Allah, Eşyayı Kaderi ve Kazasına Bağlamıştır...



Ebû Hanîfe,el Fıkhu’l-ekber’de dedi ki: Allah, eşyayı kaderi ve kazasına bağlamıştır. Dünya ve ahirette her şey O’nun dilemesi, ilmi, kaza ve kaderi ile olur. Ebû Hanife, Ebû Yusuftan rivayette Yüce Allah’ın: “Biz herşeyi bir kader ile yarattık"1 kelâmı için şöyle demiştir: Alemde bulunan her şey bu kaderin içindedir.

Ebû Hanife el-Fıkhu’l-ebsat’ta dedi ki: Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah, onlardan bir kısmını hidayete şevketti, bir kısmına ise dalalet hak oldu.” “O dilediğini saptırtır, dilediğini ise hidayete ulaştırır." “Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüleri kendileri ile konuşsaydı, her şeyi de onlara karşı (senin söylediklerini) kefiller olmak üzre bir araya getirip toplasaydık onlar, Allah dilemedikçe yine iman edecek değillerdi." “Eğer Rabbin dileseydi yer yüzündeki kimselerin hepsi, elbette topyekûn iman ederdi." “Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir." “Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları muhakkak ki bir tek ümmet yapardı. Onlar ihtilaf edici bir halde devam edip gideceklerdir. Rabbinin, rahmetine mazhar ettiği kimseler müstesna. (Allah) onları bunun için yaratmıştır." “Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz." 

Yani Allah takdir etmedikçe (dileyemezsiniz). Şuayb (a.s) buyurdu ki: “Ona dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Meğer ki Rabbimiz Allah dileye." Nuh (a.s) ise şöyle demiştir: “Eğer Allah sizi helâk etmeyi dilemişse, ben sizin iyiliğinizi arzu etmiş olsam bile, bu hayırhahlığını size fayda vermez." “Biz senden sonra kavmini imtihan ettik." “İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim diye (böyle burhan gön­derdik). Çünkü o ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandır."

Bana, Hammad İbrahim’den, Alkame'den, Abdullah b. Mes'ûd’dan Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

Allah, sizden birinizi yaratırken, onu ana karnında kırk gün nutfe olarak, sonra bir o kadar alaka olarak, sonra aynı süre kadar et parçası (mudğa) olarak tutar. Sonra ona rızkını, ecelini, mümin mi yoksa kâfir mi olduğunu yazacak olan bir melek gönderir. Kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah’a yemin olsun ki, kişi cehennem ehlinin amelini o kadar yapar ki, kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesafe kalır. Sonra hakkında yazılan yazı (Allah'ın takdiri) öne geçer de cennet ehlinin amellerinden bir tanesini yapar, ölür ve cennete girer. Yine kişi cennet ehlinin amelini o kadar yapar ki, cennetle kendi arasında bir arşın boyu mesafe kalır. Sonra hakkında yazılan yazı öne geçer de cehennem ehlinin amellerin-den birini yapar, ölür ve cehenneme girer.”

Ebû Hanife İmam Muhammed, Harisi ve Ensârî’nin rivayetlerine göre şöyle demiştir: Bana Nafı’, İbn Ömer'den (r.a), Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Kader yoktur" diyen bir kavim gelecektir. Onlarla karşılaştığınız zaman selâm vermeyiniz, hasta olurlarsa ziyaretlerine gitmeyiniz, ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız. Çünkü onlar, Deccal'in taraftarı ve bu ümmetin Mecusîleridirler. Onları Mecusîlere ilhak etmek Allah üzerine hak olmuştur." Bana Sâlim, babası Abdullah b. Ömer’den Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Kaderiyye’ye lanet olsun. Allah, benden önce hiçbir peygamber göndermemiştir ki, ümmetini onlardan sakındırmamış ve onlara lanet etmiş olmasın." Bunu bana, Alkame b. Mersed, Süleyman b.Büreyde’den, o babasından, o da Hz. Peygamber’den (s.a.v) naklen rivayet etmiştir. 

