"Elhamdulillah” Cümlesindeki İncelikler



Bu fasıl" elhamdulillah"sözünün incelikleri ve Fatiha Sûresi'nde yer alan beş ismin faydaları hakkındadır. "Elhamdulillah"sözünün inceliklerine gelince bu dört nüktedir.

Birinci nükte: Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet edildiğine göre, Hz. İbrahim (a.s.), Cenâbı Hakk'a, şunu sormuştur: "Ya Rabbî sana deyip hamdedenin mükâfaatı nedir?" Cenâb-ı Allah:"elhamdulillah" şükrün hem başı hem sonudur" diye cevab vermiştir.Hakikat ehli şöyle demişlerdir:"elhamdulillah" ifadesi şükrün başı olduğu için, Cenâb-ı Allah onu Kur'ân'ın başlangıcı yapmış, yine bu şükrün sonu olduğu için, Cenâb-ı Hakk onu cennetliklerin de son sözü kılmış ve "Onların dualarının sonu, "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" (demeleridir)" (Yûnus. 10) buyurmuştur.

Hz. Ali (r.a.)'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Allah, aklı, ezelî ilminde saklı ve gizli bir nurdan yaratmış; ilmi onun canı; anlayışı onun ruhu; zühdü onun başı; hayayı onun gözü; hikmeti onun dili; hayrı onun kulağı; acımayı onun kalbi; merhameti onun düşüncesi ve sabrı da onun karnı kılmıştır. Sonra akla, "konuş" denildi. Bunun üzerine o da: "Eşi; zıddı, misli ve dengi olmayan; izzetinden ötürü her şeyin zelil olduğu Allah'a hamdolsun" dedi.

Bunun peşi sıra da Cenâb-ı Allah: "İzzetim ve celâlime yemin ederim ki Benim katımda senden daha değerli olan bir mahlûk yaratmadım" demiştir." Yine nakledildiğine göre, Hz. Adem (as.) aksmnca, dedi. Böylece onun ilk sözü de bu oldu. Bunu iyice kavradıysan deriz ki, mahlûkatın en üst derecesi akıl, en alt derecesi ise Adem (a.s.)'dır. Aklın ilk sözünün " Âdem (a.s.)'ın da ilk sözünün yine olduğunu nakletmiştik.

Böylece, sonradan yaratılmışların ilki olan varlıkların ilk sözünün ve sonradan yaratılmışların sonuncusunun ilk sözünün bu kelime olduğu sabit olunca, şüphesiz Cenâb-ı Hakk bu kelimeyi kitabının başlangıcı kılmış, buyurmuştur.

Yine, Allah'ın kelimelerinin ilkinin sözü, peygamberlerinin sonuncusu Hz. Muham-med (s.a.s.) olduğu ve bu ikisi {ilk ile son) arasında bir münasebet bulunduğu sabit olunca, şüphesiz Cenâb-ı Hakk, sözünü, Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)'e gönderdiği kitabın ilk ayeti kılmıştır.Durum böyle olunca, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e "hamd" kelimesinden iştikak etmiş (türetilmiş) iki isim vermiştir. Biri, "Ahmed" diğeri ise "Muhammed'dir. işte bundan dolayı, Hz. Peygamber (s.a.s.) "Ben gökte Ahmed. yerde ise Muhammed'im (Bu isimlerle bilinirim.)" buyurmuştur. Çünkü gök ehli Allah'ı övmekle meşguldür.

Allah'ın Resulü ise onların Allah'ı en çok hamdedenı (Ahmed)dir. Allahu Teâlâ da, "İşte bunların çalışmaları meşkûr (ve makbul) olur" (isrâ. 19) buyurduğu gibi, yeryüzü ehlini övmektedir Resûiullah (s.a.s.) ise insanlar içinde, Allah'ın en çok övdüğü {Muhammed)dir.

