İnsan: Hükümdar, Yırtıcı Hayvan,Hınzır





Bilin ki,“Birinci Bölüm”de anlattığım üç nefis için en iyi örnek şudur! Değişik üç canlı bir yerde toplanmış»bunlardan biri hükümdar, biri yırtıcı hayvan, diğeri de do­muzdur. Bunların hangisi gücüyle ötekileri yenerse, onun sözü geçer. Bu örneği göz önüne alan kimse bilmelidir ki; nefis bir cevherdir, cisim değildir. Onda cismin güçleri ve arazları yoktur. Nitekim bu kitabın baş tarafında bunları açıkladık, öyleyse, nefsin birleşmesi ve kaynaşması, cisim­lerin birbiriyle olan birleşme ve kaynaşmasından ayrıdır.

Bu üç nefis birleşince tek ve aynı şey olur. Bununla birlikte onlar farklılıklarını korur ve güçler de biri diğe­rinden bağımsız olarak, sanki biri diğeriyle birleşmemiş- çesine faaliyete geçer. Yine kendi başına varlığını sürdüre­mez ve ayrı bir gücü yokmuş gibi tamamıyla iç içe girmez ve yüzeyleri birbirine iyice temas etmez. Aksine, kimi du­rumlarda tek ve aynı şey, kimi durumlarda da güçlerden birinin heyecanlı ve sakin olmasına göre değişik şeyler olurlar.

Bu yüzdendir ki bazılarına göre nefis tektir ve onun birçok güçleri vardır. Bazılarına göre de o, öz bakımından tek, araz ve konu bakımından çoktur. Bu husus üzerinde durmak kitabımızın amacını aşar ve ilerde yeri gelince bu konuda bilgi verilecektir. Şimdilik bu görüşleri benimse­menizde bir sakınca yoktur. Bu nefislerin kimisi yaratılış­tan üstün ve iyi eğitilmiştir, kimisi de yaratılıştan bayağı ve eğitilmemiş olup, eğitimi kabul etme kabiliyeti yoktur. Kimisi de eğitilmemiştir; fakat eğitilebilir ve iyi eğitilmiş olan birine boyun eğer.

Yaratılıştan eğitilmiş üstün nefis, düşünen nefistir. Eğitilmemiş ve eğitilmeyi kabul etmeyen nefis de, hayvani nefistir. Eğitilmemiş olan ve eğitilmeyi kabul eden ve ona boyun eğen nefis ise, kızgın nefistir. Eğitimi kabul etme­yen hayvanı nefsi ıslah etmemiz için Yüce Tanrı özellikle bize bu kızgın nefsi vermiştir. Eskiler bu üç nefis konusun­da insanı güçlü bir hayvana binip av için köpek veya parsı yedeğinde götüren kimseye benzetirler. Bunlar arasında hayvanı ve köpeği eğiten ve onlara yön veren insandır. Hayvan ve köpek yolda giderken, avlanırken veya herhangi bir şey yaparken insana uyarlar. Bu üçü arasında rahat bir yaşayış ve âhenkli bir durum bulunduğunda şüphe yoktur. Çünkü insanın arzuları rahatça yerine getirildiğinden, atı­nı istediği gibi ve istediği yere kadar koşturur; köpeğini de aynı şekilde salıverir. Kendisi inip dinlendiği zaman onla­rı da dinlendirir ve onlara yiyecek ve içecek vermesi bakı­mından üzerine düşeni yapar. Düşmanlarına karşı koru­ma gibi, onların öteki ihtiyaçlarını sağlar. Burada hayvani nefis üstün gelirse, üçünün de durumu kötüleşir ve insan diğer ikisine oranla zayıf kalır; at binicisine itaat etmez ve ona galebe çalar. Hayvan uzakta bir ot görünce, ona doğru fena şekilde koşar, yoldan çıkar; vadiler, uçurumlar, diken ve ağaçlarla karşılaşır, onlara dalar, kendisi de binicisi de bu durumda türlü felâket ve sıkıntılara uğramış olur.

