Ebu Talib el-Mekki'de Namazda Şekil ve Mana İlişkisi

Ebu Talib el-Mekki'de Namazda Şekil ve Mana İlişkisi
...İbadetin özü Allah’a saygı ve itaattir. Bu da Allah’ı gereği gibi takdir etmekle olur. Sırf cennet ümidiyle ibadet etmek veya cehennem korkusuyla isyandan ka­çınmak, Mekkî’ye göre Allah’ı hakkıyla takdir edememekten ileri gelmektedir..

Namazda Şekil ve Mana İlişkisi

Mekkî,namazın sözlü ve şeklî rükûnları olan tekbir, kıyam, rükû’, kıraat gibi fenomenlerin bedenen ve lisanen yerine getirilişi esnasında bunların içte ruhen ve zihnen de yaşanmasının gereğine dikkat çeker. Ona göre mü’minin kalbi, na­mazın rükûnlarıyla vasıflanmak, yani kişi yaşayarak namaz kılmalı, diliyle söyle­diğine ve bedeni ile yaptığı davranışa kalbi iştirak etmelidir. O “Allahu Ekber” dediğinde, Allah’ın her şeyden yüce olduğunun şuurunda olmalı, Allah’ın zikri olan namaz, kalbinde en büyük yeri kaplamalıdır. “Allahu Ekber” diyen kişi, bu­nu söylerken bir başkasının sözü olarak nakletmemekte, bir başkasından haber vermemekte, kendi samimî inancını manasına vermiş olarak ifade etmektedir. “Allahu Ekber” derken, söze uygun amel, Allah’ın kalbte her şeyden daha büyük olmasıdır. Bunu dil ile söylerken kişi kalbinde dünyada yüksek mevki ve statü sahibi olan kişilere, Allah’tan daha büyük yer veriyorsa, o kişi tekbir cümlesinin manasını yaşamamış olur. Onun sözü ile özü birbirine uymamıştır. (el-Mekkî, Kûtu l-Kulûb, c. II, sş. 196, 198.)

Kıyam, ilâhî huzurda saygı ile duruştur. Namaza niyetlenerek ayağa kalktı­ğında kalbi âlemlerin Rabbi için kıyam ettiğine şehadet eder. Allah’a ta’zim duy­gusu onun bütün varlığına hakim olur, her şeyi gözetimi altında tutan Allah ın korkusu onu içine alır.(ayn eser,cilt:2,s.198)

Kur an okumaya başladığı zaman, kelâmın sahibiyle olan beraberliği onun kaygısını azaltır. Çünkü o, kelâmın sahibiyle konuşmaktadır. Namazda Kuran  ayetlerini okurken tertîl ile (yavaşça) okumalı, İlâhî kelâmın manaları üzerinde düşünmeli ve manası yaşanmaya çalışılmalıdır. Bir rahmet âyeti ile karşılaşılaştığında onu arzulamalı, istemeli, azap âyetiyle karşılaşıldığında korkup Allah'a sığınmalı, teşbih ve tazim ifade eden bir âyet okunduğunda (kalkan) hamd, teshih ve tazîmde bulunmalıdır. (el-Mekkî, Kûtu'l-Kulûb, c 2, ss 195. 198)

Huşû ile namaz kılan kişi, ruküa eğildiği zaman kalbi derin bir saygı ile dolar, onun gönlünde Allah'tan daha yüce hiçbir şey bulunmaz. Rükûdan doğrul­du ğu zaman hamdın ancak Allah'a mahsus olduğunu müşahede eder, kalbi hu­zurla dolar. (Aynı eser, c. II, s. 199.)

Secde kulun ruhen Allah’a en çok yaklaştığı, kalbinin ulvî mertebelere ulaş­tığı andır. Bu durum Kur’ân’da “Secde et ve Allah’a yaklaş.'' âyetinde ifadesini bulmuştur.

Burada yeri gelmişken namazdaki kıyam, rükû ve secdeden ibaret olan şek­li erkânın, dindarın Rabbi karşısında duyduğu saygının bedenen ifade edildiği fenomenler olduğunu hatırlatalım. Buna göre ibadetler aynı zamanda kulun Rabb ine duyduğu ta’zim hislerinin bedenen ifade edilişidir.

ed-Dehlevînin de belirttiği gibi, ta zimin bedenen ifade edilişinde esas olan, boyun eğip teslim olunarak saygı gösterilenin huzurunda kıyam, rükû ve secde şeklinde birbirini takiben bir arada yerine getirilmesidir.' Buna göre kıyam, Al­lah’a saygı (tazim)nin gösterilişinin ilk aşaması, rükû ikinci aşaması, secde ise en ileri aşamasıdır.(Abdullah Yıldız,Namaz,syf;111)

Mekkî, sahibini her türlü büyük günahlardan ve ahlâk dışı davranışlardan alı­koyan namazın gereği gibi kılman ve Allah taralından kabul edilen namaz oldu­ğunu söyler.Kur’ân-ı Kerim de de namazın inananlar üzerinde gerçekleşmesi beklenen bu işlevine dikkat çekilerek “Sana vahyedılen Kur’ân-ı oku ve namazı kıl. Gerçekten namaz, kötü işlerden ve uygunsuz davranışlardan alıkor.’’ bu­yurmaktadır.

Namazın günlük hayatla müminler üzerinde görülmesi beklenen kötülüklere karşı frenleyici etkisi, namazla oluşacak ilâhı murakabe hissi ve güç kazanan inanç ve irade gücü sayesinde gerçekleşebilir. Sırf dinî sorumluluktan kurtulmak, dindar bir çevrede yaşadığı için sosyal uyumun bir sonucu olarak toplumda kabul gör­mek için biçimsel olarak, şuuruna varmadan âdeten kılınacak namazlardan böyle bir sonucun alınamayacağı açıktır. Günümüzde dindarların bir ahlâk problemi varsa ve ibadetlerine devam eden insanların bir çoğu ahlâkî zaaflarıyla sık sık eleştiriliyorsa, yani ibadetleri kişinin davranışlarına müsbet yönde etki etmiyorsa, bu­nun bir sebebi de ibadetleri ve özellikle namazı özümseyememektedir.