İkinci nükte: Hamd, ancak nimet ve rahmete ulaşıldığı zaman olur. Hamd, kelimelerin ilki olunca, nimet ve rahmetin de fiil ve hükümlerin ilki olması gerekir. İşte bu sebebten ötürü; Cenâb-ı Allah, hadîs-i kudsîde. "Rahmetim gazabımı geçti.(Müslim)demiştir.

Üçüncü nükte: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir ismi de "Ahmed"dır. Bunun manası ise,hamdedenlerin en çok hamd-u sena edenidir. Bu sebeble. Allah'ın Hz. Mu-hammed (s.a.s.)'e verdiği nimetlerin daha çok olması gerekir. Çünkü hamdın çok olmasının nimet ve rahmetinin çok olmasından dolayı olduğunu açıklamıştık.

Durum böyle olunca, Allah'ın rahmetinin Hz. Ahmed (s.a.s.) hakkında, bütün âlemlere verilenden daha çok olması gerekir, İşte bu sebeble, "Biz seni, ancak âlemlere rahmet olasın diye gönderdik." (Enbiyâ. 107) buyurulmustur.

Dördüncü nükte: Hz. Muhamrned (s.a.s.)'i peygamber olarak gönderen Allah'ın da, "rahmet" kökünden iştikak etmiş iki ismi vardır. Bunlar: "rahman" ve "rahîmdır. Bu iki isim mübalâğa ifade ederler. Resûlullah'ın da "rahmet" manasından türemiş iki ismi vardır: Bunlar. "Muhammed" ve "Ahmed"tir. Çünkü, hamdin meydana gelmesinin, rahmetin meydana gelmesine bağlı olduğunu açıklamıştık.

Buna göre,Muhammed ve Ahmed isimleri, "rahmet edilen" ve "merhametli" yerine geçer.

Bir kısım rivayetlerde. 'Hamd". "Hâmıd" ve "Mahmûd" kelimelerinin de Hz. Peygamber'in isimlerinden olduğu bildırılmıştır.Öyleyse Hz. Peygamber (s.a.s.)e ait bu beş isim "rahmet'e delâlet eder.

Bunun böyle olduğu sabit olunca, biz deriz ki Cenâb-ı Hakk, "Kullarıma haber ver ki: Hakikaten Ben, (evet) Ben çok bağışlayıcı ve merhametliyim " (Hicr 49) buyurmuştur. Ayetteki "haber ver" kelimesi. Hz. Muhammed (a.s.)'a işarettir. Burada Hz. Peygamber (a.s), diğer kullardan önce zikredilmiştir."ıbâdî (Kullarım) kelimesindeki "ye" zamiri, Allah'a aittir."عِبَادِي"deki "ye" zamiri de O'na aittir.

Yine"أنا"(Ben) zamiri de Cenâb-ı Allah'ı gösterir. Ayetteki "gafur" ve "rahîm" vasıfları da Allah'ın iki sıfatıdır, Böylece, bu beş lâfız, kerîm ve rahîm olan Allah'a delâlet eder. Kıyamet günü kullar, öncüleri de rahmete delâlet eden beş ismi ile Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğu halde, arkalarında da, Allah'ın rahmete delâlet eden beş ismi olduğu halde yürürler. Peygamber (s.a.s.)'in rahmeti çoktur. Çünkü Cenâb-ı Allah buyurmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti ise sınırsızdır Nitekim O, Rahmetim, her şeyi kaplar"(A'râf, 156) buyurur. Günahkârın, rahmetle dopdolu bu on denizin yanında, kaybedeceği nasıl düşünülebilir?

Bu sûrede geçen beş ismin faydaları birçoktur. Bunlardan:

Birinci nükte: Fatihada on şey vardır Beşi, rubûbiyyet sıfatlarındandır. Bunlar, Allah, Rab, Rahman, Rahîm ve Mâlik isimleridir.Beşi de ubûdiyyet (kulluk) sıfatlarındandır Bunlar, ubûdiyyet, istiâne (yardım talebetme), hidayet isteme, istikamet isteme ve nimet istemedir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet" buyurmuştur.