Aynı şekilde köpek de sahibine boyun eğmez, uzakta bir av görünce veya bir şeyi av sanınca, ona doğru koşarsa, biniciyi de atını da çeker ve hepsi birlikte kat kat kötülük ve zarara uğrar.

Eskilerin verdikleri bu örnek, nefislerin durumunu ve Yüce Allahın insana lütfettiği ve ona yerleştirdiği, onun hizmetine sunduğu, insanın diğer iki gücün emrine uya­rak ve yönetimi ihmal ederek Yüce Yaratanına isyan ile kaybettiği nimeti göstermektedir. Oysa diğer iki güç,insana boyun eğmeli ve onun emirlerini yerine getirmelidir.

Dolayısıyla Yüce Allahın yönetimini ihmal eden, onun verdiği nimeti yitiren ve kendisindeki bu güçleri başıboş bırakan insandan, durumu daha kötü olan kimse var mı­dır ? Bu durumda yönetici yönetilen olmakta, hükümdar köle olmakta, kendisi de boyun eğdiği güçlerle birlikte tehlikelere uğramakta ve yok olmaktadır. Şeytan ve ib­lislere uyarak halk içerisinde böylece rezil olmaktan Ulu Tanrıya sığınınız. Burada, sadece bu güçlere ve onun du­rumlarına işaret etmiş olduk. Allah’tan bizi korumasını ve bu nefisleri olgunlaştırmamız için yardım etmesini dile­riz. Böylece iyi işlerimizin amacı olan, bizi büyük kurtulu­şa ve sonsuz nimetlere ulaştıran Allah’ın itaatinde olalım.

Filozoflar, düşünen nefsin yönetimini ihmal edip şeh­vete boyun eğen kimseyi, elinde güzellik yönünden, altın ve gümüşle değerlendirilemeyecek kadar kıymetli bir ya­kut bulunan ve onu yanmakta olan ateşe atarak onun ki­reçleşmesine ve ondaki yararların yok olmasına sebep olan kimseye benzetirler. Şimdi öğrenmiş bulunuyoruz ki, dü­şünen nefis, kendi değerini bilir ve Yüce Tanrı katındaki mertebesini iyice anlarsa, bu söz konusu güçleri eğitmek ve yönetmek hususunda onun halifeliğini hakkıyla yerine getirir. Allah’ın vermiş olduğu güçle onun katında kendi­sine ayrılmış olan şeref ve yüceliğe erişir, hayvani ve öfke­li nefse boyun eğmez. Düşünen nefis, bizim öfkeli nefis olarak nitelendirdiğimiz kızgın nefsi ıslah eder, kendisine iyice boyun eğdirerek eğitir. Sonra hayvani nefsi, heyecan­landığı ve şehvetlere yöneldiği vakitlerde onunla bastırır; öfkeli nefsi, hayvani nefsi eğitmede kullanır, hayvani nef­sin isyanına karşı ondan yardım görür. Çünkü bu öfkeli nefis, eğitilmeye elverişli olup belirttiğimiz gibi ötekini bastırmaya gücü yeter. Hayvani nefis ise, eğitilmemiş ve eğitmeye elverişli de değildir. Düşünen nefis, Eflâtunun şu sözleriyle ifade ettiği şeydir:

‘Düşünen nefis eğilme ve yumuşaklık bakımın

dan altın gibidir. Hayvani nefis ise, sertlik ve katılık bakımından demir gibidir.”

Bir vakit iyi bir iş yapmak istesen, öteki güç de seni zevke ve istediğin şeyin aksine doğru çekse, şiddetle ve gu        rurla hareket eden öfke gücünden yardım gör ve onunla hayvani gücü ez. Bununla beraber o seni yener, sonra da sen pişmanlık ve hoşnutsuzluk duyarsan, demek ki, doğru yoldasın. Kararından vazgeçme. Onun tekrar seni alt et­mesinden sakın. Böyle yapmazsan ve sonunda zafer senin olmazsa, sen ilk filozofun (Aristo’nun) dediği gibi olur­sun:

“İnsanların çoğu güzel işleri sevdiklerini ileri sürerler, fakat sonra da bu konuda onların üstün olduklarını bil­dikleri hâlde, zahmete katlanmadıklarını, dolayısıyla ra­hatlık ve tembellikten hoşlanıp yenildiklerini görüyorum.

