Ahzab 16.Ayet Tefsiri

Ahzab 16.Ayet Tefsiri
Ahzab 16.Ayet Meali:

"Onlara de ki, ölümden ya da öldürülmekten kaçsanız bile bu ka­çış size asla fayda vermez. Ancak kalan ömrünüz kadar yaşarsınız."

Daha önce de belirttiğimiz gibi her milletin olduğu gibi her insanın da yazılmış, belli ve sınırlı bir ömrü ve eceli vardır. Öm­rün son anı olan ecel geldiği zaman, ölümden kaçıp kurtulmak mümkün değildir. Hatta, kişi ölmemek için savaş meydanına çık­masa veya oradan kaçsa bile, şayet vadesi orada ve o kaçtığı savaş esnasında dolmuş ise, herhangi bir sebeple, mutlaka, hem de ken­diliğinden oraya gelir ve eceli yettiği an orada ölür ya da öldürü­lür.Kaldı ki, savaştan kaçan kimse, aslında ölümden değil, sade­ce Allah'a itaatten kaçmış olur. Çünkü ölümden kaçmak mümkün değildir. Zira her gece ile gündüzün geçmesi; ölüme bir gün daha yaklaşmak anlamına gelir. Bu demektir ki, geçen her an kişiyi, zorunlu olarak ölüme yaklaştırmaktadır. 0 halde mütemadiyen ölüme doğru gidiyorken ölümden kaçıp kurtulmak mümkün müdür?



M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Hz.Peygamber'in Zeyneb İle Evlenmesi Meselesi

Hz.Peygamber'in Zeyneb İle Evlenmesi Meselesi


Ahzab,37.Ayet Meali:

“Biz bunu, evlatlıkları hanımlarını boşayıp onlardan arzularını gidermeyi sona erdirdiklerinde evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri hususunda inananlar için bir sakınca olmasın diye yaptık. Böylece Allah'ın buyruğu yerine getirilmiş oldu."

Ayette açıkça ifade edilen bu gerekçeden de anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber'in Zeyd'in boşadığı Zeynep ile evlenmesi, kendi arzu­suyla değil, tamamen Allah'ın izni ve iradesi dahilinde ve yanlış bir telakkinin toplumdan kaldırılması içindir. 0 halde bu evliliğin sebebi olarak uydurulan yakışıksız sözlerin tamamı yalandır.

Bir çok tefsirde yer verildiğine göre, güya bir gün Rasulullah (s.a.v.) Zeyd'le görüşmek için evine gider. Zeyd evde olmadığı için Peygamber'i, üzerinde dekolte bir kıyafetle Zeynep karşılar ve içeri buyur eder; 0 da bu teklifi kabul etmez ve geri dönerken "Kalplerin çeviricisi Allah'ım sen ne yücesin!" der. Zeynep de bunu işitir ve kocası eve geldiğinde bunları ona anlatır. Bu sözden Zeyd, Rasulullah'm Zeyneb'e gönlünün düştüğünü anlar ve Zeyneb'i boşayarak Peygamber’in onunla evlenmesine imkân tanır.(Zamehşari,Keşşaf,3,427...)

Kanaatimizce, özet halinde naklettiğimiz bu sözler bir çok yön­den doğru sayılamaz. Bize göre en önemlisi de şudur: Bu sözleri doğru sayanların dediği gibi, "Evet” Hz. Peygamber de insandır. Bir insanın, evli olmayan bir kadına gönlü düşüp, aşık olması da insani bir duygunun sonucudur ve tabiidir. Fakat bu doğal durum düşünülürken çok önemli olan bir ilke de gözden uzak tutulduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki, Hz. Peygamber de bir insandır. Her insa-

insani niteliklere 0 da sahiptir. Bunun aksini söylemek hem realiteye hem akla ve hem de Kur'an'a aykırı söz söylemek olur.Fakat ya gözardı edilen ya da bilinmeyen bir gerçek daha var.Şöyle ki;Hz Peygamber insandır, ama 0, herhangi bir hikmet ve kitap verdiği üsve-i insanlar arasından seçilmiş bir peygamberdir.Vahiy süreci boyunca eğitilmiş, Allah'ın tavsiye ettiği ahlak ile  ahlaklanmış,insani nitelikleri ve ahlaki güzellikleri

bakımından bir insanın ulaşabileceği en üst düzeye yücelmiş zir­vedeki mükemmel bir insandır. Normal insanlardan beklenebile­cek nefsi arzu ve şehvetle ilgili bir durumu O’ndan da beklemek ve bunu böyle mümtaz bir şahsiyete yakıştırmak, bizce en iyimser tahminle, O’nu tanımamaktan doğan büyük bir saygısızlıktır. Ayrı­ca boşanacağı bilinse bile, henüz boşanmamış olup bir başkasının taht-ı nikâhında bulunan bir kadına gözü ve gönlü, düşerek aşık olmak ve bunu bir biçimde açığa vurmak iffetsizlik olmaz mı? Dinen haram değil mi? Bu, O'nun sahip olduğu yüksek seciyesi­ne, ilmine ve hikmetine nasıl yakıştırılabilir! İşte bu gerekçeyle biz, "İçinde gizlediği şey Zeyneb’in aşkı, ona duyduğu sevgisidir." sözünü asla doğru bulmuyoruz! Bunu bir düşüncesizlik olarak değerlendiriyoruz.



M.Zeki Duman - 5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Hz.Peygamber Mü'minlere Kendi Canlarından Daha Kıymetlidir

Hz.Peygamber Mü'minlere Kendi Canlarından Daha Kıymetlidir

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا

Ahzab,6.Ayet Meali:Peygamber, mü'mirilere kendi canlarından daha değerlidir, hanımları da onların anneleridir. Akrabalar, Allah'ın Kitabı'nda birbir­lerine müzminlerden ve muhacirlerden daha ileridirler; ancak dost­larınıza örfe uygun olarak yaptıklarınız başka! Bunlar Kitap'ta böyle yazılmıştır."