İşte bu beş isim, o beş hale mukabil olur Sanki şöyle deniliyor. "Ya Rabbî! Sadece Sana ibadet ediyoruz. Çünkü sen Allansın. Sadece Senden yardım taleb ediyoruz. Çünkü Sen Rabb'sın. Bizi dosdoğru yola hidayet et, çünkü Sen Rahmân'sın. Bize istikâmeti rızık olarak ver, çünkü Sen Rahîm'sin. Bize nimet ve kerem yağmurlarını indir, çünkü Sen din gününün mâlikisin."

İkinci nükte: İnsan, beş şeyden meydana gelmiştir. Bedenî, şeytanî nefsî, şehvanî nefsi, gadabî nefsi ve melekî,aklî özü.. Cenâb-ı Hakk, buna göre, bu beş ismiyle şu beş mertebeye tecellî etmiştir. Allah ismi, melekî, aklî, felekî ve kudsî ruha tecellî etti de, böylece ruh Allah'a boyun eğip, itaatta bulundu. Nitekim O, "Dikkat ediniz, kalbler Allah'ın zikriyle sükûnete erer" (Ra'd. 28) buyurmuştur. Şeytanî nefse de, Rabb isminin göstermiş olduğu, iyilik (birr) ve ihsanla tecellî etmiştir.

Böylece nefs. Allah'a isyan etmeyi bırakmış, Deyyân olan Allah'ın taatine boyun eğmiştir Gadabî nefse de, kahr ve lütuftan meydana gelmiş Rahman ismiyle tecellî etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hakk: " "Gerçek mülk, o vakit Rahman olan Allah'ındır" (Furkân 26) buyurmuştur. Böylece nefis, düşmanlığı terket-mıştir. Şehvanî ve behîmî (hayvanî) nefse de, Rahîm ismiyle tecellî etmiş de, nefse mubah ve güzel olan şeyleri helâl kılmıştır. Nitekim, "Temiz şeyler size helâl kılındı'' (Mâıde 4) buyurmuştur Böylece, o nefis yumuşamış ve Allah'a isyan etmeyi terketmıştir.

Cesed ve bedenlere, "maliki yevmiddin"sözünün kahrı ile tecellî etmiştir. Çünkü beden katı ve yoğundur. Dolayısıyla çok güçlü bir kahr gerekir. Bu da kıyamet gününün korkusundan meydana gelen kahrdır. Hakk Subhânehû, bu mertebelere beş ismiyle tecellî edince, cehennem kapıları kapanır, cennet kapılan açılır. Sonra bu mertebeler, geri dönmeye başlarlar da, böylece bedenler itaat eder ve"İyyake na'budu" derler.

Şehvanî nefisler, itaat eder ve lezzetleri terketme ve şehvetlerden yüz çevirmek hususunda "ve iyyake nastain"derler.

Gadabî nefisler itaat eder, "bize hidayet et" , bize doğru olan yolu göster ve dininde bizi sebatkâr kıl, der.

Şeytanî nefis, itaat eder, Allah'tan doğruluk ve hak yoldan sapmadan onu korumasını ister de, "ihdinessırâtel müstakîm"der.

Kudsî melekî ruhlar baş eğer ve Cenâb-ı Allah'tan kendilerini kudsî, yüce, tertemiz ve muazzam ruhlara ulaştırılmalarını talep ederler." O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil."derler.

Üçüncü nükte: Hz. Peygamber (s.a.s.): İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek; namazı dosdoğru kılmak; zekât vermek; Ramazan orucunu tutmak ve Kabe'yi haccetmek(Buhari) buyurmuştur.

Buna göre, Allah'dan başka ilâh olmadığına şehadet etmek, Allah isminin nurunun tecellîsinden; namaz kılmak Rabb isminin tecellîsinden meydana gelmiştir. Çünkü Rabb "terbiye" kökünden türemiştir. Kul da, imanını namazın yardımıyla terbiye eder. geliştirir. Zekât vermek Rahman isminin tecellîsinden meydana gelir. Çünkü Rahman merhamet etmede mübalâğayı ifade eder. Zekât verme işi de, fakirlere acımaktan ötürü tahakkuk eder.