Bize Heysem Âmir eş-Şa’bî’den, o da Hz. Ali b. Ebû Talib’ten rivayet etti. Ali, Kûfe’de minbere çıkarak insanlara hitap etti ve dedi ki: “Kadere, onun hayrına ve şerrine inanmayan bizden değildir.” Bana Musa b. Ebû Kesir, Ömer b. Abdulaziz’in şöyle dediğini rivayet etti: “Kader ayeti Yüce Allah’ın kitabındadır, dilediği kişiler onu bildi, diledikleri ise ondan habersiz oldu. O, Cenab*ı Hakk’ın şu sözüdür: “Siz de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şüphesiz cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz.” Yine Yüce Allah’ın şu sözü: “Ne siz, ne de tapmakta olduklarınız, siz onun aleyhinde (hiçbir ferdi) fitneye sürükleyecek(bir kudrette) değilsiniz. Meğer ki kendisi cehenneme girecek kimse olsun.

Ebû Hanîfe el-Vasiyye’de dedi ki: Bir kimse hayır ve şerri Allah’tan başkasının takdir ettiğini iddia ederse, Allah’ı inkâr etmiş olur, O’nun tevhidi de batıl olur. Yüce Allah buyurdu ki: “İşledikleri her şey defterlerdedir. Küçük büyük her şey yazılıdır."

Ebû Hanîfe el-Fıkhu’l-ekber’de dedi ki: Allah onu levh-i mahfuza hüküm olarak (kesin ve icbarı olarak) değil, vasıf (sebeplere bağlı- kesbî) olarak yazmıştır. el-Vasiyye’de ise şöyle dedi: Allah kaleme yazmayı emretti de kalem: “Ey Rabbim! Ne yazayım?” dedi. Yüce Allah: kıyamet gününe kadar olacak şeyleri yaz, buyurdu.

Ebû Hanîfe, İmam Muhammed, Harisi ve Ensarî’nin ri­vayetlerinde dedi ki: Bana Ebu’z-ZübeyrCabir b. Abdullah el- Ensarî’den, Süraka b. Mâlik el-Ensâri’nm şöyle dediğini rivayet etti: Ey Allah'ın Resûlü Bana, kendisi için yaratıldığımız dinimizi anlat; mukadderatın cereyan ettiği ve kalemlerin yazıp bitirdiği bir şey uğruna mı amel etmekteyiz, yoksa gelecekte oluşacak bir şey uğruna mı? Hz. Peygamber (s.a.v): “Kaderin cereyan ettiği ve kalemlerin yazıp tükettiği şey uğruna” diye buyurdu. Bunun üzerine Süraka: “O halde nenin uğruna bu çalışma?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Amel ediniz, herkes yaratıldığı şeye yöneltilmiştir* diye cevap verdi ve şu meâldeki ayeti okudu: “Artık kim verir ve sakınır, en güzeli de tasdik ederse biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız). Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız.”

Bana, Abdülaziz b. Rafır’ Mus’ab b. Sa’d b. Ebû V akkas’tanbabasından, o da Hz. Peygamber’den şöyle dediğini rivayet etti: Allah, herkesin dünyaya gelişini, dünyadan çıkışını ve nelerle karşılaşacağını yazmıştır. Ensardan bir adam: Ey Allah’ın Resûlü, o halde çalışma nenin uğruna yapılmaktadır?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Amel ediniz, herkese yaratılışına uygun olan şey kolaylaştırılmıştır. Kötülere, kötülerin ameli, iyilere de iyilerin ameli kolaylaştırılmıştır.” buyurdu. Bunun üzerine Ensarı: işte şimdi amelin faydası ortaya çıktı, dedi.