Namaz ilk bakışta tek bir ibadet gibi görünmekle birlikte o, bir ibadetler mec­muasıdır. Mekkî bu hususa da dikkat çekerek, namazın kıyâm, rükû, secde, tek­bir, hamd, kıraat, teşbih, duâ, istiğfar ve salâvât gibi öğelerinden her birinin müstakilen yapılması hâlinde de ayrı birer ibâdet ve zikir olduğunu söyler.(el Mekki,cilt:2,syf;200) Buna göre namaz en şumullü ibadettir. Namaz ona göre aynı zamanda diğer farz iba­detlere değer ve anlam kazandırır. Oruç, hac ve zekât ibadetleri, ancak namazla bir anlam kazanır. Yani kişinin namaz kılmaksızın haccetmesi, oruç tutması ve­ya zekât vermesi sağlıklı bir dinî yaşayış değildir.(El-Mekki,age,c.2,syf;306)



Hüseyin Certel,Tasavvuf Dergisi 2003,Sayı:10
Devamını Oku »

Evliliğe Dair Hükümler ve Edepler

Evliliğe Dair Hükümler ve Edepler




 EVLENİLECEK KADINLARDA ARANACAK ÖZELLİKLER



Evlenmeye kesin karar veren kimse, evlilik için dindar, saliha, akıllı ve kanaatkar kadınlardan başkalarını düşünmemelidir. Ancak bu hususlara uyduğu takdirde kişi niyetinde ihlas sahibi olmayı başarabilir. Bu konuda Hz.



Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

‘Kadın malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı için nikahlanır; sen dindar olanını seç.(Buhari,Nikah 15)

 Hadisin diğer bir lafzı şöyledir:

Kim bir kadını malı ve güzelliği için nikahlar ise, hem malından hem de güzelliğinden mahrum olur.Kim bir kadın ile dindarlığı sebebiyle evlenirse, Allahu Teala onu hem malından hem de güzelliğinden rızıklandırır.(Taberani,el-evsat,no:2527)

 Bu hususta rivayet edilen başka bir hadis-i şerif de şöyledir:



Güzelliği sebebiyle bir kadın ile evlenmeyin; güzelliği onu kötü duru­ma düşürebilir. Malı için de evlenmeyin; malı onu azdırabilir. Bir kadın ile dindarlığı için evlenin.(İbn-i Mace,Nikah 6)

Bir kadın ile dindar ve saliha olduğu için evlenmek, ahırete giden bir yola girmektir. Özürlü, çirkin ve yaşlı kadınlar ile evlenmek zühdün kapıla­rından biridir.

 Ebu Süleyman ed-Dârânî (rah) şöyle derdi:
“Zühd her şeyi kapsar! Hatta, bir kimsenin yaşlanmış olan ve güzel görünümlü olmayan bir kadın ile evlenmesi de dünyaya karşı zühd göster­menin bir işareti sayılır.”



Mâlik b. Dînâr da (rah) şöyle derdi:

“Bazıları yetim kızlarla evlenmeyi istemez. Halbuki bunlarla evlenseler sevap kazanırlar. Hem onların geçi­mi, doyurulması ve giydirilmesi gibi geçim yükleri hafif olur. Eğer dünya ehlinden birinin kızı ile evlenecek olsa; o kadın canının çektiği her şeyi is­ter: “Bana şöyle bir elbise al, şu evsafta etek satın al...” der durur. Bu gi­bileri kişinin dinine zarar verir!”



Ahmed b. Hanbel (rah), sağlam ve güzel kardeşi dururken onun yeri­ne tek gözü görmeyen kadın ile evlenmeyi tercih etmişti. Evlenmeden ön­ce: “Hangisi daha akıllıdır?” diye sormuş: “Bir gözü olmayan daha akıllı­dır!” diye cevap alınca: “Beni onunla evlendirin!” demişti.

Seviyesi düşük ve dengesiz bir kadın ile evlenmenin şöyle bir fayda­sı olabilir; bu tür kadınlara pek rağbet edilmediği için onu kalbi kendi tara­fına rahat çekilir ve insan rahat eder.

Evlenmeden önce evleneceği kişinin yüzüne ve evliliğe teşvik eden yerlerine bakması müstehaptır. Yüzün yanında ellerine de bakılmasında Hicaz alimlerine göre bir sakınca yoktur. Yüze bakılması konusunda sağ­lam hadisler bize kadar ulaşmıştır.



Bunlardan biri Muhammed b. Mesle- me'nin şu hadisidir:

“O, evlenmeyi düşündüğü bir genç kızı görebilmek için mahallesi için­de takip etmiş, nihayet bir hurmanın arkasına gizlenerek onu görmüştü. Kendisine: “Sen Resûlullah’ın (s.a.v) ashabından olduğun hâlde nasıl böyle bir şey yaparsın?” denilince şöyle dedi:

“Böyle yapmamızı bize Resûlullah (s.a.v) emir buyurdu! Efendimiz bize:

“Allahu Teala birinizin kalbine bir kadın ile evlenme düşüncesini düşü­rünce, kendisini bu evliliğe teşvik edecek şeyleri görmek için o kadına baksınr buyurdular!”(Tirmizî, Nikah, 74)



Bu konudaki başka bir hadis de şöyledir:

'Ensar'ın hanımlarının gözlerinde bir şey vardır. Ensar’dan bir hanım ile evlenmek istediğiniz zaman onların gözlerine bakın.(bk.Müslim nikâh 12)



Hadis-i şerifin diğer bir lafzı şöyledir:

"Birinizin içine bir kadın ile ev­lenme düşüncesi doğduğunda, ona baksınl Çünkü bakmak, kalplerinin birbirine kaynaşmasını sağlar.(Tirmizî, Nikah, 74 )

Buradaki kaynaşma, iki derinin birbirine değerek oluşturduğu sıcaklık­tan daha derin bir anlam ifade eder. Cildin dış tarafının birbirine değmesi ile oluşan sıcaklıktan daha güçlü olan içteki kaynaşmadan söz edilmekte­dir. Birbirine kaynamak tabiri, ifadedeki mübalağaya işaret eder.
Bu hususta A'meş (rah) şöyle der:

“Birbirini görmeden ve bakmadan yapılan her evliliğin sonu gam ve kederdir.”

.........



EVLENECEK ERKEKTE ARANACAK ÖZELLİKLER
Bidat çıkaran, fasık, zalim, içki içen ve faiz yiyenlere kız vermemek gerekir. Eğer bir kimse kızını bunlardan biri ile evlendirirse dinini yarala­mış, akrabalık bağını kesmiş ve kızına karşı bir velinin üzerine düşen so­rumluluğu yerine getirmemiş olur; çünkü yaptığı işi hakkını vererek yerine getirmemiştir. Yukarıdaki kötü özellikleri taşıyan kişiler; hür ve iffetli müslüman hanımların dengi olamazlar.



Seleften bir zat şöyle der:

“Evlilik bir nevi köleliktir; her biriniz kızını nereye köle olarak vereceğine iyi dikkat etsin!”