Ramazan orucunun farz olması. Ra-hîm isminin tecellîsindendir. Çünkü oruçlu kimse acıktığı zaman, fakirlerin açlıklarını hatırlar da, onlara muhtaç oldukları şeyi verir. Yine oruç tutan kimse, acıktığı zaman hissî bazı lezzetlerden kesilir. Ölürken de, bu kimseye, lezzetlerden ayrılmak kolaylaşır. Haccın farz olması isminin tecellîsindendir. Çünkü kişi hac yaptığında, vatanından ayrılması ve çoluk çocuğunu terketmesi gerekir. Bu da, kıyamet gününün yolculuğuna benzer.

Yine hac yapan kimse, yalınayak, başı açık ve çıplak olur. Bu da, kıyametteki insanların haline benzer.

Hülâsa, diyebiliriz ki, hac ile kıyametin durumları arasında gerçekten pek çok benzerlikler vardır.

Dördüncü nükte; Beş çeşit kıble vardır; Beyt-i Makdis, Kabe, Beyt-i Ma'mûr, Arş ve Allah'ın celâlinin dergâhı. Allah'ın Fâtiha'daki beş ismi, bu beş kıbleye bölüştürülmüştür.

Beşinci nükte: Duyular beştir:

1-) Görme duyusu. Nitekim Cenâb-ı Allah "Ey basiret sa-hibleri siz bundan ibret alın " {Haşr, 2} buyurmuştur

2-) İşitme duyusu. Nitekim Cenâb-ı Allah: "Onlar söze kulak verir ve onun en güzeline uyarlar" (Zûmer, 18) buyurur.

3-) Tatma duyusu. Cenab-ı Hakk, "Eypeygamberler, temiz ve helâl olan şeylerden yeyin, sâlih ameller işleyin " (Mü’minûn, 51) buyurur.

4-) Koklama duyusu. Cenâb-ı Allah " Bana bunak demezseniz, inanın ki (şimdi) Yûsufun kokusunu duyuyorum " {Yûsuf, 94) buyurur.

5-) Dokunma duyusu. Nitekim Cenâb-ı Allah: "Onlar ırzlarını koruyanlardır" (Mü'minûn.5) buyurur. O halde ey insan, Allah'ın bu beş isminin nuru ile, şu beş düşmanın zararlarını defetme hususunda yardım talep et.

Altıncı nükte: Fatiha Sûresi'nin birinci yarısı beş ismi ihtiva etmekte olup, buradan sırlara nurlar saçılır. İkinci yarısı ise kulun beş sıfatını ihtiva etmektedir ki, buradan da bu nurların basamaklarına sırlar yükselir. Bu iki durum sebebiyle kulun namazdaki miracı gerçekleşir.

Birinci durum iniş, ikinci durum ise bir yükseliştir. Bu Fâtiha'nın iki kısmı arasındaki ortak çizgi ile arasını ayıran çizgidir.

Bunu şöyle izah edebiliriz:

Kulun ihtiyacı ya dünyayı isteme hususundadır, ki bu da zararı defetmek ve menfaati elde etmek diye iki kısma ayrılır, yahut da ahireti istemek hususundadır, ki bu da cehennemden kaçmak olan zararı defetmek ve cenneti istemekten ibaret olan hayrı talebetmek diye iki kısma ayrılır. Böylece bunların toplamı dört eder. En şereflisi olan beşinci kısım ise, bir şey istemek için veya bir şeyden korktuğundan dolayı değil de, sadece Allah, Allah olduğu için, O'na hizmet etmeyi, itaati ve ibadeti istemektir. Eğer "Allah" isminin nurunu müşahede edersen, Allah'tan. Allah'tan başka bir şey istemezsin. Eğer "Rabb" isminin nurunu müşahade edersen, O'ndan cennetin hayırlarını talebedersin.