Ebû Hanîfe el-Fıkhu’l-ebsat’ta dedi ki: Eğer Kaderiyye’ye mensup olan kişi derse ki, meşîet bana aittir; dilersem inanır, dilersem inanmam. Çünkü Cenab-ı Hak: “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin”. “Semûd’a gelince, onlara doğru yolu gösterdik ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler.” “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenize hükmetti.” “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyuruyor. Bu kişiye cevap olarak denilir ki: Yüce Allah’ın “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin” buyruğu bir vaîd (tehdit)dir. Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: “Allah dilemedikçe öğüt almazlar”, “... Allah kişi ile kalbi arasına girer.”Yani mümin ile küfür ve kâfir ile iman arasına girer.

Yüce Allah'ın “Semûd'a gelince, onlara doğru yolu gösterdik ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler" sözüne gelince bu. “onlara gösterdik ve açıkladık" demektir. “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenize hükmetti" ayeti ise “Rabbin emretti" mânasına gelir.

Ebû Hanîfe, İmam Muhammed'in rivayetinde dedi ki: Kasâ iki türlüdür. Birincisi vahiy emri, diğeri ise yaratma emridir. Çünkü Allah küfrü onlar için kaza ve kader çerçevesine alır. Fakat onunla emretmez. Aksine ondan meneder.

Yüce Allah'ın “cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" sözü “beni birlesinler“ mânasına gelir.

Eğer o (kaderi) derse ki:
Allah niçin kullarını günaha zorluyor da sonra bu günah sebebiyle onlara azap ediyor? Eğer zina edecek, içki içecek veya iftira atacak olsa ona hadler uygulanır. Allah, kendisine iftira edilmesini istememiştir. Yüce Allah: Takva ve mağfiret ehli"2 olduğunu beyan ediyor. Binaenaleyh o küfür ehli olmadığı gibi onu murad edici de değildir.

Ona (cevap olarak) denilir ki:
Kul kendi nefsine zarar ve fayda vermeye muktedir midir? Eğer “hayır”, çünkü onlar, itaat ve masiyet dışındaki fayda ve zararda kadere uymak zorundadırlar" derse, bu defa ona denilir ki: Allah şerri yaratmış mıdır? Eğer “evet" derse sözünden dönmüş olur. “Hayır” derse Genab-ı Hakk’ın şu sözünü inkâr etmiş olur: “De ki: yarattığı şeylerin şerrinden sabahın Rabb'ına sığınırım.” Bununla Allah, “şerrin yaratıcısı" olduğunu haber vermiştir. Hadler, Allah emrettiği için uygulanır. Evet Allah hadleri emretmiştir ve O’nun emrettiği şeyler terkedilemez. Nitekim Zeyd kölesinin elini kesecek olsa, bu Yüce Allah'ın dilemesi ile olmakla birlikte insanlar onu kınar. Eğer Zeyd kendisini azad edecek olsa bu defa överler. Bunların her ikisi de Yüce Allah'ın dilemesi ile vuku bulmuştur. Zeyd de, Allah'ın dilemesi ile iş görmüştür. Ne var ki Allah'ın dilemesi ile de olsa masiyet işleyen kimsenin fiilinden Cenab-ı Hak razı olmaz. Böylesi, bu tür bir fiilde adaleti de gözetmemiş olur.

“Allah, kendisine iftira edilmesini dilemedi” sözünde de ona (Kaderiyye’ye mensup olan kişiye) şöyle denilir: "Allah’a iftira* bir kelâm mıdır, değil midir? “Evet” derse, ona “kafiri kim konuşturdu?” diye sorulur. “Yüce Allah” derse, kendi görüşlerine karşı çıkmış olur. Çünkü “iftira* da kelâmdan bir türdür, Allah dilemeseydi, onlara o sözü söyletmezdi.

Eğer o (kader!) derse ki:
“Allah, kendisinin takva ve mağfiret ehli olduğunu söylüyor; Allah, küfür ehli olmadığı gibi, onu murad edici de değildir.” 

