Ölülerin Dirilerin Sesini İşitmesi,Kuran'a Aykırı Mı ?

Ölülerin Dirilerin Sesini İşitmesi,Kuran'a Aykırı Mı ?


Abdullah b. Amr anlatıyor: Hz. Peygamber, Ehl-i Kalîb’e (çukur, kuyu ehline) muttali oldu ve “Rabbinizin va’d ettiğini hak olarak  buldunuz” buyurdu. Ona “Ölülere mi duâ ediyor, sesleniyorsunuz?” diye sorulunca “siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz, lâkin onlar ce­vap veremiyor” şeklinde cevap verdi. Hadîsi, Buhârî ve Müslim nakletmiştir.(Buhari,Meğazi 8;Müslim,Cennet,77) Hz. Peygamber ve Hz. Ömer arasındaki bu diyalog, Ebû Talha tarafından da nakledilmiştir.

Bu hadîsin bâtıl olduğu iddia edilmiştir. Zira işitme, görme ve ko­nuşma ölülerin değil, dirilerin vasfıdır. Bu hadîs, Kur’ân’a da aykırı­dır.(Rum 52;Fatır 22;Neml 80) Ayrıca Hz. Âişe bu rivâyeti âyetlere arz ederek tenkîd etmiştir. Rivâyet şöyledir:

İbn Ömer şöyle der: “Resûlullâh (s.a.v.) Bedir kuyularının başmda dikildi ve ölen müşriklere: ‘Rabbinizin size va’d ettiğini gerçek olarak buldunuz mu?’ dedi Sonra, ‘Onlar şu an benim ne dediğimi duyuyor­lar’ dedi. Bu durum Âişe (r.anha)’ya anlatılınca, o şöyle dedi: ‘Resûlul­lâh o sözüyle şunu söylemiştir: ‘Onlar, şu an onlara söylediğim şeyin gerçek olduğunu biliyorlar’. Sonra şu âyeti sonuna kadar okudu: ‘Sen ölülere işittiremezsin’ ”.(Buhari,Cenaiz,87;Meğazi 8-12)

Konuyla alakalı olarak şunları ifade etmek mümkündür:

1-Âyetlerde geçen “işittirmeme”, mecazî olarak Allâh’ın kalplerini mühürlediği kâfirlerle alakalıdır. Artık onlar hakkı işitemezler ve bun­dan faydalanamazlar. Bunun benzeri “Sen ancak âyetlerimize inanan­lara işittirebilirsin, onlar Müslüman olanlardır”(Rum 53) âyetinde geçmekte­dir. Buna göre işittirip işittirmeme, mecazîdir. Bu, Hz. Peygamber’in Bedir şehidlerine seslenişine aykırı değildir.

b-“Kabirdekilere işittiremezsin ” âyetine gelince, İbn Kesîr’in ifa­desiyle, ölüler -ki kâfirlerdir- hidâyet ve davetten faydalanamazlar de­mektir. Kabirdekiler nasıl ki, hidâyetten faydalanamaz, kâfirler de ölü gibidir; onlar da hidâyetten istifade edemezler. “Kabirdekilere işittire­mezsin” demek (kalpleri) ölenlere işittiremezsin, demektir.

İbn Receb’e göre bazen işitmek mutlak kullanılır ve bununla sözü idrâk edip anlamak bazen de bununla o sözden faydalanmak ve ona ica­bet etmek kastedilir. Bu âyetlerle anlatılan, birinci kastın değil de İkinci­nin olmayacağıdır. Zira bunlar hidâyete ve îmâna çağrıldığında hidâyet ve îmâna icabet etmeyecek olan kâfirlere hitap siyakındadır. Nitekim Allâh “Onların kalpleri var, onunla idrâk etmezler; gözleri var onunla görmezler...” buyurur. Bu âyetler, onların görmediğini ve işitmediğini bildiriyor. Zira bir şey faydası ve semeresi olmadığında bazen yok ka­bul edilir. “Ölülerin işitmesi” de bu kabildendir.

c-Bu konuda tarihte üç görüş oluştuğu söylenebilir. Şöyle ki:

1-Aslolan ölülerin işitmesidir. Kabirlerdeki ölülerin işittiği sahîh delillerle sabit olmuştur. Şankıtî’nin görüşüdür. Kadı Iyâz, ha­dîslerde beyan edilen işitmenin umumî olduğunu (Bedir’de öl­dürülenlere has olmadığını) söylemiştir. Nevevî de, “Kabirlere selâm vermeyi bildiren hadîsler, bunu iktiza etmektedir. Zahir ve muhtar olan kavil de budur” demektedir.(Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi,XI,292)

2-Ölüler, genel olarak işitirler. Ama her halde, her zaman işitmez­ler. Ehl-i Kalîb ve benzeri hadîslerin gösterdiği gerçek budur. Bu, İbn Teymiyye’nin görüşüdür.

3-Aslolan, ölülerin işitmemesidir. Ehl-i Kalîb ve benzeri hadîsler, bu aslın istisnasıdır. Bu da umumun tahsîsi kabilndendir. Bu örneklerin dışında ölüler işitmezler. Bu görüşü Katâde, Ebu  Ya’lâ, Mâzirî, İbn Atiyye, İbnu’l-Cevzî, Kurtubî, Şevkânî, Alûsî, Elbânî tercih etmiştir. Tercihe şayan görüşün bu olduğunu söylemek mümkündür. Ölülerin işitmesinde aslolan, işitmemeleridir. Ancak, nasla sabit olan deliller kuvvetli olduğundan, sadece onlarda geçen hususlar kabul edilmelidir.