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ

Pek çok müfessir gibi Celaleyn'in şarihlerinden Savî de bu ayeti şöyle izah etmiştir: Bir tehlike ya da bir iyilik karşısında kişinin nefsi ile Hz. Peygamber'in nefsi karşı karşıya kaldığında, mü'min kesinlikle Peygamberi kendisine ter­cih etmeli ve yeri geldiğinde O'nun için canını bile feda etmekten çekinmemelidir.

Hz. Peygamber mü'minler için canlarından daha değerli olunca, elbette O, insanın canından daha az kıymete haiz olan çocukların­dan, mallarından, eş ve dostlarından daha da evla olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber, başta iman ve İslam olmak üzere mü'minlerin dünyada ve ahirette sahip oldukları ve olacakları üstün meziyet ve nimetlerin hepsinin en önemli vasıtasıdır.’’

Bu ayet bir de şöyle izah edilebilir: Mü'min, Hz. Peygamber'in istediği ve teşvik ettiği şeye uymalı, aynı konuda nefsinin hoş gö­rüp arzu ettiği şeyi terk etmelidir. Çünkü Hz. Peygamber'e itaat Allah'a itaattir, O'na itaatsizlik de Allah'a isyan sayılır. Ayrıca Hz. Peygamber İlim, Hikmet ve Kitap sahibi seçkin ve faziletli bir pey' gamberdir. O sürekli olarak Rabb'inden vahiy almaktadır. Nefsi­mizin arzu ettiği şeyin hakkımızda şer olma ihtimali vardır; bazan istediğimiz şey ilme ve hikmete aykırı da olabilir, ama Hz. Peygamber'in bizim için istediği şeyde mutlaka hikmet vardır.

.......

Fuzulî'nin de söylediği gibi:

Cânımı canan eğer isterse minnet canıma

Can nedir ki anı kurban etmeyim cananıma...

Öyle ya! Nihaî amaç Rabb’imizin rızasını kazanmak olmak üze­re getirildiğimiz şu geçici sınav ortamında ancak iman ve İslam ile değer kazanabilen bu naçiz canımız ve hayatımız, onun müsebbibi olan Rasulullah (s.a.v.)’e niçin feda olmasın ki! Özellikle de bu anlayış içerisindeki fedayı can Rabb’imizin rızası ile de ödüllendiriliyorsa!...



M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

''Ancak Sana İbadet Ederiz ve Yalnız Senden Yardım Dileriz'' Anlamı

''Ancak Sana İbadet Ederiz'' Anlamı


Zemahşerî demiştir ki,ibadet, itaat ve boyun eğmenin en üst noktasıdır ve sadece Allah'a hastır; Allah'tan başkasına ibadet edilmez ve insanların emir ve yasaklarına itaat anlamında ibadet sözü kullanılmaz.

İşte, ibadet teriminin bu anlamı ve Allah Teâlâ'nın, kemal sıfat­larla muttasıf, yegâne ve gerçek ma'bud olup sayısız iyilik ve ni­metlerin sahibi olması sebebiyle biz:

‘’Ancak sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım dileriz"(Fatiha,5) diyoruz.

Bu sözün bilincinde olan ve hayatını buna göre düzenleme ba­şarısını gösteren her insan, aynı zamanda kemal-i hürriyyetini de ilan etmiş sayılır.

Ayette, sadece sana ibadet ederim ve yalnız senden yardım di­lerim, değil de çoğul olarak "Sadece sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım dileriz’’denilmesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Mesela:

1-Kimileri ister kabul etsin, ister etmesin... Allah, yaratılmışlar'ın hepsınin yegâne ma'budu ve yardım kaynağıdır. 0 nedenle “tüm yaratılmışlar olarak biz..." anlamına gelebilir.

2-Bizim gibi aklı selim ile düşünenler, istisnasız sadece sana ibadet ederiz, demek olabilir.

3-Bu inananlarda bulunması  gereken cemaat şuurunun ifadesidir,Yani Allah'ın huzurunda sadece ben değil, din kardeşlerimle beraber biz varız. Birimizin ifadesi hepimiz adınadır, birimize gelmesini istediğimîz yârdim hepimizedir, gibi.

Bu ayet bir de şöyle izah edilmiştir; "Cemi sıygasıyla zikredilen nehbud’deki zamir, üç taifeye işarettir. Birincisi: İnsanın vücudundaki bütün aza ve zerrata racidir ki, bu itibarla şükr-ü örfiyi eda etmiş olur. İkincisi: Bütün ehl-î tevhidin cemaatlerine aittir. Bu cihetle şeriate itaat etmiş olur. Üçüncüsü: Kâinatın ihtiva ettiği mevcudata işarettir. Bu itibarla şerait-i fıtriyye-i kübraya tabi olarak hayret ve muhabbetle kudret ve azametin arşı altında sacid ve abid olmuş olur.(Said Nursi,İşaretul İcaz,21)

Bu noktada bir hususa daha açıklık getirmek isteriz.Biz sadece Allah'tan değil,Allah'ın kullarından da yardım diliyoruz.Çünkü iyilikte ve takvada yardımlaşmamız,bize Allah'ın bir emridir.(Maide 2)

Öyleyse 'sadece senden yardım dileriz' sözü ne anlama gelmektedir denilebilir:

Biz biliyoruz ki insanlar, birbirlerine muhtaç olarak yaratılmış­lar ve tek başlarına üstesinden gelemeyecekleri ağır işlerinde birbirleriyle yardımlaşmak zorundadırlar. Hiçbir insan diğerinden bağımsız değildir. Yine biliyoruz ki kesin, sınırsız ve yeterli yardım sadece Allah’tan gelen yardımdır. İnsanların birbirlerine yardımı dahi Allah'ın izni, dilemesi ve muvaffakiyetiyle mümkündür. 0 dileyip izin vermedikçe hiçbir kimsenin yardımı kimseye ulaşmaz ya da fayda vermez... İşte bu yüzden biz, yardımın gerçek kaynağı­nın Allah olduğu bilinci ile insanlardan yardım dilediğimiz zaman gerçekte yardımı, sadece Allah'tan istemiş oluyoruz. Bu durum, okuduğumuz bu ayete karşı olmadığı gibi insanlardan yardım istememize mani de değildir.

