Marifetin Cevabını Beyan Eder

Marifetin Cevabını Beyan Eder

Alemin kutbu buyurur:

Gönül büyük bir şehirdir.Noksan sıfatlardan uzak olan Yüce Allah, (yerden) arşa değin neyi yarattı ise o şehirde vardır ve o şehre sığar. Hem o büyük şehirde iki sultan vardır. Birisi Rahmânî, birisi Şeytanîdir. Rahmânî sultanın adı akıl, vekili îmândır, komutanı miskinliktir.

Kalbin sağ tarafında yedi kale vardır. Her kalede Yüce Allah bir muhafız, vekil koymuştur. Muhafızların her birinin adı bilinmektedir.



İlk muhafızın adı ilimdir.

İkinci muhafızın adı cömertliktir.

Üçüncü muhafızın adı ar ve hayâdır.

Dördüncü muhafızın adı sabırdır.

Beşinci muhafızın adı perhizkârlık (aşırı istekleri sınırlamaktır.

Altıncı muhafızın adı korkudur.

Yedinci muhafızın adı edeptir.
Herhangi bir muhafızın yüz bin hizmetkârı vardır. Herhangi bir hizmetkârın yüz bin askeri vardır. Bunların tamamı iman bekçisidir.


Şimdi ey azizim! Bu işleri tamamladık. Cenab-ı Hak'dan istedik.


Marifet hatıra geldi ve beş giysi alıp geldi. İlki ilham, ikinci giysi anlayış, üçüncü giysi aşk, dördüncü giysi şevk, beşinci giysi muhabbettir.


Ne zaman cana değdi, can dirildi. Akla uygun geldi ve geleni gideni anladı. Zira her şey can ile dirilir; can, marifetle dirilir. Marifetli can, erenler canıdır. Marifetsiz can, hayvanlar canıdır. Can ölü müdür, yoksa diri midir? Âşık olanların tenleri ölür, ama canları ölmez.


Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın."(1) O arifler sultanı şeyhler madeni Seyyid Sadeddin buyurur:


O can ki kıymetini aşktan alır;


bütün canlar ölünce işte bu can diri kalır.


Aşk dirliğini alalım, bu dirlikten kalalım; ölmez dirlik bulalım; çünkü can dostlar birleşir.


Ancak can ikidir. Biri can diğeri cânân. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir,"(2) Fakat katımızda can beştir. Ancak bu sözü anlamak çok güç iştir. Âdemin manası da üçtür. Kendini bilmek çok güçtür. Kendini bilmeyen için bu söz hiçtir.


Kendini bilmek dilersen kitapta yazdım, üçtür.


Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı..."(3) Ayrıca sizin içinizde Mevlâ'yı isteyen de vardır.


Bu ayetin manasını şöyle bil ki öncesiz ve sonsuz olan Allah buyurur;


Ey kullarım! Görmeyi göz ile mi sanırsınız? Konuşmayı dil ile mi sanırsınız? Yürümeyi ayak ile mi sanırsınız? Bağışlanmayı ibadet ile mi sanırsınız? Öfkelenmeyi günah ile mi sanırsınız? Yanmayı ateş ile mi sanırsınız? Âdem (a.s.)'a cennet içinde öyle bir azab çattı ki cehennemde o azab yok idi. İbrahim'e de ateş içinde bir bahçe verdim ki o bostan cennet içinde yoktu. Ve Firavun'u Nil içinde boğdum ve Musa'yı Firavun'dan kurtardım. Dostumu koruyup düşmanlarımı helak ettim. Ve hem yüz bin ve binlerce yüz bin meleklerimi yaktım, hiç birinin küçücük bir günahı yoktu. Ve hem yüz bin insanı bağışladım, hiç birinin küçücük bir ibâdeti dahi yoktu. Her neyi yaparım çünkü Kadir'im, gücüm yeter. Kimi istersem ağlatırım, kimi istersem güldürürüm. Benim bildiğimi siz bilemezsiniz. Ancak benim iyiliğim korku ile ümit arasında olanadır. Bizim sözlerimiz hemen canı açıklamaktır.


Onlar ki gönülleri müşevveş, yani karışık olanlardır. Gönülleri kibirli, canları inatçıdır. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim!" diye sorulduğu an "hayır" diyenlerdir. Hayvandan daha aşağıdadırlar.


İnsan ilminde öğrendin:


Birinci cana, "cismâni" derler, diri kalır; diken batmasını veya kıl çekilmesini duyar.


İkinci cana, "yeme ve içme" derler; yedirir ve içirir. Acıkmayı ve susamayı bildirir.