Şöyle cevap verilir: Allah dilediği taate ehildir, dilemediği masiyet de O’na ehil değildir. Eğer adam derse ki: Kişi isterse bir işi yapar, isterse yapmaz; isterse yer, isterse yemez; isterse içer, isterse içmez. Ona denilir ki: Allah İsrailoğullarına denizi geçmeyi, Firavun’a ise denizde boğulmayı takdir etti mi? Eğer “evet” derse, bu defa denilir ki: Musa’yı yakalamak için onun arkasından gitmemek ve taraftarları ile birlikte boğulmamak Firavun’un elinde miydi? Eğer “evet” derse, küfre düşmüş olur, “hayır” derse daha önceki sözünü nakzetmiş bulunur.

Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Esed b. Amr’ın rivayetlerine göre şöyle demiştir: Kaderiyye’ye mensup olan kişiye denilir ki: Allah ezelî ilminde bu şeylerin böylece olacağını biliyor muydu, bilmiyor muydu? Eğer “hayır” derse küfre düşmüş olur; “evet” derse, bu defa “Allah, bunları bildiği gibi olmasını mı yoksa bildiğinin hilafına olmasını mı diledi?” diye sorulur. “Bildiği gibi olmasını diledi* derse, Allah’ın, mümin için imanı, kafir için de inkarı irade ettiğini kabullenmiş olur; “bildiğinin aksinin oluşmasını murad etti” derse, Rabbini muradının oluşmasını temenni eden ve bunun hasretini çeken bir konumda düşünmüş olur. Çünkü biri için olmamasını istediği halde oluveren yahut da olmasını istediği halde olmayan kimse temenni ve tehassür mevkiinde kalır. Rabbini temenni ve hasret vasıfları ile niteleyen kimse ise küfre düşer.

Ebû Hanîfe el-Fıkhu’l-ebsat’ta dedi ki: Şu delili getiren kafir olmaz. Çünkü o, ayeti inkâr etmemiş, tevilinde hata etmekle bir­likte tenzilini reddetmemiştir. Bundan dolayıdır ki bir kimse; “Bana bir musibet geldiğinde, bunun Allah’tan mı, yoksa kendi isteğimle mi olduğunu bilmiyorum, o, Allah’ın beni sınadığı bir şey değildir’ dese küfre düşmez. Çünkü Yüce Allah: “Başına gelen kö­tülük kendindendir’’ “Size isabet eden her musibet, ellerinizle ka­zandıklarınız sayesindedir* buyuruyor. Yani “günahlarınız yü­zündendir’’ve “Ben onu size takdir ettim’’ şekillerinde tevil ederse küfre düşmüş olmaz sadece tevilinde yanılmış olur.

BeyâzîzâdeAhmed Efendi,Ebu Hanife'nin İtikadi Görüşleri
M.Ü. İLAHİYAT FAK. VAKFI
Devamını Oku »

Kulların Fiillerinin Yaratılması



Ebû Hanîfe el-Vasiyye’de dedi ki:
Kul, fiilleri, ikrarı ve bilgisi ile beraber yaratılmıştır. Fail yaratılmış olunca, fiilleri haydi haydi yaratılmıştır. Ebû Hanîfe el-Fıkhu’L-ekber’de dedi ki: Allah yarattıklarından hiçbirini küfür ve imana icbar etmedi; hiçbir kimseyi mümin veya kafir olarak da yaratmadı. Sadece onları şahıslar olarak yarattı. İman ve küfür kulların fiilidir. Allah, kulları küfür ve imandan beri olarak yaratmış, sonra onlara hitap etmiş, emirler ve yasaklar koymuştur. Kafir olan kendi fiili, inkarı ve inadı ile kafir olmuştur. Bu, Yüce Allah’ın ona olan yardımını kesmesi ile olmaktadır. İman eden de kendi fiili, ikrarı ve tasdiki ile iman etmiştir. Bu sonuncuların hepsi Allah’ın tevfıki ve yardımı ile olmuştur. Kulların hareket ve sükun türünden olan bütün filleri, onların gerçek eylemleri (kesbleri)dir. Allah ise bu fiillerin yaratıcısıdır.