Ayrıca, bizim hayatımız ve ölümümüz tamamen Allah'ın elin­dedir. Dilediği her şeyi yapma güç ve yetkisine sahip olan sadece O'dur. İnsanların, birbirine yardımı engellenebilir ama, Allah’ın lütfü ile yapmak istediğini geri çevirebilecek hiçbir güç yoktur.

M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Her Günah İçin Tevbesiz Af Beklenebilir mi ?

Her Günah İçin Tevbesiz Af Beklenebilir mi ?


“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Ama bunun dışındaki günahları dilediği kimse için bağışlar."(Nisa,48,116)

Bu ayetten anlaşılıyor ki Yüce Rabb’imiz, sadece müşrik olarak ölen kimseleri bağışlamayacaktır. Ama bunun dışındaki kimseleri, dilerse bağışlayacaktır. Ayrıca Allah Teâlâ’nın, büyük günahlardan kaçınan kimselerin küçük günahlarını bağışlayacağına dair söz verdiğini de biliyoruz. Fakat adam öldürmek, zina etmek, anne ve babanın haklarını gözetmemek gibi büyük günahlardan birini ¡işleyen kişi, ne sebeple olursa olsun, tevbe etmeye imkânı olduğu halde tevbe etmeden ölmüşse böylesi bir günahkâr kişinin affe­dilmesi beklenebilir mi? Bu hususta da ümit devam etmeli midir?.- İşte bu konu, ehl-i sünnetten olan ilim adamları ile mu’tezilî görûş sahip olanlar arasında tartışılmaktadır;

Elbette Allah Teâlâ'nm, dünyada ve ahirette bir kulu için dileyip yapmak istediği bir şeyi engelleyecek hiçbir güç yoktur; O mutlak güç sahibidir... "Allah sana bir iyilik yapmak istediği zaman, onun fazlından yapacağı bu iyiliği engelleyebilecek hiçbir güç yoktur.'' (Yunus,107)O halde Allah, bir şeyi murad etmişse, bu olur mu. olmaz mı, şeklinde tartışmak bile abesle iştigaldir... Ama suç ve ceza Allah'ın vaadi ve vaadleri, Allah'ın adaleti gibi temel ilkeler açısın­dan konuya yaklaşıldığında tartışmanın sona ermesi de mümkün değildir. Kullar hayatta olduklan ve yaşama ümit ve imkânları devam ettiği sürece Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmemelidirler. Fakat inkâr etmediği halde büyük günahlardan birini ya da bir kaçını işlemiş, tevbe etmeden ölmüş olan kimseler için de bu ümit devam etmeli  mi? Kanaatimizce asıl tartışmaya açık olan husus budur...

Ehl-î sünnetten olan ilim adamlarına göre, inkâr olmadığı süre­ce büyük ve küçük günah mü'mini dinden çıkarmaz. O sebeple günahkâr olarak ölmüş olan kişi mü’mindir ve Allah'ın onu affetmesi umulur. Mesela İmam Maturidî demiştir ki, “Gerçekte küfür örtmek demektir; günahkâr kişi Rabb'inin nimetlerini örtmemiş ve hakkını inkâr etmemiş ki imanı batıl, kendisi de kâfir olsun Örfte iman, işitmek ve tasdik etmek demektir; günah sahibi hiçbir konuda Allah'ı yalanlamadığına göre, o mü'mindir.”(Maturidi,Tevhid,syf;334) affı da beklenebilir ‘’"Sadece şirk, tevbe ile affedilir, diğerleri ise kişinin nail olacağı faziletlerle bağışlanması caiz olduğu gibi yapacağı iyiliklerle de örtülür.(Maturidi,age,338)

Mutezile mezhebinden olan ilim adamlan ise, bilhassa büyük günahtan dolayı tevbe etmemiş olan bir kimsenin affedilmesini ummayı makul bulmuyorlar. Mesela Zemahşeri, şirkin dışındaki günahlarla ilgili ayette söz konusu edilen bağışlamanın, suçlunun tevbe etmesi şartına bağlı olduğunu savunuyor. O, tevbe etmeden öldüğü takdirde, büyük günah işleyen kimsenin atfedilebileceğini teklemeyi, şaşılacak bir beklenti olarak değerlendirmiş ve şöyle demiştir; "Allah'ın, haksız yere bir mü'mini öldüren kimse ile ilgili Nisa 92. Ve 93.ayetlerdeki hükmünü okuyup duran Resulullahın;’’Allah katında dünyanın tamamen yok olması,bir müminin öldürülmesinden daha hafiftir’’Yarım kelime ile de olsa bir müminin öldürülmesine katkıda bulunan kimse,kıyamet gününde alnında Allah'ın rahmetinden ümidi kesiktir, ibaresi yazılı olarak gelecektir.' hadislerini işiten ve İbn Abbas’ın da: ‘Tevbe etmedikçe mü'minin katili affedilmez’sözünü bilen bir kimsenin, büyük günah işleyip de tevbe etmeden ölen birinin affedileceğini ummasına şaşmamak mümkün değildir!..."