Alimlerden biri de şöyle der:

“Kızlarınızı takva sahibi kimselerden baş­kasıyla evlendirmeyin; çünkü, onlar eğer kızınızı severse ona değer verir, şayet sevmeyecek olursa kızınıza insaflı davranırlar.”



Hz. Resûlullah da (s.a.v) bu konuda şöyle buyurur:

Nutfeteriniz için (kadının) hayırlısını tercih edin. Kendinize denk olan­larla evlenin, denklerinizin kızını isteyin.(İbnu Mâce, Nikah 46)

Nikahın geçerli olabilmesi için iki adil şahit ve kızın velisinin hazır bu­lunması gerekir. Evlenecek kadın dul ve velisi de yok ise; sultan (devlet yöneticisi) veya onun tayın ettiği yetkili, velisi olmayanların velisidir. Sün­nete uygun olan budur.



ERKEĞİN AİLESİNE VE ÇOCUKLARINA KARŞI SORUMLULUKLARI



Evlenecek kişinin hayız (kadınların aybaşı) halleriyle ilgili hükümleri, aybaşında meydana gelen değişiklikleri, loğusa (doğum yapan kadın) hakkındaki hükümleri, bunların en uzun ve en kısa sürelerinin ne kadar ol­duğunu öğrenmesi gerekir. Aynı şekilde istihaze ile ilgili hükümleri, ne zaman temizlendiğini bilmesi ve hanımına da öğretmesi gerekir.Böyle yapmakla, hanımının dışarı çıkarak bu konuları başka erkekle­re sorma zahmetinden kurtarır.

Bunun yanında ailesine, bilinmesi gerekli farzları; namazla ilgili hü­kümleri, İslâm'ın diğer hükümlerini, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'a göre bilin­mesi gerekli itikat esaslarını öğretmesi gerekir.

Eğer erkek bu söylenenleri yerine getirirse, kadının bu konuları öğ­renmek için çıkıp alimlere müracaat etmesine gerek kalmaz. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat mezhebine göre Allah'ın birliği, İslâm'ın ve imanın temel esasları konusunda bilinmesi zorunlu olan konularda eksiği bulunan ha­nımlar, bu konudaki eksiklerini tamamlamak için dışarı çıkabilirler. Ancak bilinmesinde zorunluluk değil de fazilet bulunan konuları öğrenmek için hanım kocasından izin almadan dışarı çıkamaz.

Kadın kocasını haram kazançlara zorlamamalı ve günah işlemeye se­bep olacak yollara sevk etmemelidir. Erkeğin de kötü yollara girmemesi,dünya için ahiretini satmaması gerekir. Eğer hanımı kendisi ile birlikte iyi­lik ve takva üzere sabrederse onunla evliliğini devam ettirir. Eğer hanımı kendisini günaha ve düşmanlığa sürükleyecek olursa, o kadından ayrıl­ması gerekir. Eğer ayrılacak olurlarsa, Allahu Teala herkesi kendi lütfü ile ihtiyaçtan kurtarır.



Denilir ki: Kıyamet gününde kişinin yakasına ilk olarak yapışacak olan hanımı ve çocuklarıdır. Yakasına yapışır, onu Allahu Teala'nın huzurunda durdurur ve şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizim hakkımızı bu adamdan al! Bu adam bilmediklerimizi bize öğretmedi! Bilmediğimiz hâlde bize haram yedirdi!” Sonra, adamdan hanımının ve çocuklarının hakları alınır.



Konuyla ilgili olarak gelen bir rivayette şöyle denilir:

“Kul mizanın önünde durur. Dağlar gibi yığılı iyilikleri vardır. Ailesini gözetip gözetmedi­ği, onların haklarını yerine getirip getirmediğinden sorguya çekilir. Ardın­dan, malını nereden kazandığı ve nerelere harcadığı sorulur. Kendisine sorulan her soru ile, işlediği amellerin karşılığı olan dağ gibi yığılı sevabı biter. Sevabından eser kalmaz. Sonra bir melek: "Şu adam; dünyadaki bü­tün iyilikleri ailesi tarafından yenilen ve amelleri ile bu gün rehin kalan bi­ridir!" diye ilan eder.( Zebîdî, ithaf, 6/72; hadisin son kısmıyla ilgili bir rivayet için bkz: Tirmizî, Kıyamet, 1.)



Bu yüzden seleften bir zat şöyle der:

“Allahu Teala bir kulun kötülüğü­nü murat ettiğinde, ona dünyada parçalayıcı dişleri olan bir canavar mu­sallat eder.” Parçalayıcı dişlerden maksat ailesi ve çocuklarıdır.



Bu konuda gelen bir rivayet şöyledir:

“Bir kimse, çoluk çocuğunu ca­hil bırakmaktan daha büyük bir günah ile Allahu Teala'ya kavuşmazI.(Şevkânî, el-Fevâidu’l-Macmûa, Nikah, 67, Zebîdî, İthaf, 6/73.)



Konuyla ilgili meşhur bir rivayet de şöyledir:

“Sorumluluğu altında bu­lunan ailesini zayi etmesi kişiye günah olarak yeteri’(Müslim, Zekat, 40)

Ailesini bırakıp kaçan bir kişinin; efendisinden kaçan bir köle gibi oldu­ğu söylenir. Bilindiği gibi efendisinden kaçan kölenin, efendisinin yanına dönünceye kadar ne kıldığı namazı ve ne de tuttuğu orucu kabul edilir!



Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

"Ey iman edenleri Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun.(Tahrim,6)

Görüldüğü gibi aile, burada kişinin nefsinden bir parça kabul edilmek­tedir. Emir ve yasakları öğrenip uygulamak suretiyle kendi nefislerimizi nasıl ateşten korumaya çalışıyorsak, aynı şekilde onlara da emir ve ya­sakları öğretmek suretiyle ailemizi ateşten kurtarmamız bizlere emredil- mektedir.



Bu ayetin tefsirinde şöyle denmiştir:

“Kadınlarınıza ilim öğretin ve onları terbiye edin!"



Konuyla ilgili olarak diğer bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz. İmam (devlet başkanı) çobandır ve halkından sorumludur. Erkek ailesinin çoba­nıdır ve ailesinden sorumludur. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da evinden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve koru­ması istenen şeylerden sorumludur.(Buhari,Ahkam 1)


KADININ SORUMLULUKLARI VE GÖREVLERİ



Denilmiştir ki:

"Kadın, kocasının izni olmadan evinde kimseye bir şey yediremez. Ancak beklemekle bozulmasından korkulan yemekleri izinsiz verebilir. Kadın, kocasının izni ve rızası ile yedirirse kendisi de kocası gi­bi. sevap kazanır. Şayet kocasının rızası olmadan yedirirse, sevabı koca­sı kazanır ve kendisine de (izinsiz verdiği için) günahı kalır!(Ebû Dâvûd, 1688)

Erkek, hanımına tıpkı bir anne gibi nasihat ederek şu sözlerle en bü­yük hakkının ne olduğunu öğretmelidir: Kocana itaat et. Çünkü kocan se­nin hem cennetin ve hem de cehennemindir.



Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kocası kendisinden memnun olduğu hâlde vefat eden her kadın cen­nete girer.(Tirmizî, Rada 10)

''Resûlullah (s.a.v) zamanında adamın biri sefere çıkmıştı. Çıkarken de karısına, üst kattan alt kata inmemesini tembih etmişti. Kadının baba­sı alt katta oturuyordu ve hastalandı. Kadın, Resûlullah’a (s.a.v) birini gön­dererek alt kata inmek için izin istedi. Efendimiz (s.a.v) ona: “Kocanın sö­zünü tut diye haber görderdi. Daha sonra kadının babası vefat etti. Ka­dın tekrar Resûlullah’tan (s.a.v) izin istedi. Resûlullah (s.a.v) yine ona:

“Kocanın sözünü tut!” buyurdu. Kadının babasını toprağa verdiler. Daha sonra Resûlullah (s.a.v) kadına şöyle haber gönderdi:

“Kocanın sözünü tutman sebebiyle babanın günahları affedildi'(İbni Hacer, el-Metâlibu’l-Aliyye, No: 1616)



Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Kadın beş vakit namazını kılar, Ra­mazan orucunu tutar, namusunu muhafaza eder ve kocasına itaat ederse Rabb’inin cennetine girer.(Ahmed, Müsned, No: 1661;)

Bu hadis-i şerifte görüldüğü gibi, kadının kocasına itaat etmesi, İs­lam'ın temel şartları ile birlikte zikredilmiştir. Bunlar, bir kişinin cennete gi­rebilmesi için mutlaka yerine getirmesi gerekli şartlardır. Cennete girmek için de kocaya itaat şart olarak konulmuştur.



Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) yanına bir kadın geldi, yanında iki de çocuğu vardı. Kadın bunlardan birini sırtına almış, diğerini de elinden tutuyordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) onu böyle görünce takdirlerini şöyle ifade buyurdu­lar:

“Kadınlar çocuklarını karınlarında taşırlar, doğururlar ve onlara merha­met ederler. Bunlar bir de kocalarına eziyet vermeseler, namazlarını kı­lanlar cennete girerler.( İbnu Mâce, Nikah, 62)



Başka bir hadis-i şerif de şöyledir:

“Cehennem bana gösterildi; bak­tım, oradakilerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm. Cennet de bana gösterildi; kadınların orada çok az olduğunu gördüm. “Kadınlar nerede ?” diye sordum; bana: “İki kırmızı, yani altın ve zaferan onları cennete gir­mekten alıkoydu!” denildi.(Buhârî, Rikak, 16)

Resûlullah’ın (s.a.v), iki kırmızı ile kastettiği şeyler, kadınların ziynet­leri ile giydikleri süslü püslü parlak elbiselerdir. Arapların bunlara düşkün­lükleri herkes tarafından bilinen bir durumdur.



Bundan dolayı Resûlullah (s.a.v) kadınlara hitaben şöyle buyurmuştur:

“Takı ve ziynet eşyalarınızdan sadaka zekat verin, çünkü ben, cehen­nemliklerin çoğunun kadınlardan oluştuğunu gördüm.” Bunun üzerine ka­dınlar:

“Neden Ey Allah'ın Resûlü!” diye sordular; Efendimiz şöyle cevap ver­diler:
“Zira siz kadınlar çok şikâyette bulunuyor, kocalarınıza nankörlük edi­yorsunuz!(Buhârî, lydeyn 7)

Resûlullah (s.a.v) burada, kadınların kocalarına karşı geçimsizlikleri­ni dile getirmiş ve kocalarının sundukları nimetlere karşı nankörlük yap­maları sebebiyle bu tür kadınların cehennem ehlinden olduklarını ifade buyurmuşlardır. İşte bu sebeple hanım sahabiler içinden bir genç kız aya­ğa kalkarak: “Ey Allah'ın Resûlü! Ben hiç evlenmeyeceğim!” demişti. Bu konuyla ilgili rivayet şöyledir:



Ümmü Abdi'l-Muğniye Hz. Aişe validemizden şöyle rivayet eder:
Bir genç kız Resûlullah’a (s.a.v) gelerek dedi ki:
“Ey Allah'ın Resûlü! Bana dünür geldi, ben ise evlenmek istemiyorum. Kocanın hanımı üzerindeki hakkını bana bildirir misiniz? Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Eğer kadın, tepeden tırnağa irin içinde olan kocasını dili ile yaiasa, yine de kocasına olan şükran borcunu yerine getirmiş olmaz!" Bunun üze­rine genç hanım dedi ki:
"Peki öyleyse evlenmeyeyim mi?” Efendimiz de buyurdu ki:
“Bilakis evlenmelisin, evlilik senin için daha hayırlıdır.(Bezzâr, el-Müsned, No: 1465)

Yukarıdaki bu hadis-i şerif, kocanın hanımı üzerindeki hakkına dair Has’am kabilesinden bir kadından rivayet edilen hadisin özeti mahiyetin­dedir.



İkrime (rah) Ibnu Abbas’tan (r.a) şöyle rivayet eder:

Has'am kabilesinden bir hanım Resûlullah’a (s.a.v gelerek şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Benim kocam yok ve evlenmek istiyoruml Koca­nın hanımı üzerindeki hakları nelerdir? Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki:
-Kocanın haklarından biri, deve sırtında iken dahi kocası kendisiyle birlikte olmak istese, kadının buna engel olmamasıdır.(Ebû Yalâ, el-Müsned, No: 2455)



Kocanın hanımı üzerindeki haklarını ifade eden kapsamlı bir hadis-i şerif de şöyledir:

Eğer birine Allahu Teala'dan başkasına secde etmesini emredecek olsaydım; kocanın hanımı üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı ka­dının kocasına secde etmesini emrederdim.(Ebu Dâvud, Nikah, 41;)

Kocanın haklarından biri de, kadının, kocasından izinsiz evden bir şey vermemesidir. Eğer verirse, sevabı kocasının ve günahı da kendisinin olur.

Kocanın haklarından biri de, hanımın kocasından izin almadan nafile oruç tutmamasıdır. Eğer tutarsa sadece aç ve susuz kalmış olur, hiçbir se­vap kazanamaz.