Ebû Hanîfe Yusuf b. Halid es-Semtî ve Abdülkerim el- Cûrcanî’nin rivayetine göre dedi ki: İki telâkki (cebir ve tefviz) arasında yer alan bu kanaat bizim görüşümüzdür. O, [Hz. Peygamber'den rivayet edilen haber] hangi tarafa meylederse ben de oraya yönelirim. Muhammed b. Ali’nin2 (r.a) dediği gibi ne icbar altında tutmak (cebir), ne tasarrufu tamamen kula bırakmak (tefviz) vardır ve ne de ilahi fiillerin Allah’ın iradesi dışında (bi’t- tab’) meydana gelişi (teslît) bahis konusudur. Ebû Hanîfe el-Fıkhul- ebsat’ta dedi ki: Kul, Allah’ın kendisine verdiği ve masiyette değil, itaatta kullanmasını istediği kudreti (istitaatı) harcamaktan sorumludur.

Ebû Hanîfe el-Vasiyye’de dedi ki: Ameller farz, fazilet ve masiyet olmak üzere üç kısımdır. Farz, Yüce Allah’ın emri, dilemesi, sevgisi, rızası, yaratması, takdiri, hükmü, ilmi, muvaf­fak kılması ve levh-i mahfûzda yazması ile sabittir. Fazilet, Allah’ın emri ile değil; dilemesi, sevgisi, rızası, kazası, kaderi, hükmü, ilmi, tevfıki, yaratması ve levh-i mahfuza yazması iledir. Masiyet ise; Allah’ın emri ile değil, meşîeti ile; rızası ile değil, ka­sası ile; muvaffak kılması ile değil, takdiri ile ve bir de hızlanı, İlmi ve levh-i mahfuza yazması iledir. Hülasa hayır ile şerrin tepsinin takdiri Allah’tandır.



BeyâzîzâdeAhmed Efendi,Ebu Hanife'nin İtikadi Görüşleri
M.Ü. İLAHİYAT FAK. VAKFI
Devamını Oku »

Kader ve Kaza Nedir ?



Kader Allah Teala'nın her şeyi bilmesidir.Kaza ise o bilinenin mahlukatı tarafından da zahir olmasıdır. Yani bizim başımıza gelen hadiseler ve yaptığımız işler, Hak celle ve ala hazretleri bildiğinden mecbur olduğumuz fiiller değildir. Kader tabiri caizse kulun Allah'ına sürpriz yapamaması demektir. Her yaptığımız fiilin muhakkak neticesi vardır. Bunun zuhuruna kaza denir.

Benim muhterem hocalarımdan biri şöyle anlatırdı: Bir adamı karşıdan görüyorsun; uçurumun kenarında gözleri kapalı vaziyette yürüyor. Yanındakine diyorsun ki bu adam düşecek. Nitekim iki, üç adım sonra uçurumdan aşağıyı boyluyor. Şimdi bu adam ben bildim diye mi düştü? Tabiî ki değil. Allah Teâlâ'nın bizim fiillerimizi bilmesi, her yaptığımız fiilin Allah tarafından cebren yaptırıldığı mânâsına gelmez. Bir durumda, bir konumdasın ve o ân yapabileceğin, düşünebileceğin yüz bin fiil var. Yüz bin birinci fiil yok. İşte bu yüz bininin dahî Allah tarafından bilinmesine kader denir. Sen o fiillerden birini tercih ettin ve bir netice zâhir oldu (ortaya çıktı). Bilinenin ortaya çıkışına kaza denir. İnsanın elinde olan ve olmayan fiiller vardır.