Allah'ın rahmetinden ümidi kesiktir, ibaresi yazılı olarak gelecektir.' hadislerini işiten ve İbn Abbas’ın da: ‘Tevbe etmedikçe mü'minin katili affedilmez’sözünü bilen bir kimsenin, büyük günah işleyip de tevbe etmeden ölen birinin affedileceğini ummasına şaşmamak mümkün değildir!..."(M.Ali Sabuni,Ahkam Tefsiri,1/497-498)

Furkan suresinin 70. ayetinden de anlaşılabileceği gibi bu üç büyük günahtan birini ya da hepsini işlemiş olan bir kişi, zama­nında ve kabul şartlarına uygun olarak tevbe edip büyük bir piş­manlıkla Allah'tan bağışlanmasını dilemeli, iman etmeli ve geri kalan hayatını salih amel ile geçirmelidir. Tevbe etmeyi ihmal etmiş olsa bile en azından İmam Maturidî'nin dediği gibi kötülük­lerini örtebilecek iyilikler, salih ameller ile bir kısım faziletlere nail olmalı, kalan ömrünü sırat-ı müstakim üzere sürdürmelidir. Aksi halde büyük günahlardan sakınmamış, bunlardan birini ya da hepsini işlemiş olup da ömrü boyunca hiç tevbe etmemiş; kendisi­ni ıslah edip Allah'a yönelerek salih amel işlememiş kimselerin, mü'min de olsa bağışlanmalarını beklemek elbette şaşılacak bir şeydir! Kaldı ki Allah Teâlâ'nın "Siz, yasaklanan büyük günahlar­dan kaçınırsanız, biz sizin diğer günahlarınızı örter, sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdiririz."(Nisa,31) buyururken, büyük günah­lardan kaçınmayı mü'minlere bırakmış olduğu da bilinmektedir!

Özellikle büyük günahlar husususunda geleceği ihtimallere bı­rakmak, güvenilir bir yol değildir. Çünkü Cenab-ı Hak, ancak dile­diği kimsenin şirkin dışındaki günahlarını bağışlayacağını söyle­miştir. Bunda, dilerse bağışlamaz anlamı da vardır. Ya bağışlamaz­sa!

Aynca Allah, büyük günahlar olarak bilinen Allah'tan başkası­na dua eden/şirk, haksız yere adam öldüren ve zina eden kimseler hakkında: İsrafa dalmayan ve daima orta yolu takip eden mü'minler, (...) Allah'la birlikte başka bir tanrıya dua etmezler, haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymazlar ve zina etmezler. Bıılan yapanlar, cezalarını bulurlar. Bunların azabı kıyamet gü­nünde kat kararttırılır ve cehennemde önemsiz kişiler olarak ebedi kalırlar," (Furkan,68-69)dedikten sonra hemen devam eden ayette de şöyle buyurmuştur:

"Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel yapanlar başkadır, Allah onların seyyielerini hasenata çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır ve engin merhamet sahibidir."(Furkan,70-71)

Görülüyor ki Allah Teâlâ büyük günahların bağışlanmasını tevbe etme, iman etme ve salih işler yapma şartına bağlamıştır. 0 sebeple "Büyük günahlar için mutlaka tevbe şarttır." görüşü, ina­nan kimsenin lehine bir görüştür. İhmal edilmeye gelmez!

M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Ahzab 71.Ayet Meali ve Tefsiri

hzab 71.Ayet Meali ve Tefsir
Ahzab 71.Ayet Meali;

Allah da sizin işlerinizi düzene koysun ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Peygamber’ine itaat ederse kesinlikle o büyük bir zafere ermiştir."

Özü doğru olanın sözü de doğru olur; özü, sözü doğru olanın elbette işi de doğru olur. Eğer kul, özü ve sözü doğru olur, her zaman iyi niyetle işe koyulursa, yöntemi yanlış da olsa, Allah ona basiret verir yolunu düzeltir, başarıya ulaştırır, günahını da bağışlar.

Şöyle de denilebilir: Kul, özü ve sözü doğru olur, her zaman iyi niyetle işe koyulursa Allah da o kuluna karşı oldukça merhametli olur; her şeyde ona kolaylık ihsan eder, işlerini yoluna kor ve onu başarıya ulaştırır, günahlarım da siler, asla cezalandırmaz. Atalarımızın: "Doğru söylemeyenin işi rast gitmez.’’ sözü de bunu ifade etmektedir...

M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Cilbab Kavramı ve Tesettürdeki Yeri

Cilbab Kavramı ve Tesettürdeki Yeri


İslam öncesi Arap kadınları da kendi geleneklerine göre giyini­yor, başlarını bir biçimde örtüyor ve süsleniyordu. Ama kadının saygınlığını koruyacak, onu kötülüklerden uzak tutacak nitelikte bir tesettür geleneği yok idi. Evdeki kıyafeti veya tek başörtüsü ile sokağa çıktığında bir mü'min kadını diğerlerinden ayırt etmeye yarayacak farklı bir kıyafet de söz konusu değildi.(Nişaburi,Garaibul Kuran ve Reğaibul Furkan,XXI/32)  Yani uzaktan bakıldığında kadınları, kıyafetleriyle de olsa, birbirinden ayırmak mümkün olmuyordu...

Kurtubı'nın naklettiğine göre Arap kadınları, genellikle başlarina aldıkları örtüyü arkalarına doğru sarkıtıyorlar; bu yüzden boyunları, kulakları ve göğüsleri açık bulunuyordu.Kimileri de başlarını hiç örtmüyordu.