Hz. Âişe’den ölülerin işitemeyeceğine dair nakledilen habere gelince; ulemâ, bunun cumhûra muhalefet olduğu kanaatindedir. İbn Teymiyye’ye göre hadîs ulemâsı -Bedir’e şahid olmasalar bile- Enes ve İbn  Ömer’den nakledilen hadîslerin sahîh olduğunda ittifak etmiştir. Enes,  bunu Ebû Talha’dan rivâyet etmiştir. Ebû Talha da Bedir’e katılmıştır. İbn Hacer de cumhûrun Hz. Âişe’ye muhalefet ettiğini, çünkü İbn Ömer’e muvafakat eden başka hadîslerin olduğunu belirtir. Ebû Talha f rivâyeti, İbn Ömer’i teyid eder.

Süheylî, er-Ravzu’l-unf adlı eserinde şöyle demektedir: “Hz. Âi-şe orada bulunmamıştı. Başkaları ise orada bulundukları için Hz. Peygamber’in lafzını daha iyi bellemişlerdir. Nitekim onlar ona ‘Ey Allâh’ın Resûlü! Kokuşmuş bir cesed topluluğuna mı sesleniyorsun?’ de­yince, o (s.a.v.), ‘Siz benim dediklerimi onlardan daha iyi işitemezsiniz’ buyurdu.”

Hz. Âişe’nin âyetle istidlâline de genel olarak iki şekilde cevap ve­rilmiştir:

a-Bu âyet, sadece kâfirlerin îmâna daveti hakkında inmiştir.

b-Bu âyet, onlara duyuranın Hz. Peygamber olduğunu nefyetmiştir. Duyuran, sadece Allâh’tır. Bu demektir ki, Allâh dilerse on­lara duyurabilir. Dolayısıyla Allâh Teâlâ’nın “Sen ölülere işittiremezsin” âyeti, Nebî (s.a.v.)’in “Onlar şu anda işitiyorlar” ha­dîsine zıt değildir. Zîrâ işittirmek, işittirenden sesi kulağa ulaş­tırmaktır. O zaman, Nebî (s.a.v.)’in sesini onlara ulaştırmakla onlara işittiren Allâh’tır; Hz. Peygamber değildir. Böylece âyet' le hadîs arasını barıştırmak hâsıl olmuştur.

Çeşitli istidlallerle Hz. Âişe’nin fikrinden döndüğünü iddia edenler de olmuştur.

----------------

Yavuz Köktaş,Kurana Aykırı Görülen Hadisler
Devamını Oku »

Dirilerin Ağlamasıyla Ölüye Azap Var Mıdır ?



Dirilerin Ağlamasıyla Ölüye Azap Var Mıdır ?


İbn Ebî Müleyke anlatıyor: “Mekke’de Osman b. Affân’ın kızı öl­müştü. Cenâzesine katılmak üzere gittik. îbn Ömer ve İbn Abbâs da cenazeye gelmişlerdi. Ben de onların arasında oturuyordum. Abdullah b. Ömer, karşısında oturan Amr b. Osman’a; “Şu ağlamayı neden kes­miyorsun? Resûlullâh (a.s.) ‘Ailesinin ağlamasından dolayı ölüye azap edilir’ buyurdu” dedi. İbn Abbâs da, “Hz. Ömer de böyle bir şey söy­lüyordu” dedi ve sonra sözlerine şöyle devam etti:

“Ömer’le birlikte Mekke’den yola çıkmıştım. Beydâ mevkiine gel­diğimizde, bir ağacın gölgesinde bir yolcu gördü. Bana;

“Git şu yolcuya bak, kimmiş?” dedi. Ben de gidip baktım; Suheyb imiş. Gelip Ömer’e söyledim. Bana;

“Çağır onu!” dedi. Suheyb’e gittim;

“Haydi, mü’minlerin emirinin yanına gidelim” dedim.

Bilahare Hz. Ömer suikasta maruz kaldığında Suheyb eve geldi ve ağlamaya başladı:

Vah kardeşim... Vah can dostum!..” diye feryat ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer;

“Ya Suheyb! Resûlullâh (a.s.); ‘Ailesinin bazı, ağlamasıyla ölü azap görür buyurduğu halde bana ağlıyor musun?” dedi.

ibn Abbâs sözlerine şöyle devam etti:

“Hz. Ömer vefat edince, bu hadîsi Hz. Âişe’ye sordum. Hz. Aişe;

“Allah Ömer’e rahmet eylesin! Hayır! Vallâhi Resûlullâh (a.s.); 'Ailesinin ağlamasıyla ölüye azap edilir’ demedi. Ama O; ‘Ailesinin ağlamasıyla Allâh kâfirin azabını arttırır’ buyurdu. Size Kur’ân kâfidir. Yüce Allâh; ‘Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez’(İsra,15;Fatır 18) buyuruyor. Bu söz üzerine İbn Abbâs; “Güldüren de ağlatan da Allahtır dedi. Îbu Ebi Müleyke dedi ki: “Bunun üzerine İbn Ömer artık bir şey demedi. (Buhari,Cenaiz 33;Müslim,Cenaiz 9;Nesai,Cenaiz 15)



Burada ölüye ağlamak konusundaki iki rivayetin, iki görüşün mez-cedildiği görülmektedir. Hz. Âişe’nin getirdiği açıklama şüphesiz önemlidir. Gösterdiği âyet de bu konuda çok güçlü bir delildir. Akla ve İslâm’ın temel mantığına uygun olan da şüphesiz budur. Buna göre ailesinin kendisine ağlamasından dolayı Müslüman’a mezarda azap edilmesi câiz olmaz.

Ancak Hz. Âişe’nin “Kimse başkasının günahını çekmez” âyetini sadece Müslüman ölüler için bir delîl kabul etmesi, Hz. Peygamber “Âişenin kendisine ağlamasından dolayı Allâh kâfirin azâbını arttırır” bu­yurdu diyerek aynı âyetin kâfirler için hüküm ifâde etmediği neticesi-ne varması, kanâatimizce çok isabetli gözükmemektedir. Kanâatimiz­ce bu âyet, Hz. Âişe’nin doğrusu budur diye rivâyet ettiği; “Ailesinin ağlamasıyla Allâh kâfirin azabını arttırır” hadîsine de aykırı düşmekte­dir. Çünkü âyetin hükmü mutlaktır, kâfiri de kapsamaktadır. Akıl da, âilesinin kendisine ağlaması yüzünden bir Müslümana azap edilmesini makûl görmediği gibi, bir kâfire bu yüzden azap edilmesini de makûl görmez. İşlemediği bir suçtan dolayı ceza görmek, ne Müslüman için ve ne de kâfir için söz konusudur.