Üçüncü cana, "ruhâni" derler. Beden uyuyunca o can uyanır. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: " Uykunuzu bir dinlenme kıldık. "(4) Ve üç kişinin günahları yazılmaz. İlki ergenlik çağına gelmemiş çocuğa, ikinci uyuyana, üçüncü deliye.


Gece olunca ses uzağa gider, gündüz gitmez. Zîrâ gece olunca insanoğlu dünya günahından temizlenir. Ses uzağa varır, engel az olur. Ne zaman ki gündüz olur, günahlar birbirine karışır ve engel olur. Onun için ses uzağa varamaz.


Birçokları demişlerdir ki:


Uyku ten rahatlığıdır. Ve hem can da binek hayvana benzer. Ten canın bineğidir. Sıcak, soğuk, tatlı, acı, can sebebiyle ten de hisseder. Hayvanlar da dikene düşmezler. Köy yolunu bilir ve şaşırmazlar. Ancak Hak yolunu bilmezler. Gönül gözü kör olanlar da, hayvanlar gibidirler; Hak yolunu göremezler. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) buyurur: Hak teâlâ insana dört göz verdi: ikisi baş gözü ve ikisi gönül gözü. Baş gözüyle halkı görür, gönül gözüyle Hâlık'ı görür.


Âhireti isteyenler var ya, bunlar korku ve ümit topluluğudur. Mevlâyı isteyenler var ya, bunlar müşâhede topluluğudur. 0 halde şimdi bir kimsenin gönül gözü olmasa gönülden ne haberi olur? Bir kimse şeker yememiş olsa adını işitmekle tadından ne haberi olur? Üçüncü can açıklandı.


Dördüncü can marifettir. Ey azizim! Can bahçeye benzer, marifet sudur. İşte susamış bahçeye su ne yaparsa marifet de canı öyle yapar. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"Allah nezdinde hak din Islâm'dır."(5)


Bundan dolayı ey azizim! Hak sizlere iki bahçe donattı: Biri din bahçesi, diğeri iman bahçesidir. Marifet suyunu gönlüne akıttı. Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:


"...ve onu gönüllerinize sindirmiştir."(6)


Şimdi ey azizim! Sizler sanmayın ki iki bostan bekçisiz bırakılmıştır. Bir kimse bahçe ekecek olsa, önce duvarını yapar, sonra yerini yumuşatır. Sonra türlü nimetler eker, bahçeyi sular, döner yabâni ayrık otlarını dışarı atar ve ortasına bir korkuluk diker, yemişler olgunlaşınca korkuluğu da dışarı bırakır. Yemişleri toplayıp dost ve kardeşleri ile yiyip Allah'a şükür ederler. Şanı yüce olan Allah buyurur:


“Ey kullarım! Sîzlerdeki bahçeyi lutfumla beraber bekledim. Çevresine rahmetimle duvar kıldım. Dinginlikle gönlünüzde tevhîd tohumunu bitirdim ve tevhîd ağacında yemiş meydana getirdim. Marifet suyuyla suladım ve yabâni otları ve dikenini temizledim. Düşmanlık tarafından uzak bıraktım. Günahınızı ortadan uzaklaştırdım. Düşmanınız şeytan görmeye gelir, ortada dikilen günahınızı görüp “Rabbinize isyankârmışsınız." der, tamahını keser. Kıyamet günü olduğunda, günahlarınızı dışarı bırakırım. Kendi fazlımla kulluğunuzu af denizine kor, âlemlere gösteririm. Sizleri cömertliğimle sevinçli ve mutlu ederim.'


Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah'ın (verdiği) rengiyle boyandık."(7) Yüce Allah iyilik ve cömertliğinden buyurur: "Ey Sevgili Kullarım! Beni isteyin, sizde bulunayım. Ve ey âsîler! Özür dileyin affedeyim. Zira gök ağlar, yer güler ve gökten yağar, yerden biter." Yani sizden ağlamak ve benden günahınızı bağışlamak demek olur. Şimdi sözü bırakmak yok. Ve hem dostları Cenab-ı Allah'ı şüphesiz bir gerçeklik içinde buldular. Zira ki kesin bilgidir (İlme'l-yakin). Biri de zannî bilgidir. Şu halde dedikodu davası İI-me'l-yakin âbidlerindir. Ancak tefekkür, sohbet, vilâyet beklemek hakka'l-yakîn ariflerindir. Ama münâcât ve müşâhede dostlarındır. Bundan başka, ezelî dervişlik ebedî mutluluktur. Kime nasip olsa rahatlık onundur.

--------------------


Dinotlar:

(1)- Âl-i imrân, 3/169.