Eğer Allah'ın "Rahman" isminin nurunu müşahede edersen, O'ndan bu dünyanın hayırlarını istersin. Eğer, O'nun "Rahîm" isminin nurunu müşahede edersen, Allahtan, ahiret zararlarından seni korumasını istersin.

Ve eğer "Mâliki-i yevmid-dîn" isminin nurunu müşahede edersen, Ondan ahiret azabına uğramaman için seni bu dünyanın afetlerinden ve çirkin fiillerinden muhafaza etmesini istersin.

Yedinci nükte: Bu beş ismi, şu meşhur zikirde adı geçen beş mertebeye yerleştirmek de mümkündür:

Allah'ı tenzih ve teşbih ederiz, Hamd Allah'a mahsustur, Allah'tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür. Güç ve Kuvvet, ancak Yüce ve büyük olan Allah'tandır." Bu zikirdeki, sözümüz, İsrâ Sûresi'nin ilk ayeti olan "Kulu (Muhammed'i) geceleyin yürüten (Allah) ne münezzehtir" (isra. 1) ayetidir.

"Elhamdulillah"sözümüz ise beş ayrı surenin başlangıcıdır (Fatiha, En'âm, Kehf, Sebe, Fâtır sûreleri). sözümüz bir sûrenin (Âl-i İmrân Sûresi'nin) başlangıcıdır. Bu da "Elif, lâm, mim, Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır" (Âli imrân. 1) ayetidir.

"Allah-hu Ekber"sözümüz, Kur'ân-ı Kerîm'de, açıkça olmaksızın, bir yerde kelimesine, bir yerde de kelimesine muzâf olmak üzere, iki yerde: Muhakkak ki Allah'ı zikrederek namaz kılmak) en büyüktür" {Ankebût. 45). "Allah'tan olan bir rızâ ise en büyüktür" (Tevbe. 72)La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim"sözümüze gelince, bu Kur'ân-ı Kerîm'de açıkça zikredilmemektedir. Çünkü bu, cennet hazinelerindendir. Hazine ise saklı olur, açıkta olmaz.

Fatiha Sûresi'nde zikredilen beş isme gelince, bunlar şu beş zikrin başlangıçlarıdır: "Allah"sözümüz, "Subhanallah"sözümüzün; ''Rabbi"sözümüz,"elhamdulillah"sözümüzün;"errahman"sözümüz,"lailaheillallah" sözümüzün karşılığıdır.

Çünkü bizim, sözümüz, ancak, kendisinin kâmil bir kudreti ve mükemmel bir rahmeti olan zata yakışır. Böyle olan da Rahman olan Allah'tır. Yine bizim "errahman"sözümüz. " Allahu ekber""sözümüze tekabül eder.

Bunun manası ise, zayıf kullarına merhamet etmemekten yüce olduğudur. "Malikiyevmiddin" sözümüz ise, " la havle vela kuvvete illa billah"sözümüze karşılık olmaktadır.Çünkü melik ve mâlik olan bir kimse, iradesi hilâfına kullarının hiçbir şey yapamayacakları zattır. Allah en iyi bilir.

Fahruddin Er-Râzi,Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/398-403.
Devamını Oku »

Elhamdülillâh, dağın kulağı mağarayı doldurur



Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdülillâh gibi bir lâfz-ı Kur’ânî okunduğu zaman, dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lâfız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir.

Aynen öyle de, Kur’ân’ın mânâları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi, sinek gibi küçücük, basit akılları dahi aynı sözlerle talim eder, tatmin eder. Zira Kur’ân bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imana davet eder. Hem umumuna imanın ulûmunu talim eder, ispat eder. Öyle ise, avâmın en ümmîsi, havassın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur’ânîyi dinleyip istifade edecekler.

Demek Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi

(Yirmi Beşinci Söz-Birinci Şule)
Devamını Oku »