Dolayısıyla merfû ve sahîh olan bu hadîsi Hattâbî’nin de işaret et­tiği şekilde anlamanın daha uygun olacağını zannediyoruz:

“Bilindiği üzere câhiliye döneminde insanların, âile efrâdına, öl­dükten sonra kendisine ağlamalarını, feryatlar etmelerini, hatta bunun için ağlayıcı kadınlar tutmalarını vasiyet etme âdetleri vardı. İnsan ölün­ce de âilesi onun bu vasiyetini yerine getirirdi. İşte böyle bir durumdan ölünün de sorumlu tutulması makûl görülebilir. Çünkü vasiyet etmek süreriyle o günahın işlenmesine bizzat ölü vesile olmuştur. Bu durum­da, ölünün Müslüman veya kâfir olması da farkletmez; her ikisine de aynı hüküm uygulanır”.Hattabî’den önce Buhari’nin Sahîh’inde aynı kanaati ortaya koyduğunu belirtmeliyiz.

---------

Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler
Devamını Oku »

Ölü,Dirilerin Amellerinden Faydalanabilir mi ?



Ölü,Dirilerin Amellerinden Faydalanabilir mi ?


Âişe anlatıyor: Bir adam, Peygamber (s.a.v.)’e: “Anamın canını Allâh ansızın alıverdi. Ben öyle sanıyorum ki, eğer anam konuşabilseydi sadaka yapacaktı. Şimdi ben, anam adına sadaka yapa­yım mı?” diye sordu. Peygamber: “Evet, anan adına sadaka yap!” bu­yurdu.(Buhari,Vasaya,19)

Hz. Âişe’nin naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuş­tur: “Her kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse onun nâmına velisi oruç tutar”.(Müslim,Siyam,53)

İbn Abbâs anlatıyor: Sa’d b. Ubâde, Resûlullâh’tan fetva isteyip: “Annem öldü; üzerinde (ödeyemediği) adak borcu vardı?” dedi. Resûlullâh: “Sen o adağı annen adına yerine getir!” buyurdu.(Buhari,Vasaya,19)

Bu hadîslerin şu âyete aykırı olduğu ileri sürülmektedir: “İnsan için, çalıştığından başkası yoktur”.

Âyetin zahirine göre ölünün, hayatta kendi yaptığı amellerin seva­bından başka bir sevabı yoktur. Dirilerden biri, amelinin sevabım ona hediye etse ölü ondan faydalanamaz. Hadîslerin zahiri ise ölünün sada­ka, oruç ve hacla faydalanacağım göstermektedir. Dolayısıyla bu amel­lerin sevabı ölüye ulaşır. Hayatta olan, ölüye bu amellerin sevabım he­diye etse ölü ondan faydalanır.

Âlimlerin bu konudaki yorumları şöyledir:

1-Âyet ve hadîsin arası cemedilmelidir. Cem noktasında farklı gö­rüşler vardır:

a-Sadaka hadîsiyle amel edilip âyet te’vîl edilmelidir. Kendi çocu­ğu veya başka birinden olsun fark etmez, sadakanın ölüye mut­lak olarak ulaştığı konusunda icmâ hasıl olmuştur.

b-Oruç hadîsiyle amel edilip âyet te’vîl edilmelidir. Bu, Ahmed b. HanbePin görüşüdür. Kadim görüşünde Şafii de bunu tercih et­miştir. Bu görüşte olan başka âlimler de vardır. Ancak bu âlim­ler orucun nevi konusunda ihtilaf etmiştir. Bazıları mutlak ola­rak oruç ulaşır derken, bazıları bunu ölünün, hayatında nezrettiği oruca hamletmişlerdir.

c-Hacla ilgili hadîsle amel edilip, âyet te’vîl edilmelidir. Bu, bir rivayette İmâm Mâlik’in, Ebû Hanîfe, ŞâfH ve Ahmed b. Han­bePin görüşüdür. Başka âlimlerden de bu görüşü tercih edenler vardır,

Mezkûr hadîslerle amel edenler, âyeti şu şekillerde te’vîl etmiş­lerdir: -

a-Âyet, hadîslerle tahsîs edilir. Âyet, umumuyla, hiç kimsenin başkasının amellerinden faydalanamayacağına delâlet eder. Bu umumu,ölünün sadaka, oruç ve hacdan faydalanacağını göste­ren hadîsler tahsîs eder.

b-Âyet; başkasının çalışmasını, insanın mülk edinmesini nefyeder. Başkasının çalışmasından faydalanmayı nefyetmez. Zira âyette “insan sadece çalışmasından faydalanacaktır’’denilme­miştir; aksini “insan için çalıştığından başkası yoktur” buyrulmuştıır. İki durum arasındaki fark açıktır. Çünkü başkasının çalışması, amelleri ona aittir, onun mülküdür. Dilerse kendinden başkasına onu sarfeder, aktarır, böylece başkası ondan faydalanır; dilerse kendine saklı tutar, başkası ondan faydala­namaz.

c-Âyet, Hz. Ibrâhîm ve Mûsâ’nm kavmine hastır. Hz. Peygam­berin ümmetine gelince, kendi çalıştığından da başkasının ça­lıştığından da kazancı vardır. Hadîsler buna delâlet eder.

d-Âyetteki “insan” ile murâd, kâfirdir. Mü’mine gelince, kendi ça­lıştığından da, başkasının çalıştığından da kazancı vardır. Hadîs­ler buna delâlet eder.