Allah Teâlâ, mü'min kadınların dışarıya çıktıkları zaman tanınmaları ve saygınlıklarının korunması;yanlışlıkla da olsa herhangi bir saldırıya maruz kalmamaları için kendilerini mümin olmayan kadınlardan ayıracak nitelikte bir örtüyü, kendilerini tanıtıcı bir alamet olarak üzerlerine almalarını şöyle tavsiye etmiştir.

Ayet: 59

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle de dışarı çıkarken cilbablarını üstlerine alsınlar Bu, onların tanınmaları ve eziyet görmemeleri için en uygun olanıdır. Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.''

Bir şeyi kendisine yaklaştırmak anlamına gelen,elbise ile gelince yani, bollaştırdı; üstten aşağıya salıverdi; saldı, sarkıttı, örttü, anlamındadır.

Lügatta örtü/deriyi örten; geniş elbise anla­mındadır. İbn Mesud, Ubeyde” Hasan el-Basrî, Said İbn Cübeyr ve daha birçoklarına göre cilbab, başörtüsünün üzerinden giyinilen rida, gömlek, Arapların bugünkü tabiriyle abâyesidir. İbn Abbas ve

İbn Mesud (ra)'dan nakledilen bir rivayete göre de cilbab,yani, abâye ve cübbe gibi elbisenin üstünden giyilen veya sırta alman geniş örtü demektir.

Kurtubî'ye göre cilbab'ın örfteki manası, bedenin tamamını ya da büyük bir kısmını örten ve başörtüsünden daha büyük bir ör­tüdür.

Müslim'in es-Sahih'inde nakledildiğine göre:Rasulallah, Şayet herhangi birimizin cilbabı yoksa ne yapalım? diye sorulduğunda Rasulullah; kardeşi, ona kendi cilbabını giydirsin,, sokağa öyle çıksın, buyurdu"(a.g.e,XIV/243)

Nesefiye göre “Cilbab’’. yatak çarşafı gibi bedenin tamamını örten büyük bir örtü,(Nesefi,Tefsir-un Nesefi,3/312)Elmalılıya göre ise ‘’Cilbab,baştan aşağı bedenin tamamını örten çarşaf,ferace,car gibi dış kisvesinin adıdır.(Elmalılı,Tefsir,VI/3929)

Nakledildiğine göre,evlerde tuvalet bulunmadığından kadınlar,genellikle akşamları def-i hacet için dışarıya çıkıyolardı.Bu esnada bir kısım namussuz erkekler, karanlıktan yararlanarak kadınlara laf atıyor veya cariyeleri uzaklara götürüyorlardı. Kadın­lar arasında, özellikle hür mü'min kadınlarla cariyeler arasında belli bir kıyafet farklılığı bulunmadığından, mü'min kadınların da zaman zaman aynı saldırıya maruz kaldıkları oluyordu. Bu kimse­ler de sorgulandığı zaman, bilmedim, ben cariye sanmıştım... gibi mazeretler ileri sürüyorlardı. İşte bu durum sebebiyle bu ayetler indirilmiştir.(İbn Kesir,Tefsir,VI/471) Kur'an-ı Kerim'de, mü'min kadınların giyim ku­şamlarıyla ilgili bununla beraber dört hüküm bulunmaktadır.

Birincisi: Nûr suresinin otuz birinci ayetinde namahrem, yani nikâhı helal olan erkeklerin yanında mü'min kadınların yüzleri ve ellerinin dışında, bedenlerinin tamamını örtmeleriyle ilgili hüküm.

İkincisi: Yine aynı ayetin devamında yer verilen baba, amca, dayı, kardeş, yeğen... gibi mahrem olan erkeklerin yanında asgari göbek ile diz kapağı arasını örtmekle ilgili hüküm.

Üçüncüsü: Nûr suresinin altmışıncı ayetinde, hayız ve nifastan kesilmiş olmakla beraber cinsel duyguları tamamen yok olmuş yaşlı kadınlarla ilgili istisnaî hüküm.

Dördüncüsü: Bu, cilbap ayetidir. İlk üç hüküm şart ve ortamın­da süreklilik arzettiği halde bu hüküm, tamamen yaşanılan toplu­mun ahlâki durumuna bağlıdır. Yaşadıkları toplumda mü'min kadınların diğerlerinden ayırt edilmemeleri sebebiyle dışarı çık­tıklarında taciz edilme ihtimali var ise, cilbab olması da şart değil, bir tedbir olmak üzere kendilerini tanıtıcı bir kıyafete veya başka bir alamete ihtiyaç vardır. Fakat mü'min kadınlar, normal teset­türleri içerisinde rahatlıkla dışarı çıkabiliyor ve herhangi bir sıkın­tı verici duruma maruz kalmıyorlarsa, o toplumda böyle bir örtüye de ihtiyaç olmaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bir kısım emirler illetine mebnidir.İllet  devam ettiği sürece, hüküm de devam eder. İllet ortadan kalktığı zaman hüküm de kalkmış sayılır.



M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Cilbab Kavramı ve Tesettürdeki Yeri

Cilbab Kavramı ve Tesettürdeki Yeri

İslam öncesi Arap kadınları da kendi geleneklerine göre giyini­yor, başlarını bir biçimde örtüyor ve süsleniyordu. Ama kadının saygınlığını koruyacak, onu kötülüklerden uzak tutacak nitelikte bir tesettür geleneği yok idi. Evdeki kıyafeti veya tek başörtüsü ile sokağa çıktığında bir mü'min kadını diğerlerinden ayırt etmeye yarayacak farklı bir kıyafet de söz konusu değildi.(Nişaburi,Garaibul Kuran ve Reğaibul Furkan,XXI/32)  Yani uzaktan bakıldığında kadınları, kıyafetleriyle de olsa, birbirinden ayırmak mümkün olmuyordu...

