Kafirlerin Kur'anın Hakikatini Anlamamaları

Kafirlerin Kur'anın Hakikatini Anlamamaları

Ne dersin, Ebû Cehil ve Ebû Leheb Kur’ân’ı anladılar mı anlamadılar mı? Arapça ve harf yönüyle anladılar, ancak onun hakikatine karşı kördüler. Kur’ân onlardan şöyle haber verdi: “Onlar birtakım sağırlar, dilsizler, körlerdir.”(Bakara,18) Ey Aziz! Bil ki Kur’ân müşterek lafza delalet eder. Yâni bâzen Kur’ân lafzıyla onun harf ve kelimeleri kastedilir, bu mecâzîdir. Bu makamda kâfirlerin Kur’ân’ı dinlemeleri husûsunda Allah şöyle buyurur: “Ve eğer müşriklerden bir kimse senden aman dilerse artık ona aman ver. Tâ ki, Allah’ın kelâmını dinlesin.”(Tevbe,6)

Fakat gerçekte Kur’ân denilir­ken sâdece onun hakikati kastedilir. Kâfirlerin işitmediğine işâret edilen makamda» Kur’ân’dan kasıt onun hakikatidir. “Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın,”(Neml,80) “Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık koyduk.’’(Enam,25) gibi âyetler bu anlamda gelmiştir. Ebû Leheb Kur’ân’dan “Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.”(Tebbet,1) dışında bir şey duyamadı Ebû Cehil “De ki: Ey kâfirler”(Kafirun,1) hâricinde ondan bir şey anlamadı Oysa Hz. Ebû Bekir ve Ömer “eli kurusun” ve “De ki: Ey kâfirler” ifâdelerinden başka bir şey anladılar. Bir çocuk aslan, kurt ve yılan lafızlarında harf görür, oysa büyükler onların mânâsını görür. Ebû Leheb ve Ebû Leheb’in duyduklarını Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de işittiler, fakat Ebû Bekir ve Ömer’in anladıklarına Ebû Leheb ve Ebû Cehil için yol yoktur. “Ve Biz onların önlerinde bir sed ve arkalarında bir sed vücuda getirdik, öylece onları sarıverdik. Artık onlar göremezler.”(Yasin,9)

Başka bir yerde Allah şöyle buyurdu: “Ve Kur’ân’ı okuduğun zaman seninle âhirete îmân etmeyenler araşma örtecek bir perde çekeriz.”(İsra,45) Bu yabancılık perdesi kalkmadığından, onların Kur’ân’ın cemâlini görmelerine izin verilmemiştir.
Hz. Ömer bu mevzûda şöyle demiştir: “Kur’ân’da düşman­lar zikredilmez ve kâfirlere hitap yoktur.” Kur’ân’da yabancılardan bahsedilmez, kâfirler muhâtap alınmaz. Ey dost, Kur’ân’da bu kimselerden bahsedilmesi ve Allah’ın kendi dostlarına bu kişileri hatırlatmasının sebebi, dostların ne kadar büyük şerefe nâil olduk­larını bilmeleri içindir. Bunlardan bahsetmek dostlar sebebiyledir, aksi hâlde kendilerinden ibret alınması için zikredilen Ebû Leheb, Ebû Cehil ve Firavun’un Kur’ân’da anılmasının ne faydası vardır?

Aynülkudat Hemedani – Temhidat (Dergah yay.)
Devamını Oku »

Bütün nefsler ölümü tadacaktır

İnsan ancak kendinden gafil,olduğunda ''zaman”  hakikatini unutuyor. Onun da bir yaratık olduğunu, onun da vadesinin dolacağını unutuyor..

Gecenin karanlığı sizi sarıpta gözleriniz uykuyla kapandığında zamanın geçişini fark ediyor musunuz ? Eğer belirli vakitlerle ilginiz yoksa, zamanın hiç yürümediğini zannedebilirsiniz. Ama o, sizin gafletinizin dışında, siz onun farkında olsanızda, olmasanız da kendi vadesini doldurmak üzere, fakat ne acele ederek, ne de geciktirerek yürüyüp gitmektedir.

İnsana, zamanı unutturan onun kendi içindeki süreklilik duygusudur bir bakıma. İnsandaki sürekli olma duygusu, 'ölüm' gerçeğiyle zıttır. Ölüm şahsen tecrübe edilmesi mümkün olmayan bir gerçektir. İnsan olarak, vukuundan mutlak şekilde emin olduğumuz, fakat inanmadığımız bir gerçektir ölüm. Daha doğrusu, şöyle demek lazım: insanda doğuştan gelen bir ölüm fikri yoktur,bu fikri insan sonradan edinmiştir. Ölüm tecrübe edilmesi imkânsız bir olgu olduğundan (çünkü bir kez tecrübe etmek zaten ölmek olacaktır), yani dolayısıyla şahsî tecrübemizin dışında bulunduğundan, bir anda bize basit görünen bu gerçek (ölüm gerçeği) Kuran'da insanoğluna hem bir ikaz, hem hatırlatma olarak vurgulanmıştır: "Bütün nefsler ölümü tadacaktır."

Bu ikaz ve hatırlatmanın içinde, insanı kendi nefsinde hissettiği süreklilik (ebedîlik) duygusunun vehimden ibaret olduğunu idrak ettiren bir başka hikmet de gizlidir.Kur'anın bu ayeti ile biz, ölümün bilgisinden çıkıp daha üst düzeyine yükseliyoruz. Yani ölümün gerçekliği mücerret bir bilgi olmaktan çıkıp kendisine iman edilmesi farz olan bir gerçeklik niteliğine giriyor.Böylece,içimizdeki sürekli olma ebedilik duygusunun nefsimizin bir iğvası olduğunu idrak ediyoruz.