e-Mezkûr âyet “İman edenler ve soylart da kendilerini îmânda iz­leyenler (var ya); biz onların soylarını da kendilerine katıp ekle­dik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi, ken­di kazandığına karşılık bir rehindir.” (Tûr, 21) âyetiyle nesh edil­miştir. İbn Abbâs’a göre, Necm âyetinden sonra bu Tûr Sûre- si’nin âyeti (*Tûr Sûresi’nin bu âyeti) nâzil olmuştur. Allâh, ba­balarının iyilikleri sebebiyle oğullarını cennete sokmuştur. Bu­na “âyetlerin lafızları haber tarzında gelmiştir; haberlerde nesh olmaz” denilerek itiraz edilmiş ve İbn Abbâsın neshi kastetme­diği üzerinde durulmuştur.

f-Âyetle murâd şudur: Kâfirin, yaptığı amelden başka bir hay­rı yoktur. Dünyada bu hayırdan faydalanır. ÂJhirette ise hiçbir hayrı kalmaz.

g-Maksat şudur: İnsan için, adalet bakımından, çalıştığından baş­kası yoktur. Fazl ve lutfa gelince Allah’ın bunu dilediğine artır­ması mümkündür.

h-Âyetle amel edilip, hadîsler tahsîs edilmelidir. Şevkânî ve El- bânî’nin görüşüdür. Şevkânî, sadece, sadakanın fayda vereceği­ni ifade etmekle yetinmiş; Elbânî ise sadaka, oruç ve haccın se­vabının ölüye ulaşacağım tercih etmiştir. Sevabın ulaşması bun­larla sınırlıdır. Ayrıca, çocuğun, babası için yaptığı sevaplar ula­şır. Başkalarının başkaları için yaptığı sevaplar ulaşmaz. Elbânî, kendi çocuğu veya başkasının çocuğu olsun, yapılan iyiliklerin sevabının ölüye ulaşacağı yönünde hâsıl olan icmâyı tenkîd et­miştir. Ona göre, icmâ, “sadakanın Ölü için olacağı ve sevabı­nın ona ulaşacağı” üzerinde hasıl olmuştur. Burada, “ölü” mutlaktır. Bunu baba ile takyîd etmediler. Şayet, bu icmâ doğru ise bunu “baba” ile kayıtlamak gerekir.

i-Ayetle amel edilip, sadece hacla ilgili hadîs tahsîs edilmelidir. Buna göre, âyetle amel edilmelidir. Ölü, ister vasiyet etsin ister etmesin hiçbir şekilde başkasının haccı ölüye gitmez. O zaman, hacla ilgili hadîs, hacdan soran Cüheyneli kadına mahsustur.

İkinci görüşe göre, âyet ve hadîsler arasında tercih yapılmalıdır. Bu konudaki tercihler şöyledir:

a-Âyetle amel edilip, oruç hadîsi reddedilmelidir. İmâm Mâlik, ye­ni görüşünde Şâfi’î ve Ebû Hanîfe buna kaildir. Nevevî’ye göre bu, cumhûrun görüşüdür. Mâlikîler, bunun Medine ameline ay­kırı olduğunu ve isnadında ıztırap bulunduğunu ifade etmiştir.

b-Âyetle amel edilip, tüm hadîsler reddedilmelidir. Bu, Mu’tezi-le’nin görüşüdür. Onlara göre, hiçbir şey ölüye fayda sağlamaz. Hadîsler âhad olup, kat’î ve mütevâtir olan Kur’ân’la çelişme- leri mümkün değildir.

Tüm bu görüşleri değerlendiren Ahmed b. Abdilaziz b. Mukrin’e göre, ister kendi çocuğu ister başkasının çocuğu olsun, sadaka, oruç ve haccm sevabı mutlak olarak ölüye ulaşır. Âyete verilebilecek en güzel mana şudur: Âyet, insanın çalıştığından başkasını mülk edinmeyi nef- jreder. Başkasının çalışmasından faydalanmayı nefyetmez. Başkasının çalışması, çalışanın mülküdür. İster başkasına sarfeder, onu faydalan- Ihnr; ister kendine saklar, faydalandırmaz.

“Bu üç hususla ilgili sevap, sadece çocuktan babasına ulaşır” demek de doğru değildir. Çünkü Hz. Peygamber, çocuğun, babası için haccına cevaz verirken bunu babası olmasına bağlamamış, ima bile etmemiştir. Ayrıca, kendi çocuğundan başkasının hac yapabilmesinin caiz, olduğu­na dair Hz. Peygamberden hadîs nakledilmiştir. İbn Abbâs’dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.v.) bir adamı “Şübrüme için lebbeyk” derken işitti. Ona “Şübrüme kimdir?” diye sordu. (O adam da): “Kar­deşimdir -yahut- yakınımdır” deyince ona: “Sen kendin için hac yaptın mı? diye sordu. (O adam da): “Hayır” deyince; “Sen (önce) kendin için bir hac yap, ondan sonra Şübrüme’nin yerine hac yap” buyurdu.(Ebu Davud,Menasik 25)

Yine Hz. Âişe, “üzerinde oruç borcu olduğu halde ölen kimse­nin velisi orucu tutar” demektedir. Veli, vâris demektir. Vâris, ken­di çocuğu da,başkası da olabilir. Sırf ibadet olan oruçta bu eliz ol­duğuna göre mal ile yapılan bir ibadet olan hac için caiz olması daha evladır.

Yavuz Köktaş,Kurana Aykırı Görülen Hadisler
Devamını Oku »

Ölülere Yasin Okumak

Ölülere Yasin Okumak

“Ölüleriniz üzerine yasin okuyunuz.” Hadîs Ma’kıl b. Yesâr’dan iki tarikle nakledilmiştir.

“Yasin, Kur’ân’ın kalbidir. Onu bir kimse okur ve Allah’tan âhiret saa­deti dilerse, Allah onu mağfiret buyurur.