Kurtubı'nın naklettiğine göre Arap kadınları, genellikle başlarina aldıkları örtüyü arkalarına doğru sarkıtıyorlar; bu yüzden boyunları, kulakları ve göğüsleri açık bulunuyordu.Kimileri de başlarını hiç örtmüyordu.

Allah Teâlâ, mü'min kadınların dışarıya çıktıkları zaman tanınmaları ve saygınlıklarının korunması;yanlışlıkla da olsa herhangi bir saldırıya maruz kalmamaları için kendilerini mümin olmayan kadınlardan ayıracak nitelikte bir örtüyü, kendilerini tanıtıcı bir alamet olarak üzerlerine almalarını şöyle tavsiye etmiştir.

Ayet: 59

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle de dışarı çıkarken cilbablarını üstlerine alsınlar Bu, onların tanınmaları ve eziyet görmemeleri için en uygun olanıdır. Allah çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.''

Bir şeyi kendisine yaklaştırmak anlamına gelen,elbise ile gelince yani, bollaştırdı; üstten aşağıya salıverdi; saldı, sarkıttı, örttü, anlamındadır.

Lügatta örtü/deriyi örten; geniş elbise anla­mındadır. İbn Mesud, Ubeyde” Hasan el-Basrî, Said İbn Cübeyr ve daha birçoklarına göre cilbab, başörtüsünün üzerinden giyinilen rida, gömlek, Arapların bugünkü tabiriyle abâyesidir. İbn Abbas ve

İbn Mesud (ra)'dan nakledilen bir rivayete göre de cilbab,yani, abâye ve cübbe gibi elbisenin üstünden giyilen veya sırta alman geniş örtü demektir.

Kurtubî'ye göre cilbab'ın örfteki manası, bedenin tamamını ya da büyük bir kısmını örten ve başörtüsünden daha büyük bir ör­tüdür.

Müslim'in es-Sahih'inde nakledildiğine göre:Rasulallah, Şayet herhangi birimizin cilbabı yoksa ne yapalım? diye sorulduğunda Rasulullah; kardeşi, ona kendi cilbabını giydirsin,, sokağa öyle çıksın, buyurdu"(a.g.e,XIV/243)

Nesefiye göre “Cilbab’’. yatak çarşafı gibi bedenin tamamını örten büyük bir örtü,(Nesefi,Tefsir-un Nesefi,3/312)Elmalılıya göre ise ‘’Cilbab,baştan aşağı bedenin tamamını örten çarşaf,ferace,car gibi dış kisvesinin adıdır.(Elmalılı,Tefsir,VI/3929)

Nakledildiğine göre,evlerde tuvalet bulunmadığından kadınlar,genellikle akşamları def-i hacet için dışarıya çıkıyolardı.Bu esnada bir kısım namussuz erkekler, karanlıktan yararlanarak kadınlara laf atıyor veya cariyeleri uzaklara götürüyorlardı. Kadın­lar arasında, özellikle hür mü'min kadınlarla cariyeler arasında belli bir kıyafet farklılığı bulunmadığından, mü'min kadınların da zaman zaman aynı saldırıya maruz kaldıkları oluyordu. Bu kimse­ler de sorgulandığı zaman, bilmedim, ben cariye sanmıştım... gibi mazeretler ileri sürüyorlardı. İşte bu durum sebebiyle bu ayetler indirilmiştir.(İbn Kesir,Tefsir,VI/471) Kur'an-ı Kerim'de, mü'min kadınların giyim ku­şamlarıyla ilgili bununla beraber dört hüküm bulunmaktadır.

Birincisi: Nûr suresinin otuz birinci ayetinde namahrem, yani nikâhı helal olan erkeklerin yanında mü'min kadınların yüzleri ve ellerinin dışında, bedenlerinin tamamını örtmeleriyle ilgili hüküm.

İkincisi: Yine aynı ayetin devamında yer verilen baba, amca, dayı, kardeş, yeğen... gibi mahrem olan erkeklerin yanında asgari göbek ile diz kapağı arasını örtmekle ilgili hüküm.

Üçüncüsü: Nûr suresinin altmışıncı ayetinde, hayız ve nifastan kesilmiş olmakla beraber cinsel duyguları tamamen yok olmuş yaşlı kadınlarla ilgili istisnaî hüküm.

Dördüncüsü: Bu, cilbap ayetidir. İlk üç hüküm şart ve ortamın­da süreklilik arzettiği halde bu hüküm, tamamen yaşanılan toplu­mun ahlâki durumuna bağlıdır. Yaşadıkları toplumda mü'min kadınların diğerlerinden ayırt edilmemeleri sebebiyle dışarı çık­tıklarında taciz edilme ihtimali var ise, cilbab olması da şart değil, bir tedbir olmak üzere kendilerini tanıtıcı bir kıyafete veya başka bir alamete ihtiyaç vardır. Fakat mü'min kadınlar, normal teset­türleri içerisinde rahatlıkla dışarı çıkabiliyor ve herhangi bir sıkın­tı verici duruma maruz kalmıyorlarsa, o toplumda böyle bir örtüye de ihtiyaç olmaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bir kısım emirler illetine mebnidir.İllet  devam ettiği sürece, hüküm de devam eder. İllet ortadan kalktığı zaman hüküm de kalkmış sayılır.