(2)- İsrâ, 17/85.

(3)- Al-i imrân, 3/152.

(4)- Nebe, 78/9

(5)-Âl-i Imrân, 3/19.

(6)_ Ayetin (Hucurât/7) bütün olarak manası şöyledir: "Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır."

(7)- Bakara, 2/138.


Kaynak: Makalat Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları

Devamını Oku »

Şeytan'ın Halleri

Şeytan'ın Halleri

İkinci sultan şeytandır.


Nefis ise şeytanın vekilidir. Komutanları ise kibir, hased, buhl (cimrilik) açgözlülük, öfke, kahkaha ve maskaralıktır. Sözü geçen bu yedi fiil muhafızlardır. Bundan dolayı kalbin sağ tarafında yedi kale vardır. Her kalede bir muhafız görevlendirilmiştir. Her bir muhafızın yüz bin komutanı vardır. Şimdi, hased ve buhul, dünyayı terk etmekle; bunların tamamı sabr etmekle imana erer.


Ancak kibrin kaynağı şeytan, alçak gönüllülüğün ise Rahmân'dır. O halde ne zaman ki kibir gelse, alçak gönüllülüğü O'na havale eder. Ne zaman ki hased gelse, ilmi O'na havale eder. Buhlün aslı ise şeytandır, cömerdliğin aslı da Rahmân'dır. Ne zaman ki buhül gelirse, cömertliği O'na havale etmek gerkir.


Cömertlik dört çeşittir:


İlki, mal cömertliği, zenginlerindir.


İkinci, beden cömertliği, gâzilerindir.


Üçüncü, can cömertliği, âşıklarındır.


Dördüncü, gönül cömertliği, âriflerindir.


Şimdi esas yapılması gereken, kişinin yönünü Allah isteğine çevirmesidir. Zira edep dileyen korkuyu sever. Korku dileyen hata yapmaktan sakınmayı sever. Hata yapmaktan sakınmayı dileyen sabrı sever. Sabır dileyen utanmayı sever. Utanmayı dileyen cömertliği sever. Cömertliği dileyen miskinliği sever. Miskinliği dileyen ilmi sever. İlmi dileyen marifeti sever. Marifeti dileyen canı sever. Canı dileyen aklı sever ve aklı dileyen yüce Allah'ı sever. Allah buyruğuna müjde on iki çeşit nesnedir. Bu on iki çeşit nesne birbirine vekildir.Ve bunlar iman kumandanının önderleridir. Şimdi çok sakınmak gerekir ki eğer bu on iki türlü nesnenin birisi eksik olsa iman doğru olmaz. O halde en üst makam bunlardır. Bunları korumayan Allah'dan uzak olur, ve bilmekten dahi uzak olur. Allah'ın cemalini görmekten mahrum kalır.


Maskaralığı dileyen gülmeyi sever. Gülmeyi dileyen çekiştirmeyi sever. Çekiştirmeyi dileyen öfkeyi sever. Öfkeyi dileyen açgözlülüğü sever. Açgözlülüğü dileyen kıskançlığı sever. Kıskançlığı dileyen hased etmeyi sever. Hased etmeyi dileyen büyüklenmeyi sever. Büyûklenmeyi dileyen vücudunu sever. Vücudunu dileyen nefsin istek ve arzularını sever. Nefsin istek ve arzuları dileyen nefsini sever. Nefsini dileyen şeytanı sever ve şeytanı dileyen Yüce Allah'ı sevmez.


Zira zikredilen bu on iki fiil, işte bunlar birbirine vekildir. Bu on iki fiile de şeytan vekildir. Ne zaman ki bu on iki fiil yıkılıp yerine (iyi olan) on iki nesne yapılmayınca, kul olduğunu söyleyen kişiye Allah'tan yana yol yoktur. Çünkü bu on iki türlü fiil, hem marifetin ve hem imanın düşmanlarıdır. Akıl kumandanının şeytan kumandanını yendiği bunlarla bilinir. Bu nesnenin belirtisi odur ki, can, ruhânî işreti sever. Ruhânî işretin alameti serbest olmaktır.


Noksan sıfatlardan beri olan Yüce Allah buyurur ki: Üç kişi üç nesneye dayandı. Benlik davası güttü, sonunda helak oldu.