Yasin’i ölülerinizin üzerine okuyunuz.”(İbn Hanbel,Müsned,V;26)

“Yâsin’i ölülerinizin üzerine okuyunuz.”(Ebu Davud,Cenaiz,20;İbn Mace,Cenaiz,4)

Muhammed Ahmed Şakir, ilk hadîse zayıf derken ikinci hadîsin hasen olduğunu ifade etmiştir.

Burada ölüm döşeğindeki kişiye mi yoksa ölen kişiye mi Kur’an okunacağı meselesi vardır. Bu meseleden de ölmüş bir kişiye okunan Kur’an’ın onun ruhuna ulaşıp ulaşmayacağı meselesi ortaya çıkmaktadır. İlk sorunla alakalı olarak bir ihtilaf bulunmakla birlikte kasıt ölüm döşeğinde olanlardır. Ancak “ölü” şeklindegenel olarak anlayanlar da vardır. Birinci şekilde anlaşılsa bile buradan öleni Kur’an okunmayacağı çıkmaz. Kur’an okuyup sevabını ölülerimizin ruhlarına hediye etmekte bir beis yoktur. Allah’ın bunu kabul edip etmeyeceğini ise bilemeyiz.

Ibnu l-Kayyım, Kitabu’r-ruh(İstanbul,1993,syf;157-190) adlı eserinde konuyu detaylı olarak ele almıştır. Özetleyerek vermek gerekirse şunlar denilebilir: “Dünyadakilerin amelleri ölülerin ruhlarına iki sebepten dolayı faydalı olur: 1. Ölünün hayatta bıraktığı bir sebep (sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden evlat gibi.) 2 Müslümanların ölüye dua ve istiğfar etmeleri; onun adına sadaka verip hac yapmalarıdır. Dinî ibadetlerden oruç tutmak, namaz kılmak, Kur’an okumak zikir yapmak gibi ibadetlerin ölüye ulaşacağı tartışmalıdır. Ahmed b. Hanbel ve selefin çoğunluğu bunların ulaşacağı kanaatindedir. Hanefîlerden de bu görüşte olanlar vardır. Malikî ve Şafiîlerin meşhur görüşü bunların ölüye ulaşmaması yönündedir... Ölünün, başkalarının sebep olduğu sevapları almasına Kur’an, sünnet, icmâ’ ve şer’î kaideler delildir. Kur’an: “Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabb’imiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla!”(Haşr,10) Demek ki, hayatta olanların istiğfarları ölüye fayda veriyor. Ölüye, cenaze namazı­nı kılarken ve gömüldükten sonra dua etmekle ilgili birçok hadîs-i şerif riva­yet edilmiştir... Ölü adına verilen sadaka sevabının ölüye ulaşması hakkında Buharı’de iki; Müslim’de bir hadîs varid olmuştur... Oruç sevabının ölüye ulaş­ması Sahihayrida Hz. Aişe’den ve İbn Abbas’tan gelen hadîslerle ortaya konul­muştur. Hac sevabının ölüye ulaşması Buharî’nin İbn Abbas’tan rivayet ettiği bir hadîste açıklanmıştır...

Kur’an okumaya gelince şu söylenebilir: Resûlullah, Allah’tan başka kimsenin bilmediği kalbin niyeti ve yeme-içmeyi terk etmekten ibaret olan orucun sevabının ölüye ulaşacağını bildirmiştir. Aynı şekilde Kur’an okumanın sevabı da dil tarafından okunmasından, kulağın duymasından ve gözün görmesinden dolayı ölüye ulaşıyor değildir. Konuyu biraz açarsak oruç mahza bir niyetten ve nefsi yeme-içmekten engellemekten ibarettir. Yüce Al­lah bunun sevabını ölüye ulaştırdığı halde amel ve niyetten ibaret olan Kur’an okumanın sevabını niye ulaştırmasın? Hadd-ı zatında Kur’an okumak, niyeti bile istememektedir. Ölünün arkasından yapılan amellerin ölüye ulaşamayaca­ğını söyleyenler şu ayetleri delil olarak ileri sürerler: ‘İnsan için ancak kendi kazandığı vardır.’(Necm,39) ‘Yaptıklarınız dışında başka bir şeyle yargılanmayacaksınız.’(Yasin,64) ve ‘Nefsin yaptığı iyilik kendi yararına, yaptığı kötülük ise kendi zararınadır.’(Bakara,286)Bunun yanında ‘kişi ölünce üç şey dışında amel defterini kapanacağına’ dair hadîste delildir. Zira hadîste hayatında sebep olduğu iyiliklerin faydasını görece­ği, diğerlerinin ise kesileceği bildirilmiştir...” İbn Hacer’in konuyla ilgili görüşü kanaatime göre oldukça isabetlidir. Şöyle der: “Bu meşhur bir meseledir. Bu ko­nuda bir risetle yazdım. Hasıl-ı kelam mütekaddim ulemanın ekseriyeti okunan Kur’an’ın sevabının ölüye ulaşacağı görüşündedir. Tercih edilen görüş ise bu amelin müstehab olması ve çokça yapılmasıdır. Ayrıca sevabın ölüye ulaşması hakkında kat’î bir şey söylemekten geri durmaktır.” Buradan anlaşıldığı gibi ölünün ruhuna Kur’an okuyup sevabını hediye etmek mümkündür. Ancak bu, kesin olarak kabul edilecek anlamına gelmemektedir. Allah dilerse kabul eder, dilerse geri çevirir. Tıpkı dua gibi.