Haklardan biri de, kocasından izinsiz evden çıkmamasıdır. Eğer çı­karsa; eve dönünceye kadar ya da tevbe edinceye kadar melekler o kadı­na lanet eder.

Kadın her gece kendisini kocasına sunmalıdır.”



Yine Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Kadının Rabb'ine en yakın olduğu yer, evinin en içi, en kapalı kısmı­dır. Kadının, evinin avlusunda kıldığı namaz mescitte kıldığı namazdan daha faziletli, evinde kıldığı namaz avluda kıldığı namazdan daha fazilet­li ve evin en iç kısmında kıldığı namaz evinin açık yerinde kıldığı namaz­dan daha faziletlidir.(Ebû Dâvûd, Salat, 53;)

Evin en iç kısmı, evin içinde kapı ile girilen ve dışarıdan görülmesi mümkün olmayan kısmıdır; çünkü kadın avrettir, yabancılar tarafından gö­rülmemesi gerekir. Yabancılar tarafından görülmemesinin en uygun ve en emniyetli yolu da evinde bulunmasıdır. Namazını evinde kılması kadın için daha faziletlidir.



Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Kadın avrettir, dı­şarı çıktığı zaman onu şeytan karşılar/kendisini süslü gösterir.( Tirmizi, Rada 18,)



Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Kadında on avret vardır; ev­lendiği zaman bu avretlerden biri örtülür. Kadın öldüğü zaman, kabir bu on avretin hepsini de örter.’(Bkz:Taberani, el-Mucemu’l*Kebir, No: 12657;)

Koca, hanımına dinin emirlerini aykırı olmayan bir şey emreder de Kadın buna karşı çıkarsa, hanımına nasihat eder ve onu zorlayabilir. Ha­nımı kocaya muhalefete devam ederse, onu yatağında yalnız bırakır.



Alimlerden bazıları:

“Yatakta ona sırtını döner” der. Bazı alimler de: “Ha­nımını yatağında bir, üç ve yedi güne kadar yalnız bırakır; eğer bunlarla başarılı olmaz ve bunları umursamaz ise; hanımına hafifçe vurur” demiş­lerdir.

Alimler, buradaki vurmanın yaralamayacak ve iz bırakmayacak tarz­da hafif bir vurma olduğunu söylemişlerdir.

Bir kimse, dinin emirlerinden biri sebebiyle hanımına on günden bir aya kadar kızgın durabilir. Nitekim Resûlullah da (s.a.v) hanımlarından bazılarının söylediği sözler sebebiyle bir ay onlara kızgın kalmıştı. Bir de­fasında Zeyneb’in (r.a) evine bir hediye göndermiş, o da hediyeyi geri çe­virmişti. O anda Zeyneb’in evinde olan diğer bir hanımı, Efendimize (s.a.v): “Hediyeni iade etmekle seni kızdırmak istedi” dedi. Efendimiz de (s.a.v):

“Bu yaptığınızla Allah katında çok basit bir hâle düştünüz” buyurdu ve daha sonra hanımlarının hepsine bir ay süreyle kızgın kaldı.


KOCANIN AİLESİNE KARŞI VAZİFELERİ



Kocanın, ailesine yaptığı harcamada çok sıkı davranması uygun de­ğildir.



Bu konuda Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Sizin hayırlılarınız, ailesine karşı en hayırlı davrananızdır.(Tirmizî. Menâkıb 85)

Hz. Ali'nin (k.v) dört hanımı vardı. Hanımlarından her birine dört gün­de bir dirhemlik et satın alırdı.



Hasan-ı Basrî der ki: “Onlar bir yerden bir yere kafile ile giderken yi­yecekleri bol olurdu; ev eşyaları ve elbise yönünden ise birbirlerine yakın durumda idiler.”



ibnu Şîrîn (rah) şöyle der:



"Erkeğin her ay ailesiyle ilgilenmesi müstehaptır."

Koca, ailesinden zuhur eden ufak tefek hatalara, ağızdan kaçan söz­lere sabır göstermelidir. Ailesine karşı yumuşak ve şefkatli davranmalı, kaba ve sert olmamalıdır.



Bu konuda bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

"Kadın, erkeğin eğri olan kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Onu düm­düz etmeye kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan eğri olarak kalır ve ondan istifade edersin.(Buhari,Nikah 79)



Bu hadis-i şerifin Hasan'dan gelen rivayetinde: "Onu kırmak, boşamaktır'' lafzı da bulunmaktadır.



Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) hanımları bazen Efendimizin sözlerine karşı­lık verir, Efendimiz de akşama kadar gün boyunca onlara dargın kalırdı. Bir defasında hanımlarından biri kendisini göğsünden itmiş, bundan dola­yı bu hanımı annesi azarlamıştı. Hazret-i Peygamber de kayın-validesine;

“Bırak onu, onlar bana bu gördüğünden daha fazlasını da yapıyorlar!" de­mişti.(Zebîdî, ithaf, 6/139)

Hazret-i Peygamber (s.a.v) ile Hz. Aişe (r.ah) validemiz arasında bir münakaşa cereyan etmişti. Bu esnada Hz. Ebu Bekir (r.a) içeri girdi. Ara­larında geçen hadiseye onu hakem tayin ettiler. Resûlullah (s.a.v) hanımı­na: “Sen mi konuşmaya başlayacaksın yoksa ben mi önce konuşayım?” diye sordu. Hz. Aişe validemiz de: “Hayır, önce sen konuş; fakat sadece hakkı söyle!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) onun ağzının üzeri­ne öyle bir tokat attı, ağzını kanattı; ona: “Ey nefsinin düşmanı! Resûlul­lah haktan başka bir şey söyler mi hiç?" diyerek kızına çıkıştı. O Hz. Resûlullah’a (s.a.v) destek olmak maksadıyla böyle yapmıştı. Aişe validemiz hemen Efendimiz'e sığınarak onun arkasına sindi. Efendimiz (s.a.v) Ebu Bekir’e: “Seni bunun için çağırmamıştık! Senden böyle yapmanı isteme­miştik!” buyurdular.

Yine Hz. Aişe validemiz, kızgın olduğu bir defasında Resûlullah’a (s.a.v): “Peygamber olduğunu iddia eden sen misin?" demiş, Efendimiz (s.a.v) de rahmeti ve şefkati ile ona tebessüm edip geçmişti.