Öyleyse sabır zahmetine katlanmayınca, tercih ettikleri vc üstün olduğunu bildikleri şeyi nasıl tamamlayacaklarını öğrenme yolunda sabır göstermeyince, onlarla güzel işleri sevmeyenler arasında bir fark olmaz.”

Kuyuya düşen bir körle gören bir kimse örneğini ha­tırlayalım. Tehlikede olma yönünden ikisi de aynıdır. An­cak kör olan kimse, bu konuda daha çok özürlüdür.

Bu davranış kurallarıyla istenilen mertebeye ulaşan ve bunlar sayesinde anlattığımız faziletleri kazanan kim­senin görevi başkalarını eğitmek ve Allah'ın kendisine bahşetmiş olduğu şeyleri hemcinslerine iletmek olmalıdır.



İbn Miskeveyh-Ahlak Eğitimi

Devamını Oku »

[Topluma Zarar Veren] Kötüler Mutlaka Engellenmelidir

 [Topluma Zarar Veren] Kötüler Mutlaka Engellenmelidir [Doğası gereği kötü olan] ikinci kısma gelince, bunların kötü­lüğü ya başkasına geçer ya da kötülükleri başkasına sirayet etmez. Birinci haldekiler insanların en adisi ve en rezilleridir. Nasıl ilk gruptakiler yaratı­lışları bakımından en büyük hükümdarın benzerleri ise bunlar da doğala­rı bakımından en ulu hükümdarın zıddı olanlardır ve bunların mertebe­leri de çoktur. [Topluma zarar veren] kötüler mutlaka engellenmelidir. Bunların zecretmek suretiyle eğitilmesi gerekir.


Eğer düzelmesi umu­lan gruptan ise eğitim, onu şerden ve tahripten alıkoymaktır. Sonra eğer düzelmesi umulmuyor ve kötülüğü de yayıyorsa o takdirde hapis cezası uygulanır, kötülüğü sonra zincire vurulmakla, sonra da şehirden sürül­mekle izâle edilir. Sonra, kötülüğünde aşırı giderse kötülüğü bilfiil işle­diği organ kesilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun (Nûr, 24/2). Yine O şöyle buyurur: “Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesin’’ (Mâide, 5/38). Kötülüğü de aşın gidenin öldürülmesi ise söz konusu değildir yani caiz değildir,zira bu, o kimsenin varlığını tahrip etmek hususunda Allah’a karşı bir cüretkar­lıktır. Fakat kısas ve benzeri, şeriatın emrettiği durumlar bundan istinadır.


 Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Hiçbir Müslümarıın öldürülmesi caiz değildir Ancak şu üç kişi öldürülür: Evli iken zina eden, Müslümanlıktan küfre dönen ve haksız yere Müslümanı öldüren kimse.’’(Nesai,Muharebe,5) Kötülüğü başkasına zarar vermeyen ikinci türdekilere gelince, müellif bunlar hakkında bir şey söylemedi. Bunların hükmü şudur: Bunlar zemmedilir, zelil bir duruma düşürülür veya iyiliğe çağırma ve kötülükten sakındırma, vaaz u nasihatler, dinin teşvik eden vaadi ya da caydırıcı azabıyla muhatap kılınır. Böylelikle bunların hayra ve iyiliğe ulaşmaları umulur, aksi takdirde aşağılık durumda ve zelil bir halde kalırlar.


 [Doğaları bakımından ne seçkin ne de kötü olan] üçüncü gruba gelince istidatları elverdiği kadar yetkinliğe ulaşmaları için onları sıkıntıdan kurtarmak ve iyiliklere teşvik etmek lazımdır. Ferdin ıslahında genel ilke, hekimin bir organın tedavisinde yaptığı gibi, öncelikle kamunun maslahatını gözetmek, sonra da bireyin maslahatına bakmaktır.