Hulâsa ederek Kur'ân-ı Kerîm'den hatırlayacağınız bir hadiseyi nakledelim: Hz. İbrahim(as) ile Nemrut karşı karşıya geldiğinde Nemrut soruyor; "Senin Allah'ın ne yapar?" diye. Hz. îbrahim(as); "Benim Rabbim öldürür, diriltir." diyor. Bunun üzerine Nemrut iki adam çağırıyor, "Senin ölümüne hükmettim." diğerine de dönüp "Seni de idam etmiyorum, hayatını bağışladım." diyor. Sonra Hz. İbrahim'e dönerek "İşte bak, ben de öldürüp diriltiyorum." diyor. Bunun üzerine Hz. İbrahim, "Benim Rabbim güneşi doğudan çıkartır, batıdan kaybeder. Gücün yetiyorsa haydi sen onu batıdan doğdur." (Bakara-258) diye cevap verir. Nemrut âciz kalır. Bu çok dikkat çekici bir örnektir. Zira Nemrut varın yevm-i mahşerde (mahşer gününde) hesaba sevk edildiğinde “Her şeyi sen yapıyordun, bilıyordun, ben kader mağduruyum.’’' Diyebilir mi?Diyemez. Cüzi iradesinin nelere muktedir olduğunu (yine Allah'ın izniyle) Allah'ın yüce peygamberini şahit tutarak gösterdi. Amma şu var ki; bu olanların hepsi Allah-u Teâlâ'nın ilminin hâricinde değildi- Bu noktada cüzi iradeyi inkâr etmek kişiyi hesabı, cennetle cehennemi inkâr etmeye götürür ve kişi neticede Cenâb-ı Hakk ın bu âlemde müsaade ettiği tercihi küfürden yana kullanır. Yaşadığımız toplumda kader mevzuu çok eksik ve maalesef yanlış anlaşılmaktadır. Şimdilik bu kısa malûmâtla yetinelim.

Fatih Çıtlak - Mesnevi Şerhi
Devamını Oku »

İnsan'ın Sorumluluğu

yeniden-inanmak

Her nesil,sırtında bütün bir geçmişin yükünü de taşımıştır. Bunun bilincinde ve sorumluluğunda olaydı,bu yük , ona tarihin bir şeref nişanı gibi takılmış arması olacaktı. Ama her zaman böyle olmamıştır. Bunalımlar, karışıklıklar, desiseler, entrikalar, bu yükü dayanılmaz bir ağırlık haline getirmiştir onun sırtında.Tarihin,mutlak çizgi üzerinde yürümesine karşı çıkmak isteyenler, bu yükü, insanın sırtına, âdeta bir zillet damgası olarak da, basmışlardır . İnsanın kulluk görevini yerine getirmesini engellemek istemişlerdir. İnsan,karanlık boşluklara yuvarlanmıştır, bir kasırga alıp, onu bir başka cehennem ülkeye götürmüştür.

İnsan,köle olmuştur, sömürmüştür, sömürülmüştür, zalimlerin en zalimi, mazlumların en mazlumu olmuştur. Bütün bunlar olmuştur. Tarihse, hep akıp gitmiştir, gitmektedir. Tarihte, daima bir Firavun, bir Nemrut, bir Ebu Cehil, kısaca, isim ve kılık değiştiren bir tiran mevcut olmuştur. İnsanlar, buzul ülkeleriyle ateş iklimler arasında gidip gelmiştir. Tarihin bu çizgisi daima karanlık bir kuşak halinde sürmüştür. Bu kuşağın karanlık çizgisi içinde kalan insan, seçme hakkını yitirmiştir. Sanki mukadder bir günah, onu bu çizgiye sokmuştur. Bileklerinde ve boyunlarında, bir vebali sürükleyip durmuşlardır. Onlar, bu ateş ülkesinde, "boyunlarında bükülü bir ip olduğu halde" sürüklenip dururlar.

Tarihin bu çizgisi, red ve inkâr çukurlarıyla, ateş vadileriyle uzanır. Ortalığı, simsiyah bir cehalet dumanı kaplamıştır. Yön, mesafe belirsizdir. Her duman aralısından bir iblis başı görünmektedir. İnsan neyi seçecektir? Daha başından böylesi bir vadiye düşen insan, seçimini ilk anda kaybetmiş demektir.