Resûlullah (s.a.v) bir defasında Hz. Aişe validemize şöyle demişti:
“Ben senin bana kızdığın ve benden razı olduğun zamanları biliyorum!" Aişe validemiz: 'Bunu nereden anlıyorsunuz? diye sorunca; Efendimiz (s.a.v):
Benden râzı oldun mu bana: “Hayır, Muhammed'in Rabbine yemin olsun !'' diyorsun. Bana öfkeli olunca: “Hayır !é İbrahim’in Rabbine yemin ol­sun !" diyorsun buyurdu. Hz. Aişe validemiz de:
“Doğru söylüyorsun, Ey Allah'ın Resûlü! Ben (kızgın olduğum zaman) sadece senin adını terk ederim? dedi."(Buhari,Nikah,108)

Resûlullah (s.a.v), bazı zamanlar hanımları ile şakalaşır; davranış ve ahlak yönünden onların anlayabilecekleri seviyeye göre hareket ederdi. Bir haberde rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.v), insanlar arasında hanımları ile en çok şakalaşan biriydi.



Lokman Hekim şöyle derdi:

“Akıllı kişi evinde ve ailesinin yanında ço­cuk gibi; dışarı insanların arasına çıktığı zaman da erkek gibi davranan kimsedir!



Yukarıda nakledilen sözün tefsiri mahiyetinde şöyle denilmiştir:

“Allahu Teala, kendini beğenen kibirli ve kaba kimselere buğzeder.(Hadisin benzer lafızlarla rivayeti için bkz: Buhârî, Edep, 61, Eyman, 9; Müslim, Cennet, 46.)

Bundan maksat; aile halkına karşı sert davranan ve kibirli olan kimse­dir.

“Kaba, sonra da kötülükle damgalı olan var ya(kalem,13) ayet-i kerimesinin bir manası da; ailesine ve idaresi altında bulunanlara karşı kötü sözlü ve katı kalpli olan kişidir.



Bu konuda gelen bir rivayet şöyledir:

“Allahu Teala'nın nefret ettiği kıskançlık, herhangi bir şüphe ve leke olmadığı hâlde kişinin ev halkına karşı kıskanç olmasıdır. (Ebu Davud, Zekat, 66)

Bu davranış, sanki Allahu Teala'nın ve Resûlullah’ın (s.a.v) yasakla­mış olduğu kötü zan içine girmektedir.



Hz. Ali’nin (k.v) şöyle dediği rivayet edilir:

“Ailene karşı aşırı derecede kıskanç olma; sonra bundan dolayı onu kötü işler yapmakla suçlarsın!”

Yeminle söylüyorum! Erkeğin hanımını kıskanmasının da bir sınırı vardır. Kişi bu sınırı aştığı zaman görevinde kusurlu ve hakkı çiğnemiş olur!



Hasan-ı Basrî (rah) şöyle derdi:

“Kadınlarınızı güçlü erkeklerin arasın­da sıkışmaları için mi çarşılara gönderiyorsunuz! Allahu Teala, kadınları­nı kıskanmayanların yüzünü karartsın!”


KADINLARIN DIŞARI ÇIKMASI



Abdullah b. Ömer (r.a) Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu riva­yet eder:

*Allah'ın kadın kullarını mescitlere gitmekten alıkoymayın.(Buhâri, 2/80)



Abdullah b. Ömer (r.a) bu hadis-i şerifi nakledince, oğullarından biri­si: “Hayır, vallahi kadınları mescitlere gitmekten men edeceğiz!” dedi. Bu­nun üzerine Abdullah (r.a), oğluna vurdu ve kızarak şöyle dedi:
“Sen beni dinlesene; ben sana “Resûlullah (s.a.v) kadınlara mani ol­mayın!” dedi diyorum, sen ise: “Hayır vallahi onlara mani olacağız!” diyor­sun! Halbuki Allahu Teala: “Allahu Teala her şey için bir ölçü koymuş- tur!.(Talak,3) buyuruyor.



Ehl-i hikmetten biri şöyle der:

“Bir hususta aşırı gidip sınırı aşan kişi, tıpkı o işi ihmal edip eksik yapan gibi kınanır."

İffet sahibi hür kadınlar ihtiyaçları için çıkmak zorunda olduklarında bunları gidermek için dışarı çıkabilirler.



Bunun için Resûlullah (s.a.v) şöy­le buyurmuştur:

“Siz kadınların dışarı çıkmasına izin verildi. Ancak, sadece ihtiyaçla­rınızı yerine getirmek için.(Buhari,Nikah 115)

Aynı şekilde kadınlar bayramlar için de dışarı çıkabilirler. Resûlullah (s.a.v) zorunlu ihtiyaçları için hanımlarına genel olarak izin vermişti. Ancak onlar, Resûlullah’ın (s.a.v) izni olmadan ve rızasını almadan dışarı çık­mazlardı. Kadın, mecbur kaldığı durumlar dışında, yani dışarı çıkmadan ihtiyacını gideremeyeceği haller dışında çıkmamalıdır.



Resûlullah (s.a.v) bir gün kızı Fatıma’ya (r.ah):

“Kadın için en hayırlı olan nedir?’ diye sordu; Hz. Fatıma (r.ah): ‘Onun yabancı bir erkeği ve yabancı bir erkeğin de onu görmemesidir” de­bi; bu cevap üzerine Resûlullah (s.a.v) kızını kucakladı ve: “Fatıma ben­den bir parçadır!” buyurdular.(Bezzâr, Müsned, No:1405)

Sahabe-i Kiram, kadınların dışarıdan görülmemesi için evlerinin du­varlarındaki delik ve çatlakları iyice kapatırlardı. Rivayet edildiğine göre; Muaz b. Cebel (r.a) duvardaki delikten dışarıyı gözetleyen bir kadın gör­müş ve ona vurmuştur. Yine, hanımı bir hizmetçi çocuğa birazını yediği el­mayı verdiği için de ona vurmuştur.



Ömer b. el-Hattâb (r.a): “Kadınların örtülerini çıkarmamaları konusun­da onlara tembihte bulunun ve dikkat edin!” derdi.



Yine şöyle derdi: “Kadınlarınızı isteklerine karşı hayır demeye alıştı­rın!"



Hz. Ömer (r.a), bazen evinde bir konuda söz söyler, hanımı da ona bazı sözlerle karşılık verince, ona şöyle derdi: “Senin görevin bu konular­da söz söylemek değili Sen şöyle evinin bir kenarında otur. Sana bir ihti­yacımız olduğunda söylersin, değilse susman gerekir”


HANIMIN SIKINTILI HÂLLERİNE SABRETMEK



Erkek, ailesinin kötü sözlerine tahammül eder ve ondan gelen ezaya sabır gösterirse, hanımıyla iyi geçinmeye çalışmasından dolayı sevap ka­zanır. Muhammed b. el-Hanefiyye (rah) şöyle derdi: “Beraber yaşamak zorunda olduğu kişi ile, Allahu Teala kendisine bir kurtuluş ve çıkış yolu gösterinceye kadar güzel bir şekilde geçinmeyen kişi, hikmet ehlinden de­ğildir.”