Kaynak:

Rasim Özdenören-Yeniden İnanmak
Devamını Oku »

Affediliş

Affediliş

Toprak, nankörlüğü affetmiyor; tekrar tekrar vermek için kendine tohumu bağışlayan şükranı bekliyor. Sema gafleti affet­miyor; yeryüzüne rahmet indirmek için güneşten şefkat bekliyor.. Affetmek ve edilmek, insan içindir. Ancak affın bir hovarda bah­şişi olduğunu sanmak hatadır. Affetmek, akılların üstünde sultan olan kalbin hareketi olduğu gibi affedilmek de insanın bizzat kendi kalbinde inkılâp yapmasiyle kendisine sunulan zafer hediyesidir. Şüphe yok ki affın fermanım hazırlayan kalptir. Hesapça akıl onu anlamasa da kalp kendi kahramanına affı bağışlıyor. Affeden insan da affedilen gibi kalbini yükseltmiş, “insan kalbi böyle olur” dedir­tecek olgunluğa ulaştırmış olmalıdır.

Affın asıl sahibi Allah'tır. İnsan da Allah sevgisiyle affediyor ve ancak Allah sevgisine sahip olanlar affetmesini biliyorlar. İnti­kam duygusu af ile asla bağdaşamıyor. Allahsız insan affedemi­yor. Varlık hakkında duyulan sonsuz sevgi, durmadan yeryüzünde af taşımaktadır. Aşk ile beslenen, zekâ ve hesap mahsulü olma) af, fenalıkları himaye edici af değildir; o, günahları temizleyicidir. Lâkin kimler bu atfa lâyıktır? Hangi günahlar af ile temizlenirde dünyamız kinlerin cehenneminden kurtulur ve muhabbetlerin cenneti haline getirilir?

Nefsine karşı samimiyetsizliğin affı olmadığını biliyoruz. İşlendikten  sıra nefsinin huzurunda samimi lisanla hesap veren ve yaptığının ıstırabını çekmekten usanmayan günah atfedilir. Kendini günahsız bilen zahitler değil, günahlarının affı için,damarlarındaki kan misâli gözlerinden gönüllerine durmadan akıtan âşıklar affedilir. Bir günahkârın günahlarını liste halinde yazıp eline veriyorlar, '‘Oku bunu!” diyorlar. O kadar ağlıyor ki göz yaşlariyle buğulanan manzarası günah yazısını göstermiyor. Gözyaşları günâhlarını yıkayıp affettiriyor. Çok teşbih çekenlerden ziyade, ümitsizlikle yıpranan yetimin yüzünü ümit ile güldürenler atfedilecek. Bedende suç işleyenler affedilse de ruhlara ümitsizlik, yeis ve korku dolduranlar affedilmeyecek. Sarhoş, affını arayan kalbe sahip olunca Levh-i Mahfuz’da onu hazır bulacak. Lâkin fitne ile riyânın sahipleri affolunmayacak.

Şeytan taşlayanlardan ziyade bedbahtları sevindirenler affa uğrayacaklar. İnsanoğluna acı çektirenler, insan ruhunu takdis edenler affolunmayacaklar. Rab-binin affına uğramak için insanlar elinde işkence edilenler ne bahtiyardırlar! Bir hatâyı, çektiği bin mihnetle sildirenler, Allah’ın yeryüzünde affederek huzuruna tertemiz çıkaracağı kullardır. Gön­lündeki bir yarayı bir ömür süren gözyaşlariyle yıkayıp temizleyen kahramanlar, affın cennetinde en yükseklere tırmanmaktan başka dileği olmayan âşık gönüllerdir. Affını kolaylıkla kazanmak iste­yen ona ulaşamaz. En ufak günâhın affı için feda edilecek bütün bir ömrün huzuru çok görülmemelidir. Affı biz istediğimiz o, dünyadan ve ömürlerden paha pahalıya alınır. Onu Rabbimiz bağışladığı anda bir hulasa bin günah bağışlıyor, bir aşka net sunuyor. Bazan bir günahın affı için bin niyâz lâzım bazan da bir niyâz bin günahı temizliyor.

Müminin yüzünde, bakışlarında bile affeden rahmetle affını isteyen alçalış birleşmiş görünüyor. Ezan seslerini gönülle dinleyiniz: Âleme affı, rahmet serpiyorlar. Müminin huzurunda temaşa  ettiğimiz manzara, yine rahmetle affın aşk ile çerçevelenmiş ufuklarıdır.

Affediliş, ona lâyık olan kalbin en asil kurtarıcısıdır.O affeden kalbi de aynı hareketle kurtarır İnsanın tabiatına ve kalbinin isteklerine bakılınca. "Allah bizi günah işlemek için yarattı.’’demektense. "Allah bizi affedilmek için yarattı.’’demek ilahi niyyet   ve iradeyi daha doğru anlatmak olacaktır.

Kur’an, affın en büyük kitabıdır. Yeryüzü, her tarafına affın ekildiği bahçe ise, insan kalbi ona affın iksirini serpen ilâhi ema­nettir. Günahlarımızdan affedilerek insanlaşıyoruz, ölümle ebedi affın sırrına ereceğiz. Varlığın sonsuz zevkini tatmak isteyenler, gönül bahçesinin güllerinden af kokulan çıkaranlardır. Affetmeyeni varlık, kendinde helâk oluyor. Affetmek iradesini elde edemeyen mefluç ruh, ruhları kurtaramıyor.Gerçek zafer, gerçek saadet, sana  zulmedenleri, seni affetmeyenleri bile affedebilmekdir.

Nurettin Topçu,Var Olmak
Devamını Oku »