 Hükümdar üçüncü olarak onlar, yani zikredilenler arasında rızık, muteber şeyler ve diğer nimetler gibi ortak iyiliklerin paylaşılmasında dengeyi gözetmelidir. Bu, onların hak edişleri ve istidatlarına uygun olarak yapılır. Zira her bir ferdin o iki şeyden bir payı vardır. Eğer fertlere bu ikisiyle ilgili hakettikleri paydan fazlası verilirse bu, tüm ülke halkına haksızlık olur. Şayet hak ettiğinin azı verilirse bu da o kişiye haksızlık olur. Ayrıca hü­kümdar halkın aleyhine olacak şekilde bu nimetleri bir zorbalar zümresinin eline geçmekten korumalıdır ki, bu nimetler onların mülkiyetinden çıkma­sın. Eğer bu nimetler gasp ve hırsızlık yoluyla ya da satış ve hibe gibi iradî  yollarla binlerinin elinden çıkmışsa hükümdar ülkeye hiçbir şekilde zarar vermeden onların yerine yenilerini vermeli ve haksızlığı, onun ölçüşünce bir cezayla menetmelidir.


Eğer böyle yapmaz da eksiğini uygularsa bu kendisi­ne, mazluma ve ülkeye haksızlık olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür.’’(Şûrâ, 40/42). İşte bunlar adaletin  şartlardır. Sonra hükümdar zorunlu miktardan fazla olabilecek nimetleri liyakata göre ve kendi heybetine uygun düşecek şekilde dağıtarak onlara karşı cömert olmalıdır ki süreklilik kazansın. Aksi takdirde [yani heybetine uygun olmadan ihsanda bulunduğunda] halk taşkınlık yapar ve mülkün tümü harcansa bile tatmin olmayan ihtiraslı tamahkârlara dönüşür.


 Ondan yeterli cana yakınlığı görmediğinde bunun tesirini seve­cenlikle gönlünden silip atsın, her türlü ve her durumda kol kanat germeye devam etsin. Çünkü korunmayan her şeyin durumu kötüye gider ve Allah muhafaza kişinin dostluğu düşmanlığa veya bundan daha fena bir şeye dö­nüşebilir. Zira kızgınlığın yol açtığı zarar en büyük âfetlerden ve en korkulası şeylerden biridir. Münakaşadan kaçınmalıdır, çünkü bu, dostlar arasındaki en zararlı şeylerden biridir. Yine kişi ihtisası olan bir bilgi ya da mahir oldu­ğu bir zanaatta cimrilik etmekten de sakınmalıdır.


Zira infak ile artan ve elde tutmakla da azalan şeyler bir tarafa infakı, tükenmesine sebep olan şeylerde paylaşmak vaciptir. Kişi, arkadaşlarını ve bağı olan herkesi, kendisiyle ilgili durumlar bir yana dostuyla ilgili olanları da küçümsemekten sakındırmak ve hiç kimseye arkadaşıyla ilgili bir durumu kinayeyle, açıktan, ciddi ve şaka yolla kötülemesine imkan vermemelidir. Arkadaşının bir kusurunu görürse, düzeltecek bir şekilde ona karşılık versin, ona aldırmamazlık etmesin, çünkü bu hıyanettir. Düzeltirken uyarıcı hikaye ve sözlerle başlasın, sonra üstü kapalı olarak, sonra sorumluluğu pekiştirici, kalbe huzur ve sükûnet verici konuşmalarla açıktan devam etsin. Bunu yabancılar ve uzak kimseler bir yana, sevdikleri ve yakınlarından bile saklasın. Onun hakkında laf taşıyıcı­dan almaktan sakınsın, laf taşıyıcıya ayıplama ve kınamayla karşılık versin.


Şerhu-l Ahlak-i Adudiyye – Taşköprülüzade Ahmed Efendi

Müellif:Adudüddin el-Îcî’
Devamını Oku »