Ama umutsuzluğa yer yok.

Çünkü tarihin ak çizgisi de, insanın var oluşuyla birlikte kendini devam ettirmektedir.Bu ak çizgide mutlak  mutlak hüküm ve mutlak düzen sapmadan kendi yolunda ilerlemektedir .Bu yol peygamberlerin haber verdiği yoldur. Orada her şey yerli yerindedir. İnanmak, bir bilinç işidir. İnsan bu bilinci bu sorumluluğu onurla taşır. Kendisine buyrulan yöne dosdoğru  yürür. Boynunda bükülü bir ip değil, elinde mutlak yönü gösteren sımsıkı sarıldığı bir ip vardır çünkü.

Mutlak anlamda, insanın seçme hakkı hep var olmuştur. Seçim sîzindir. Seçim, insan tekine aittir. Tarihte, üçüncü bir yol daha yoktur. Kader insanları ve milletleri hep sınamıştır. İnsanlar ve milletler de, hep bu iki yoldan birini seçmişlerdir. Seçmişler ve, ya ateş vadisine doğru, ya altından ırmaklar akan ülkeye doğru. yol almışlardır.

Eğer yüreğinizde bir bulantı, kafanızda bir kuşku hissediyorsanız,varlığınızda bir rahatsızlık, çevrenizde bir huzursuzluk varsa kader sizi seçmeye çağırıyor demektir. Ya size uzatılan ipe sımsıkı sarılıp kurtulacak ya da boynunuzda bükülü bir iple ateş vadisinde dolaşmaya razı olacaksınız.

Kaynak:

Rasim Özdenören - Yeniden İnanmak
Devamını Oku »

Kader İle İnsan

Kader,ruhun huzurunu bulmasıdır. Gerçeğin olduğu gibi tanınmasıdır ka nunda kaderi okumak kabildir. Kadere tam imanı olmayan, kader sırrına kemâl halinde ermeyen insan, akan bir suya, hatta rüzgarla kımıldanan bir yaprağa bakarken onların dilini anlamaz, tabiatın tam sevgisine varamaz, varlığın sevgisinde selâmeti bulmaz. Onlar bedbaht ruhlardır. Eşyayı kader gözüyle görmeyenler varlığın sı­ğındığı Allah’ı anlayamazlar. Kaderde Tanrı kuvvetini görmeyen­ler yıldızlan sabun köpüğünden yapılmış birer balon zanneden şaş­kınlara benzerler. Kader, insanı ve eşyayı idare eden aynı cevherdir.Kader ile insan iradesinin çatışma halinde olduğunu söyleyenler, kanun ve hürriyetin çatıştığını zannedenler gibi gafildirler. İhyanın ve olayların olduklarından başka türlü de olabileceklerini düşünmek, varlıkla yokluğu bir tutmaktır.

Kader, Allah emridir. Kaderi tanımamak, Allah'ın kainata hakimeyetini tanımamaktır, insan hareketlerinden başka bütün kainat­ta tabiat kanunları halinde Allah'ın emrini tanıyıp da insan hareketlerinde onu inkâr etmek, insanın kibrinden başka bir şey olmayan şaşkınlığıdır. Dağların, tepelerin veya bir küçük yaprağın niçin başka türlü değil de böyle yapılmış olmasını hiçbir insanın esen saymı­yoruz da kendi hareketlerimizin sahibi, hâkimi, yapıcısı ve değişti­ricisi bizmişiz gibi düşünüyoruz. Bunun sebebi bir damladan çıka­rak bir avuç toprağa kavuşan varlığımızın başka bir kudret tarafın­dan sürüklenip götürüldüğünü düşünemeyen, buna tahammül ede­meyen kibrimizin galebesidir. İnsan kibrin heykelidir. Aklını kullanan insan, kâinatın bir sahibi olduğuna inanabiliyor.

Kaynak:

Nurettin Topçu-Kültür ve Medeniyet
Devamını Oku »