Yavuz Köktaş - Günümüz Hadis Tartışmaları

Devamını Oku »

Kabir Azabı Hakkında Bir Hadis ve Değerlendirmesi

Kabir Azabı Hakkında Bir Hadis ve Değerlendirmesi

Hz. Aişe anlatıyor: Yahudi bir kadın kendisinden dilenmek için gelmiş ve kabir azabından bahsettikten sonra “Allah seni kabir azabından korusun” de­mişti. Hz. Aişe Allah Resûlü’ne (s.a.v.) “İnsanlara kabirlerinde azap olunur mu?” diye sordu. Allah Resulü (s.a.v.) “Evet, kabir azabı (vardır)” buyurdu. Ardından Hz. Aişe şöyle demiştir: Bundan sonra Allah Resûlü’nün (s.a.v.), sonunda kabir azabından Allah’a sığınmadığı hiçbir namazını görmedim.(Buhari,Cum’a,hd.no.986,988 999,991,996,998,Cenaiz,1283,Bed’ulhalk,2964;Müslim,Kusuf,499,1501,1502;Tirmizi,Cum’a,514)

Bu rivayet hakkında şu yorumlar yapılmıştır: “Yahudi bir kadın” ifadesi, baş­ka bir rivayette ‘iki Yahudi kadın’ olarak geçmektedir. Bu kadınların isimleri tes­pit edilememiştir. Bu kadın veya kadınlar ona kabir azabından bahsetmişlerdi. Rivâyetlerdeki farklılıklara rağmen, Âişe söylediklerine inanmamış, ancak Allah Resulü (s.a.v.) -bir rivayete göre vahiy inmesi sonucu-, başka bir rivayete göre doğ­rudan doğruya kadının söylediğini teyit ederek kabir azabından Allah’a sığınmıştır.

Kıssanın başka bir rivayetinde, Yahudi bir kadın Hz. Aişe’den (r.anhâ) gör­düğü iyiliğe karşılık kendisine “Allah seni kabir azabından korusun” diye dua etmişti. Bunun üzerine Hz. Âişe (r.anhâ) efendimize “Ey Allah Resulü! Kabir­de azap var mıdır?” diye sormuş, O da “Kıyamet gününün azabı dışında azap yoktur” diye cevap vermişti. Bu olaydan bir zaman sonra günün ortasında çık­mış ve cemaata olanca sesiyle şöyle nida etmişti: “Ey insanlar! Kabir azabın­dan Allah’a sığının. Çünkü kabir azabı haktır!” Bu rivayetlerin hepsinde Allah Resûlü’nün (s.a.v.) kabir azabının hükmünü Medine’de iken öğrendiği yönünde bir bilgi mevcuttur. Ancak bu su götürür bir bilgidir. Çünkü kabir azabıyla ilgiliolarak zikredilen “Sabah akşam azaba arzedilirler”(Mümin,46) ayet-i kerimesi Mekke döneminde nazil olmuş ayetlerdendir. Bunun tevili ancak şöyle yapılabilir ki,Allah Resulü (s.a.v.) inkar edenlerin ve müşriklerin kabir azabına maruz kalacakl arı konusunu bilmesine rağmen, tevhid ehlinin bu azaptan nasipdâr olacaklarını bilmemekteydi. Bilâhare vahiy yoluyla kendisine bildirildi. Hadiste ayrıca kabir azabının bu ümmete mahsus olmadığına dair de delâlet söz konusudur.

Bütün bunların yanında kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayetler de vardır. Bunların delaleti kat’i olmasa da hadislerle birlikte düşündüğümüzde kabir azab veya nimetine işaret olabileceğini söylemek mümkündür. Bir ayette “Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı günde denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun.” buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber Efendi­miz (s.a.v.) “Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder.”(İbrahim,27) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır.(Buhari,Tefsir,14)
Bütün bu deliller kabir azabını isbat etmektedir. Ehl-i Sünnete göre kabir azabı haktır. Bu hususta Kitab ve Sünnetten birçok delil olduğu anlaşılmaktadır. Allah Teâla’nın cesedin bir kısmına bir nevî hayat iade ederek ona azab vermesi aklen imkânsız değildir. Şeriat da bunu haber verdiğine göre kabul etmek gere­kir. Hâricilerle Mu’tezile’nin büyük bir kısmı ve Mûrcie taifesinden bazıları kabir azabını inkâr etmişlerdir. Ehl-i Sünnete göre azabı ölen kimsenin ya bütün ce­sedi yahut cesedinin bir kısmı görecektir. Allah her şeye kâdirdir. Ölen kimseye yerinin gösterilmesi mü’min için in’am ve ikram, kâfir için azabdır.

Öyle anlaşılıyor ki, kabir azabı haktır. Kur’an’da kabir azabını ifade eden açık ve kesin bir ayet yoktur. Aynen bunun gibi kabir azabının olmayacağını belirten bir ayet de bulunmamaktadır. Kabir azabı pek çok hadiste sarahaten ortaya konulmuştur. Bir gerekçe veya te’vil ile bunu inkar eden dinden çıkmaz. Ama bu kişinin kendi kültürüne yabancılaşacağı açıktır.

Neden böyle bir inanç Kur’an’da vurgulanmamıştır veya milyarlarca yıl önce ölen ile şimdi ölen açısından adl-i ilahi gerçekleşmiş olur mu, şeklinde aklen kabir azabına yöneltilen tenkitler vardır. Bunun yanında kabir azabının ruha mı bedene mi yapılacağı, bedene de yapılacaksa, onun çürüyüp yok olacağı şeklin­de itirazlar da var. Kur’an’da vurgulanmamasını bir kenara koyarsak -ki, çok şey sünnetle sabittir- diğerlerine şu şekilde cevaplar verilmiştir:

a-İster mümin ister kafir olsun, başına ne gelirse günahlarının affına sebep olacaktır. Bela, musibet, hastalık, sıkıntı gibi şeyler insanların günahları­nın hafiflemesine sebep olmaktadır. Bir mümin bu dünyada günahkar olarak yaşar, fakat başına gelen musibetler onun günahlarının azalmasına sebep ola­caktır. Kabir de çektiği azaplar da yine günahlarına kefaret olup onları siler. Aynen bunun gibi Allah adili mutlak olduğu için kafir kullarının başına gelen musibetler de cehennemdeki azaplarının azalmasına sebep saymaktadır. Aynı günahı işleyen ve kafir olan iki kişiden biri musibete uğrasa diğeri uğramasa, musibete uğrayanın azabı diğerine göre hafifleyecektir. Kafir cehennemde sonsuza dek kalacağı için cennete giremeyecek, ama ister bu dünyada isterse kabir de çektiği sıkıntı ve azaplardan dolayı cehennemdeki azabının şiddeti hafifleyecektir. Bu sebeple kabir de çok kalıp çok azap çeken, az kalıp az azap çekene göre daha kötü olmayacaktır. Belki de ahirette bu durumunu öğrenin­ce çok memnun olacaktır.

