yani ses kimin ağzından çıkıyorsa ona baktıkları ve adeta ona taptıkları için bu bakış, cennetin kapılarının kendilerine kapanmasına sebep oluyor. Onun için sesi ve sureti güzel, serveti ve sağlığı yerinde olanlar havalara girmemeli, mal sahibinin Allah olduğunu itiraf ve idrak etmelidirler.

MEVLANA, DÜNYAYA SIMSIKI SARILANLARI NEYE BENZETTİ

Buyurdu ki:

“Efendiler! Bu dünya bir ağaca benzer. Biz de bu âlemde yarı ham, yarı olmuş meyveler gibiyiz. Ham meyveler dala iyice yapışır. Oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke, saraya layık değildir.”

Dünyadan başka bir hayat tanımayanlar da o ham meyveler gibidirler. Dünyadan ayrılmak istemezler. Çünkü Sultan’ın sarayına yani Yüce Allah’ın cennetine çıkacak ne yüzleri, ne işleri, ne de olgunlukları vardır.

Halbuki “Hamdım, piştim, yandım.” Sözleriyle hayatını özetleyen Mevlana son dakikalarında iyileşmesi için dua edenlere dedi ki:

-Dilediğiniz şifalar artık sizin olsun. Habib ile Mahbub, Seven ile Sevgili arasında bir kıl kadar ince bir mesafe kalmıştır.. İstemez misiniz ki nur Nur’a kavuşsun.

Mevlana öylesine olgun ve dolgun bir meyve haline gelmişti ki Azrail denilen emin bahçivanın sepetine girip Sultan’ın sarayına, Firdevs cennetlerine gitmek için can atıyordu.
Mevlana olgunluğu ile, dünyaya sımsıkı sarılan hamları olgunlaştırmaya, dolgunluğu ile içi boşları doldurmaya, doygunluğu ile de marifetten yana aç ve nasipsizleri doyurmaya çalışıyordu.

VASİYETİ ŞU OLDU:

“Size gizlide ve açıkta takvayı (Allah’tan korkmayı) vasiyet ederim. Az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, günahlardan ıstırap duymayı, oruca devam etmeyi, namaz kılmayı, şehvetleri bırakmayı, insanlara cefa vesilesi olmamayı hatırlatırım. Sefillerin ve aşağı takımın sohbetlerini bırakınız. Yalnız Salih olanlarla düşüp kalkınız. İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır. Sözlerin hayırlısı da az ve anlamlı olandır. Bir olan Allah’a hamd olsun.”

Mevlana severlere selam olsun.

DİPNOTLAR:

1-Mevlana, Mesnevi ve Rubaîler
2-Necmettin Şahiner, Son Şahitler, 1/318
3-Nursî, Said, Sözler, 353
4-Bakara, 2 / 222
5-Mevlana, Mesnevi ve Rubaîler; Peygamber sevgisiyle alakalı daha geniş bilgi için bkz. Vehbi Karakaş, “Hicazlı Sevgili”,Timaş Yayınları ve “Sana Öyle Hasretim ki” Cihan Yayınları..
6-Mevlana, Mesnevi ve Rubaîler; halisiyye.com

Vehbi Karakaş
Devamını Oku »