M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Hamd ile Şükür

Hamd ile ŞükürIbnu'l-Esir demiştir ki, “Hamd ile şükür birbirine yakın manalar taşırlar. Ancak hamd, şükürden daha geneldir. Bir insanı zatî sıfatları sebebiyle övdüğünüz gibi iyilikleri sebebiyle de övebilirsiniz. Fakat onun sadece iyiliğine teşekkür edersiniz; iyiliği olmadan ya da güzel nitelikleri sebebiyle ona teşekkür edemezsiniz Çünkü şükür ve teşekkür mutlaka bir karşılıktır.’’(İbn Esir,en-Nihaye fi Garibi'l Hadis ve'l Eser,Beyrut,1,437)

Methetmek: Hamd, güzelliği ve üstünlüğü sebebiyle yalnız övgüye değer olanı, övmek anlamına gelirken meth, hak etsin etmesin, bir kimseyi ya da nesneyi övmek anlamında kullanılır. Bir nesne, ancak layık olduğu için hamde konu olurken; layık olmadığı halde, hatta övülmekten çok uzak olmasına rağmen bir şey methedilmiş olabilir.
Rağıb el-İsfehanî'ye göre meth ile hamd arasındaki fark şöyledir: ‘’Meth, kişinin hem yaratılışında bulunan hem de kendi iradesi ile kazandığı meziyetlerini, hamd ise, kişinin sadece iradesi ile edindiği, faydası başkalarına yönelik olan meziyetlerini dile getirmektir.’’(Rağıb el İsfehan,El Müfredat,HMD Mad.)

O halde denilebilir ki hamd, güzel ve yüce olanı hiçbir karşılık beklemeden iyi bir lisan ile ifade etmek, şükür ise yine iyi ve güzel olana, bir iyiliği sebebiyle veya başka bir sebepten ötürü teşekkür etmek demektir. Birincisinde hamde sebep, iyi ve güzel olanın bizzat kendisi, İkincisinde ise ondan gelen iyiliktir. Birincisi karşılık değilken, İkincisi ise tamamen bir karşılıktır... Aynı şekilde Hamd, yalnız iradeye dayalı olarak kazanılan, mutlak olarak övgüye layık olan ve hak eden için, meth ise, aynı zamanda layık olmayan ve hak etmeyen için de kullanılır.

....

Hamd kelimesinin başındaki ‘E,L, istiğrak içindir, deni­lir. Yani cinsin tamamını kapsamaktadır. Allah Teâlâ tüm varlık ve nimetlerin asıl yaratıcısı ve sahibi olması sebebiyle Hamd'in ta­mamı Allah'adır. Bu nedenle denilmiştir ki, bir insan, sanatı ya da başka üstünlükleri sebebiyle bir kişiyi övse, yine Allah'ı övmüş sayılır. Çünkü övülen insandaki yeteneği ve tüm güzellikleri ona bahşeden Allah’tır. Bu yüzden onun övülmesi, Allah’ın övülmesi olur. "el" takısının Ma'rife anlamı ise, “Mutlak Övgü” anlamına gelir. Bu da sadece Allah'a özgüdür.

Hz. Peygamber’in şu sözleri de bunu ifade etmektedir: "Al­lah’ım! Senin yüceliğin bütün yüceliklerin üstündedir, senin hamdin de tüm hamdlerin üstündedir. “ Hamd, Allah için olunca, bu aynı zamanda şükür/teşekkür etmek anlamına da gelir. Çünkü Allah'ın sıfatlarının tamamı mutlak övgüye layıktır ve hepsi de aynı za­manda yaratılmışlara, özellikle de biz insanlara O'nun emsalsiz lütfü ve ihsanıdır. İşte bu nedenle ‘elhamdulillah’dediğimizde, aynı zamanda Allaha şükrü de ifa etmiş oluruz.



M.Zeki Duman, 5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »

Her Günah İçin Tevbesiz Af Beklenebilir mi ?



“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Ama bunun dışındaki günahları dilediği kimse için bağışlar."(Nisa,48,116)

Bu ayetten anlaşılıyor ki Yüce Rabb’imiz, sadece müşrik olarak ölen kimseleri bağışlamayacaktır. Ama bunun dışındaki kimseleri, dilerse bağışlayacaktır. Ayrıca Allah Teâlâ’nın, büyük günahlardan kaçınan kimselerin küçük günahlarını bağışlayacağına dair söz verdiğini de biliyoruz. Fakat adam öldürmek, zina etmek, anne ve babanın haklarını gözetmemek gibi büyük günahlardan birini ¡işleyen kişi, ne sebeple olursa olsun, tevbe etmeye imkânı olduğu halde tevbe etmeden ölmüşse böylesi bir günahkâr kişinin affe­dilmesi beklenebilir mi? Bu hususta da ümit devam etmeli midir?.- İşte bu konu, ehl-i sünnetten olan ilim adamları ile mu’tezilî görûş sahip olanlar arasında tartışılmaktadır;

Elbette Allah Teâlâ'nm, dünyada ve ahirette bir kulu için dileyip yapmak istediği bir şeyi engelleyecek hiçbir güç yoktur; O mutlak güç sahibidir... "Allah sana bir iyilik yapmak istediği zaman, onun fazlından yapacağı bu iyiliği engelleyebilecek hiçbir güç yoktur.'' (Yunus,107)O halde Allah, bir şeyi murad etmişse, bu olur mu. olmaz mı, şeklinde tartışmak bile abesle iştigaldir... Ama suç ve ceza Allah'ın vaadi ve vaadleri, Allah'ın adaleti gibi temel ilkeler açısın­dan konuya yaklaşıldığında tartışmanın sona ermesi de mümkün değildir. Kullar hayatta olduklan ve yaşama ümit ve imkânları devam ettiği sürece Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmemelidirler. Fakat inkâr etmediği halde büyük günahlardan birini ya da bir kaçını işlemiş, tevbe etmeden ölmüş olan kimseler için de bu ümit devam etmeli mi? Kanaatimizce asıl tartışmaya açık olan husus budur...