b-İnsanların hayatı ve geçirdiği zaman birimleri aynı değildir. Mesela, birkaç dakikalık rüyada günler, aylar ve yıllar geçmiş gibi geliyor. Bazen de yeni yatıp kalkmış gibi bir gecenin nasıl geçtiğini fark edemiyoruz. Bunun gibi kabre erken giren bir insan, Ahirette yeni kalkmış gibi olabilir. Bir diğeri ise birkaç sene kabir de kalır, ama binler sene kalmış gibi azap çekebilir. İşte kabre erken veya geç gitmek kişiye, günahına ve durumuna göre değişebilir. Allah orada da uyku ve rüyada olduğu gibi bir durum yaratabilir.

c-Azabın şiddeti değişik olabilir. Bir volt ile milyon voltun derecesi bir olmadığı gibi, mum ateşiyle güneş ateşi de bir değildir. Kabirde de herkesin durumuna göre ayrı ve çeşitli azaplar olabilir. Kabire geç giden birisi çok kısa zamanda şiddetli azap ile, erken giden birisi kadar ceza çekebilir.

d-Ölüm yokluk değildir. Daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek te inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah Ruh’a münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor.

Bu sebeple Peygamberimiz (asm),
“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.”(Tirmizî, Kıyamet, 26)

buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

İmanlı bir insan iyileşmeyen bir hastalıktan ölürse şehittir. Böyle şehitlere manevi şehit diyoruz. Şehitler ise kabir hayatında serbest dolaşırlar. Kendilerinin öldüğünü bilmezler. Sanki yaşadıklarını zannederler. Sadece daha mükemmel bir hayat yaşadıklarını bilirler. Nitekim Peygamberimiz (asm) şöyle buyurur:
“Şehit ölüm acısını hissetmez.”(bk. Tirmizî, Cihâd, 6; Nesâî, Cihâd, 35; İbni Mâce, Cihâd, 16; Dârimî, Cihâd, 7)

Kur’an-ı Kerim de şehitlerin ölmediği bildirilir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir. Diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen, şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır.

İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır.(sorularlaislamiyet.com)



Yavuz Köktaş - Günümüz Hadis Tartışmaları
Devamını Oku »

Yasin Pişgin Hoca'dan, Mehmet Okuyan'a Reddiye...

Yasin Pişgin Hoca'dan, Mehmet Okuyan'a Reddiye...


Şimdi diyor ki;

"Kur'an'da kabir azabını ima eden bir ayet yok..."

Haydi sünnetteki meşhur pek çok rivayeti bir kenara bırakalım da tam da onun dediği gibi Kur'an penceresinden kabir azabına bakalım...

Öncelikle ifade etmem gerekir; "kabir hayatı" (ya da kabir azabı ve mükâfatı) simge bir kavramdır. bu kavram; bir kabri olsun olmasın, kabrinde çürümüş bulunsun ya da bulunmasın insanın ölümünden, kıyamet için dirileceği zamana kadarki metafizik hayatını ifade eder. yani öldün mü geriye dönemezsin. dünya yaşamı ile senin ruhun arasında artık aşılması imkânsız bir perde var demektir. bu perdenin adı "berzah"tır. bu perdenin ardındaki hayat ise kıyametle başlayacak ahiret hayatından başka bir şey olup "berzah âlemi" diye isimlendirilir. ayetle sabit inanmazsan/inanırsan bak...

"Nihayet onlardan birine ölüm gelince, "Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım" der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır."

Diyor ki; "berzah hayatı diye bir şey yok."
ama ayet "var" diyor. üstelik ayet; Allah'ın, berzahta bulunan ve dünyaya geri dönmek isteyen bir insanla konuştuğunu bize haber veriyor.yani adam ölmüş, ama şuuru, muhasebesi, temennileri halen dipdiri. Allah'a yalvarıyor; "ne olur Allah'ım beni geri döndür" diye.

Hadisleri şimdilik bir kenara bırakalım desem de bir hadise atıf yapmadan geçemeyeceğim. bu bahsettiğim berzah hayatı ya cennet bahçelerinden bir bahçedir; ya da cehennem çukurlarından bir çukur. böyle buyuruyor efendimiz...

Her ne kadar biz hissedemesek de şehitler diridirler ve Allah'ın katında rızıklandırılırlar (Âl-i İmrân, 3/129). yani sen bir şehide "ölü" dediğin an, yani şu an o, diri ve nimetlendiriliyor... işte cennet bahçelerinden bir bahçe...

Allah buyuruyor ki; Firavunu ve ailesini çok kötü bir azap kuşattı (Mü'min, 40/46). nedir bu kötü azap???

şimdi Allah'a kulak ver: "(O azap öyle bir) ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun" denilecektir" (Mü'min, 40/47). işte cehennem çukurlarından bir çukur...

Şimdi azizim!

ayette iki azaptan bahsediliyor: birincisi; kıyametin kopuşundan önce firavun ve avanesinin sabah akşam maruz kaldıkları azap... işte bu bildiğimiz ve itikat ettiğimiz kabir azabı...
ayetin ikinci cümlesi ise ayette " اَشَدَّ الْعَذَابِ" "en şiddetli azap" olarak ifade edilen cehennem azabı. o, zaten malum...
şimdi elini vicdanına koy da karar ver...

Kur'an'a göre kabirde bir sevap, bir azap ve bir hayat nasıl oluyor da olmuyor???

el-insaf...

Şimdi mesele "basit bir kabir azabı inkarı" meselesi değil. mesele bir çırpıda; Kur'an, sünnet ve sebîlu'l-mü'minîn potasında vücut bulan on dört asırlık birikimi alaşağı edip yok saymak. mesele yeni bir din restorasyonu...