Eğer kadın sivri dilli, her şeyi kabullenmeyen, cehaleti derin ve çok fazla eza veren birisi ise; ondan boşanmak iki tarafın da dinlerinin selame­ti, dünya ve ahirette kalplerinin rahat etmesi bakımından daha hayırlı olur.



Adamın biri Resûlullah’a (s.a.v) gelerek hanımının dilinin bozuk oldu­ğundan şikayette bulundu. Efendimiz (s.a.v) de: “Öyleyse onu boşa!” bu­yurdular. Adam: “Ama onu seviyorum!” deyince, Efendimiz (s.a.v): “O hâl­de yanında tut!” buyurdu.

Bu kişinin hanımına olan sevgisinden dolayı, boşadığı takdirde dü­şüncesinin dağılmasından endişe duydu; çünkü kişinin himmetinin ve dü­şüncelerinin dağılması bedenin çektiği ezadan çok daha büyük acı verir.

“Açık bir fuhuş yapmadıkça kadınları evlerinizden çıkarmayın, onlar da çıkmasın.(Talak 1)

ayet-i kerimesiyle ilgili olarak İbnu Mesud (r.a) şöyle der:

“Bir kadın ailesine ve kocasına çirkin söz söyler ise, fuhuş yani çirkin bir iş yapmış olur.” Ancak buradaki ayette bahsedilen durum, kadın bo­şandıktan sonra iddet beklediği zaman için söz konusudur; çünkü Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

*Varlık durumunuza göre siz nerede oturuyorsanız onu da orada otur­tun.(Talak,6)



Bu ayet-i kerime:

“İddeti sayın ve onları evlerinden çıkarmayın.(Talak 1)ayetinden başlayarak aynı konuyu, yani kadının iddet bekleme konusu anlatmaktadır.

Bu ayetlere bakarak bazıları boşanmanın yasaklandığı görüşüne ka­pılmışlardır. Bu görüş, ayetlerin öncesine ve sonrasına bakmadan, asıl maksadı dışında yanlış yorumlamanın sonucudur. Boşanma mubahtır; ancak boşanma makul bir sebebe dayanmıyor ise mekruhtur.



Bu konuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

"Allahu Teala’nın, helal kıldıkları arasında en hoşlanmadığı şey, bo­şamadır!(Ebu Davud, Talak 3)

Kadın, Allah'ın koyduğu sınırlara uyamamaktan ve kocasının hakları­nı yerine getirememekten korkarsa; kocasının kendisini boşaması için fid­ye vermesinde (ayrılmak için ona mal teklif etmesinde) bir sakınca yoktur. Ancak bu fidyenin erkeğin mehir olarak ödediğinden daha fazlasını alma­sı mekruhtur.



Konuyla ilgili ayet-i kerimede Allahu Teala şöyle buyurur:

"Eğer erkek ve kadının, Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarsanız; o zaman kadının (ayrılmak için) verdiği fidyede (hakkından vazgeçmesinde) ikisine de bir günah yoktur.(Bakara 2/229.)

İşte alimlerin çoğunluğuna göre caiz olan “Hul“ budur. Bir kadının, ko­casından kendisini boşamasını istemesi veya rızası olmadan mal karşılı­ğında boşanma talebinde bulunması, helal değildir.



Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Hangi kadın, makul bir sebep yokken kocasından kendisini boşama­sını ister ise, cennetin kokusunu alamaz!(Ebu Dâvud, Talak, 18;)Yine, bu tabiattaki kadınların münafık yapılı olduklarını haber vermiş­tir.( Ebû Dâvûd, Talak, 3.)

Geçimsizlik bazen her iki taraftan da olabilir. Ancak, kadında bir ge­çimsizlik ve serkeşlik görüldüğünde kocasının ona vurmasına izin veril­miştir. Koca tarafından bir geçimsizlik görüldüğünde ise; aralarının düzel­tilerek barıştırılması tavsiye edilmiştir.



Bu konuda Allahu Teala;

“Barış da­ima daha hayırlıdır!(Nisa 4/128.) buyurmaktadır.

“Nüşûz” (geçimsizlik); aslında eşlerden birinin böbürlenip diğerinin üs­tüne çıkması ve ona cefa etmesi, birbirleriyle uyuşamadıkları için farklı yol tutup birbirlerinden uzaklaşmalarıdır. Bu durumda birisi çirkin sözler söy­lerken, diğeri de ona eza verir. Ya da onu yalnızlığa terk eder. Bu durum­da, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden de bir hakem tayin edilerek; iki tarafın karşılıklı olarak dinlenmesi suretiyle adil bir şekilde ba­rıştırmalarına çalışılır. Hakemler tarafların ayrılmalarının daha hayırlı ol­duğuna hükmederlerse; Allahu Teala her ikisini de yoksulluktan kurtara­cağını vaad ederek şöyle buyurmuştur:

*Eğer eşler ayrılırlarsa, Allah bol nimetiyle her ikisini de zengin eder (diğerine muhtaç eylemez).(Nisa 4/130.)



Tıpkı evlendiklerinde yoksulluktan kurtarmayı vaad ettiği şu ayet-i ke­rimede olduğu gibi:

İçinizden bekarları, köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah lütfü ile onları zengin eder.(Nur 24/32.)

Yoksulluktan ve ihtiyaçtan kurtulma ise mal ile olduğu gibi; Allahu Te- ala'nın kendilerine bahşettiği gizli lütuflar ile, eşlerden her birinin diğerine muhtaç olmaktan kurtulması yoluyla da olabilir!



Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Şu üç kimsenin duası kabul edilmez: Kötü huylu bir hanımı olup, Al- lahu Teala boşama yetkisini kendi eline verdiği ve dilediği takdirde boşa­yabilecek iken, “Allahu Teala beni senden kurtarsın!” diyen erkek, kötü huylu hizmetçi ve kötü komşu!(Bkz: Buhari, Tefsir-Kalem suresi, 1;)

Kişi, ailesiyle güzel geçinmeli, onların haklarını yerine getirmeye dik­kat etmelidir.



Bu konuda Allahu Teala şöyle buyurur:

Eğer size itaat eder­lerse artık onların zararına (boşamak için) başka bir yol aramayın.(Nisa 4/34.) bu­yurmuştur.

Yani, eğer size itaat ediyorlarsa, onlardan ayrılmak, onlarla davalaş­mak ve kötülüklerini istemek için başka yollara girmeyin! İşte bu davranış; iman davetine kulak vermiş mutmain nefislere yakışan bir davranıştır. Mü­minlerin ahlakına yakışanı da, bu durumdaki hanımlarına karşı candan ve merhametle yaklaşmalarıdır.