Ehl-î sünnetten olan ilim adamlarına göre, inkâr olmadığı süre­ce büyük ve küçük günah mü'mini dinden çıkarmaz. O sebeple günahkâr olarak ölmüş olan kişi mü’mindir ve Allah'ın onu affetmesi umulur. Mesela İmam Maturidî demiştir ki, “Gerçekte küfür örtmek demektir; günahkâr kişi Rabb'inin nimetlerini örtmemiş ve hakkını inkâr etmemiş ki imanı batıl, kendisi de kâfir olsun Örfte iman, işitmek ve tasdik etmek demektir; günah sahibi hiçbir konuda Allah'ı yalanlamadığına göre, o mü'mindir.”(Maturidi,Tevhid,syf;334) affı da beklenebilir ‘’"Sadece şirk, tevbe ile affedilir, diğerleri ise kişinin nail olacağı faziletlerle bağışlanması caiz olduğu gibi yapacağı iyiliklerle de örtülür.(Maturidi,age,338)

Mutezile mezhebinden olan ilim adamlan ise, bilhassa büyük günahtan dolayı tevbe etmemiş olan bir kimsenin affedilmesini ummayı makul bulmuyorlar. Mesela Zemahşeri, şirkin dışındaki günahlarla ilgili ayette söz konusu edilen bağışlamanın, suçlunun tevbe etmesi şartına bağlı olduğunu savunuyor. O, tevbe etmeden öldüğü takdirde, büyük günah işleyen kimsenin atfedilebileceğini teklemeyi, şaşılacak bir beklenti olarak değerlendirmiş ve şöyle demiştir; "Allah'ın, haksız yere bir mü'mini öldüren kimse ile ilgili Nisa 92. Ve 93.ayetlerdeki hükmünü okuyup duran Resulullahın;’’Allah katında dünyanın tamamen yok olması,bir müminin öldürülmesinden daha hafiftir’’Yarım kelime ile de olsa bir müminin öldürülmesine katkıda bulunan kimse,kıyamet gününde alnında Allah'ın rahmetinden ümidi kesiktir, ibaresi yazılı olarak gelecektir.' hadislerini işiten ve İbn Abbas’ın da: ‘Tevbe etmedikçe mü'minin katili affedilmez’sözünü bilen bir kimsenin, büyük günah işleyip de tevbe etmeden ölen birinin affedileceğini ummasına şaşmamak mümkün değildir!..."

Allah'ın rahmetinden ümidi kesiktir, ibaresi yazılı olarak gelecektir.' hadislerini işiten ve İbn Abbas’ın da: ‘Tevbe etmedikçe mü'minin katili affedilmez’sözünü bilen bir kimsenin, büyük günah işleyip de tevbe etmeden ölen birinin affedileceğini ummasına şaşmamak mümkün değildir!..."(M.Ali Sabuni,Ahkam Tefsiri,1/497-498)

Furkan suresinin 70. ayetinden de anlaşılabileceği gibi bu üç büyük günahtan birini ya da hepsini işlemiş olan bir kişi, zama­nında ve kabul şartlarına uygun olarak tevbe edip büyük bir piş­manlıkla Allah'tan bağışlanmasını dilemeli, iman etmeli ve geri kalan hayatını salih amel ile geçirmelidir. Tevbe etmeyi ihmal etmiş olsa bile en azından İmam Maturidî'nin dediği gibi kötülük­lerini örtebilecek iyilikler, salih ameller ile bir kısım faziletlere nail olmalı, kalan ömrünü sırat-ı müstakim üzere sürdürmelidir. Aksi halde büyük günahlardan sakınmamış, bunlardan birini ya da hepsini işlemiş olup da ömrü boyunca hiç tevbe etmemiş; kendisi­ni ıslah edip Allah'a yönelerek salih amel işlememiş kimselerin, mü'min de olsa bağışlanmalarını beklemek elbette şaşılacak bir şeydir! Kaldı ki Allah Teâlâ'nın "Siz, yasaklanan büyük günahlar­dan kaçınırsanız, biz sizin diğer günahlarınızı örter, sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdiririz."(Nisa,31) buyururken, büyük günah­lardan kaçınmayı mü'minlere bırakmış olduğu da bilinmektedir!

Özellikle büyük günahlar husususunda geleceği ihtimallere bı­rakmak, güvenilir bir yol değildir. Çünkü Cenab-ı Hak, ancak dile­diği kimsenin şirkin dışındaki günahlarını bağışlayacağını söyle­miştir. Bunda, dilerse bağışlamaz anlamı da vardır. Ya bağışlamaz­sa!

Aynca Allah, büyük günahlar olarak bilinen Allah'tan başkası­na dua eden/şirk, haksız yere adam öldüren ve zina eden kimseler hakkında: İsrafa dalmayan ve daima orta yolu takip eden mü'minler, (...) Allah'la birlikte başka bir tanrıya dua etmezler, haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymazlar ve zina etmezler. Bıılan yapanlar, cezalarını bulurlar. Bunların azabı kıyamet gü­nünde kat kararttırılır ve cehennemde önemsiz kişiler olarak ebedi kalırlar," (Furkan,68-69)dedikten sonra hemen devam eden ayette de şöyle buyurmuştur:

"Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel yapanlar başkadır, Allah onların seyyielerini hasenata çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır ve engin merhamet sahibidir."(Furkan,70-71)

Görülüyor ki Allah Teâlâ büyük günahların bağışlanmasını tevbe etme, iman etme ve salih işler yapma şartına bağlamıştır. 0 sebeple "Büyük günahlar için mutlaka tevbe şarttır." görüşü, ina­nan kimsenin lehine bir görüştür. İhmal edilmeye gelmez!

M.Zeki Duman,5 Surenin Tefsiri
Devamını Oku »