Acı olan ise konuyla ilgili ayetlere eklektik, parçacı, samimiyetsiz ve bütünsellikten uzak bir şekilde yaklaşmak ve milletin gözünün içine baka baka asırların akidesini inkar etmek...

Vâkıa suresinin son sayfasında Aziz ve Celil olan Allah; can gelip de boğaza dayandığı zaman, ölünün yakınlarının bakıp kalacağını, o an kendisinin (ve ruh kabzeden meleklerin) ölüye, dostlarından daha yakın olacağını ifade ediyor (Vâkıa, 56/83-88) ve üç ölüm şeklinden bahsediyor:

bunların ilki; فَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ "Eğer (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır" (Vâkıa 56/88-89). Ayetin metninde ilginç olan husus, ölümden sonra başlayan rahatlık ve nimet sürecinin "hemen meydana gelmek"i anlamını içeren "tâkibiye fâsı" ile gelmesidir. buradaki rahatlık ruh kabzının kolaylığına; güzel rızık olarak meallendirilen "reyhan" ise cennete girmeden mazhar olunan nimete delalet ediyor. cennet ise "takibiye vav"ı ile üçüncü sırada zikrediliyor.

ikincisi; وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ "Eğer (ölen kişi) Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir" (Vâkıa, 56/90-91). bu ölü ortalama bir mümin ki; selamete erdi. bunun için; ilkinde kullanılan övgü ve nimetler zikredilmedi ama bu da selamete erdi.

üçüncüsü ise; وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ فَنُزُلٌ مِنْ حَمِيمٍ وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ "Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet; bir de cehenneme atılma vardır" (Vâkıa, 56/92-94). bu ölü için "takibiye fâsı" ile zikredilen "kaynar sudan ziyafet"; cehennemin dışında gerçekleşen bir cezadır. cehenneme girmek "tasliyetü cahîm" ifadesiyle geliyor. yani cehenneme girmek kaynar sudan sonra; kaynar su ise cehennemden önce...

Şimdi zikredeceğim iki ayet Vâkıa 92-94'ün adeta tefsiridir: وَلَوْ تَرٰى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذٖينَ كَفَرُوا الْمَلٰئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرٖيقِ "Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve "haydi tadın yangın azabını" diyerek canlarını alırken bir görseydin" (Enfâl, 8/50; Bkz. Muhammed, 47/27). lütfen meleklerin; "haydi tadın yangın azabını" ifadesindeki azaba ve bu sözün ölüm esnasında söylendiğine dikkat edelim. yani azap ölümle birlikte başlıyor...bir tutam arapça bilgisi, bir parça insafı olan herkes ayetlerin açık bir şekilde cennet ve cehennemden önce ödül ve cezanın olduğunu anlamakta zorlanmaz.

Önceki yazımızda şehitlere "ölü" denmemesi gerektiğini, onların diri bir şekilde Allah'ın katında rızıklandırıldıklarını ifade eden ayetlerden bahsetmiştik. "onların diriliği ve nimetlendirmeleri kıyamet koptuktan sonradır" diye yorumlar yapılmış.

azizim! kıyamet "ba's" ile (yani ölümden sonra dirilişle) başlıyor. o zaman herkes diri, yalnız şehitler değil. o zaman pek çok mümin rızıklandırılıyor, yalnız şehitler değil... "onlara ölüler demeyin" hitabı bize dünyada yöneltiliyor, ahirette değil. hasılı biz burada; onlar da orada diriler... ya da biz burada ölüyüz; onlar orada diriler...

Allah yolunda can veren kişinin böyle mükâfatı olur da; onun canını alan zalim (ve her türlü zulmü icra eden), ruhlar âleminde mışıl mışıl uyur mu???

el-Cevap: اِذِ الظَّالِمُونَ فٖى غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰئِكَةُ بَاسِطُوا اَيْدٖيهِمْ اَخْرِجُوا اَنْفُسَكُمْ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ "Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, "Haydi canlarınızı çıkarın! Bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız" diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!" (En'âm, 6/93). daha azap ölüm anında başlıyor ve melekler "bugün" derken ölüm ile başlayan zaman dilimini zikrediyorlar. "aşağılayıcı bir azapla cezalandırılacaksınız" derken de acaba hangi azabı kastediyorlar?

Şimdi soralım; nasıl oluyor da Kur'an'da kabir azabı olmuyor???

Bir de dedi ki;
"Öyle kabrin başında telkinmiş, Kur'an okumakmış...
bunlar boş şeyler..."
Ölüler bunları duymazmış...

O halde niçin Hz. Peygamber Bakî' kabristanlığına her girdiğinde; السَّلَامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ، وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ "Ey mü'minler topluluğunun yurdu! Allah'ın selamı üzerinize olsun. (yakında) biz de size katılacağız" (Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İmam Mâlik) diye onlarla muhatap sigasıyla selamlaştı.

Ya da Bedir savaşından sonra müşriklerin cesetlerini bir çukurun içine doldurup da onlara; فَإِنَّا قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا، فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا "Biz Rabbimizin bize vaadettiğini (zaferi) hak olarak bulduk; siz de Rabbinizin size vaadettiğini (azabı) hak olarak buldunuz mu?" diye sordu. Hz. Ömer مَا تُكَلِّمُ مِنْ أَجْسَادٍ لاَ أَرْوَاحَ لَهَا؟ "ruhu olmayan cesetlerle ne konuşuyorsun" dediğinde, Allah Rasulü; وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ "Muhammed'in canını elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki; onlar sizden daha iyi duyarlar (siz onlardan daha iyi duyamazsınız) (Buhârî, İbn Mâce)" buyurmadı mı?...

İstifini bozmadı; hadisleri duymadı
Besbelli paradigmasına uymadı...

Doç. Dr. Yasin PİŞGİN Hoca

Devamını Oku »