Birincisi; şeytan - lanet ona - ateşe 'dostum' dedi. Allah katında zorlama yoktur; dostu dosttan ayırmaz. Sonunda şeytanı ateşte yaktı.(1) Yüce Allah şöyle buyurdu:


"... gözlerinizin önünde Firavun ailesini suda boğmuştuk,"(2)


İkincisi; Kârun malına dayandı. Sonuç: malıyla birlikte helak oldu. Üçüncüsü; Muhammed Mustafâ (a.s.) Allah dostluğuna dayandı. Öyle olunca yüce Allah "Dostu dostundan ayırmayayım" diye buyurdu.


Yüce Allah şöyle buyurdu:"... onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır."(3) Sonra yüce Allah, lütuf ve kereminden buyurdu ki; "Ben sizinleyim; bana şükredin." Nitekim bir ayette yüce Allah şöyle buyurdu:


" Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım."(4) Allah teâlâ bir başka âyette de şöyle buyurdu:


"... güzel davrananları da daha güzeliyle (mükâfatlandırması içindir)"(5) Bir başka ayette de şöyle buyurur: "... Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa bir amel-i Sâlih işlesin ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın."(6) Sonra insanın, kendisini bilmesi gerekir. Kendisini bilmesini hatırlatmasının sebebi şudur: Bir kimse Rahmân ile şeytan farkını bilmezse, kendini de bilmez. Şimdi her kim bu sözleri anlasa, kendisini dahi bilmiş olur. Ne zaman ki kişi kendini bilirse aşk gelip Allah'tan yana çağırır. Bu hususta ne kadar nasibi var ise o kadar ilerler.


Şimdi kim bu sözleri anlamadı, kendisini dahi bilmedi. Her ne kadar insan suretinde olsa da insan mertebesinde değildir. Henüz endişeleri ve malları çokluğu içinde boğulmuşlardır. Hayvanlar gibidirler. Lâkin bu konuda tasarruf sahipleri de vardır ki onlar bilirler. Yetmiş yıldır yaptığımız dedikodu bir saat münâcât ile eşit geldi. Zira halkın dedikodu etmesi şüpheden ileri gelir. Zahidin ibadeti, aslını bilmeden iş yapmasıdır. Arifin tefekkürü, Allah'ın İlâhî sanatına bakarak iş yapmasıdır. Muhibbin yalvarıp, yakarması ise, sevgiliyle muamele etmesidir. Ancak bütün bunları yaparken riya ve tamahkarlık kişiyi kendi hâline bırakmaz. Öyle olunca kişinin daima gönül şehrini araması, gafil olmaması gerekir.


Aklın üç koruması vardır; riyâ ile tamahı gönül şehrinden çıkarırlar. Aklın birinci koruması sabırdır. Aklın ikinci koruması utanmaktır. Aklın üçüncü koruması kanaattir. İşte şeytan bu üç korumadan korkar ve mağlup olduğu da bunlarla bilinir. Bunlar çok ulu kimselerdir ve aklın askerlerindendir. Ve insanların makamı üçtür. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:


" Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir."(7)


Ancak her kişi insan kabul edilmez. Her ne kadar görünüş olarak insan olsalar da onlar hayvanlardan daha aşağıdırlar. Bunlar hased edip kendilerini bilmeyenlerdir. Nitekim Hz. Peygamber hadisinde buyurur:


"Nefsini bilen, rabbini bilir."(8) Şu kadar ki, âbidlerin, zâhidlerin ve ariflerin ibadetleri ve durumları her biri katında uygun olmaz. Zira âbidler, zâ-hidler ve arifler dünyalık beklentileri olan topluluklardır; ancak muhibler ise mânâ kavimleridir. O halde ey azizim! Muhib olanların hallerini şerh etmek çok uzun iştir ve çeşitlidir; fakat akıl ermez, gönül tatmin olmaz ve insanın sûreti bunları kavramaz. Bu konuda bu kadar söz yeter. Burada biz bu kadarını hatırlatmış olduk; kalanın ne olduğunu ancak Allah bilir.


Dinotlar:

(1)- Burada şöyle bir atlama vardır: "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. " (Maide, 5/12). İkinci Fir'avun, Kıptilere "dostum" dedi. Sonunda onların gözü önünde boğuldu. (M.Esad Coşan, a.g.e., s.52,53.)

(2) Bakara, 2/50.

(3)- Bakara, 2/165.

(4)- İbrahim, 14/7. 153 Necm, 53/31. 160 Kehf, 18/110.

(5)- Necm, 53/31.

(6)- Kehf, 18/110.

(7)-Mücâdele, 58/7.

(8) El-Acûnî, a.g.e., c. II  s. 262.


Kaynak: Makalat Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Tercüme Prof. Dr. Ali Yılmaz, Prof. Dr. Mehmet Akkuş, Dr. Ali Öztürk, Şubat 2007 Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları

.
Devamını Oku »