Nitekim Allahu Teala Kur’an-ı Kerîm'de, kişinin ailesiyle güzel bir şe­kilde geçinmesini, tıpkı kişinin ana-babasıyla güzel geçinmesine benzet­mektedir. Ana-baba hakkında şöyle buyurur:

Onlarla (ana-babanla) dünyada iyi geçin.(Lokman 31/15.)



Kadınlarla geçinme hakkında ise şöyle buyurur:

Onlarla (kadınlarla) iyi geçinin.(Nisa, 4/19.)

İslam dini, erkeklerin hanımları üzerinde hakları olduğu gibi kadınla­rın da kocaları üzerinde hakları bulunduğunu şu özlü ayet-i kerime ile bil­dirmektedir:

Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da er­kekler üzerinde hakları vardır.(Bakara 2/228.)



Kadınların en büyük hakları hakkında şöyle buyurulur:

“Onlar (kadınlar) sizden sağlam bir söz almışlardı.(Nisa 4/21.)
“... ve yanınızdaki arkadaşa iyilikte bulunun... (Nisa 4/36.)

Burada kastedilen, kişinin yanındaki hanımıdır.

Ayrıca Resûlullah’ın (s.a.v) vefatından önce ashabına tavsiyede bu­lunduğu ve sesi kısılıncaya kadar tekrar ettiği üç tavsiye arasında kadın­lara iyi davranma konusu da vardı.



Efendimiz şöyle buyurmuşlardı:

-“Namaza dikkat edin, namaza dikkat edin. Elinizin altında bulunan hizmetçilere de dikkat edin; güç yetiremeyecekleri şeyleri onlara yükleme­yin. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Kadınlar hakkında Allah'tan kor­kun.Onlar sizin yanınızda esir gibidir. Siz onları Allah'a söz vererek aldı­nız ve Allah'a söz vererek namuslarını kendinize helal kıldınız!(Ebu Dâvud, Edeb, 134)



-Adamın biri Resûlullah (s.a.v)’e gelerek: “Kadının kocası üzerindeki hakkı nedir?” diye sordu; Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:“Kendisi yediğinde ona da yedirmesi, kendisi elbise aldığında hanımı­na da elbise alması, suratını asmaması ve evinin dışında onu yalnız bı­rakmamasıdır.(Ebu Dâvud, Nikâh, 42;)



EVLİLİKLE İLGİLİ İLİMLERİ ÖĞRENMEK 



Evlenmek isteyen kişinin, kadının muhtaç olduğu iyi geçinme, hakla­rını yerine getirme, güzel şekilde idare etme ve karşılıklı olarak anlaşabil­me gibi konuları öğrenmesi gerekir. Allahu Teala'nın kadınlara neleri em­rettiğini ve kocanın hanımı üzerindeki haklarının ne olduğunu öğrenip hakkıyla yerine getirebilmesi için, öğrendiklerini hanımına da öğretmesi gerekir.

Kadın, erkeğin yetkisinde olan işlerden hiçbirini kendi uhdesine alıp sahip olamaz; çünkü Allahu Teala, bu işleri erkeğin yetkisine vermiştir. Eğer kişi hevasına uyarak Allahu Teala'nın hikmeti gereği yaptığı bu dü­zenlemeye müdahale edecek olursa, iş sonra kendi aleyhine döner. Böy­le yapan kişi, sanki düşmanı olan şeytana itaat etmiş ve şu ayet-i kerime­de anlatılan duruma göre davranmış olur:

“(Şeytan) şüphesiz onlara emredeceğim de onlar Allah'ın yarattığını değiştirecekler (dedi). (Nisa 4/119.)



Yine Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

“Allah'ın geçiminize vasıta kıldığı mallarınızı aldı ermezlere (sefihlere) vermeyin.(Nisa 4/5.)

Burada aklı ermezler ile kastedilenler reşit olmayan çocuklar ile ka­dınlardır.



Nitekim bu manada Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

Hanımına kul olanlar yûz üstü sürünsün.(Hadisin meşhur olan rivayeti: (“Taparcasına altına, gümüşe, kumaşa gönül verenler helak ol­dular." şeklindedir. Bkz: Buhari, Rikak, 10)

Çünkü hanımının arzusuna göre hareket edenler asla perişanlıktan kurtulamazlar. Böyle yapan kişi, Allahu Teala’nın kendisine lütfettiği nime­te karşı nankörlük etmiş olur.

Allahu Teala, erkeği kadının efendisi kılmıştır.



Şu ayet-i kerimeden bu husus açıkça anlaşılmaktadır:

“Kapının yanında kadının efendisine rastladılar.(Yusuf,25)

Bu ayet-i kerimede, kadının kocası için “kadının efendisi” ifadesi kul­lanılmıştır. Bu da, erkeğin hanımının efendisi olduğuna işaret etmektedir.


KONTROL VE GÜZEL GEÇİM



Hasan-ı Basrî (rah) şöyle der: “Bugün, hanımının her dediğine itaat eder bir duruma gelmiş olan kişi, mutlaka yüz üstü cehenneme atılır!”

Erkek hanımını belli şeylere alıştırmamalıdır. Bu yolla kadın kendisine karşı daha cüretli olur ve kendisinden alışmış olduğu şeyleri istemeye kal­kar. Kadının durumu, nefsin ahlaki yapısı ile benzer yapıdadır. Dizginlerini gevşettiğin zaman azgınlaşır, itaatten çıkar. Sen dizginlerini bir karış salı- versen, o seni bir adım öteye çeker. Eğer dizginlere sarılır ve sıkı tutarsan, ona sahip olursun ve belki de gönüllü olarak sana itaat eder hâle gelir.



imam Şâfiî (rah) şöyle derdi: “Şu üç kesime değer verip yüceltirseniz onlar size gereken hürmeti göstermezler; fakat onlara fazla yüz vermez­seniz size değer verirler. Bunlar, kadın, hizmetçi ve Nabatlılardır.”



Arap kadınları kızlarını evlendirecekleri zaman şu şekilde kocalarını denemelerini kızlarına öğretirlerdi:

Yavrucuğum! Zifafa girmeden önce ko­canı dene! Mızrağının dipçiğin çıkar. Eğer buna ses çıkarmaz ise, kalka­nında et döversin. Şayet bunu dabir şey demezse, kılıcıyla kemik kırarsın. Buna da sabır gösterirse, sırtına semeri vurup üzerine binersin; çünkü o tam bir eşektir!”



Arapların hikmet ehli zatlarından Esma b. Hârice el-Fizârî,642 evlenip zifafa girecek olan kızına şu öğütlerde bulunur:

“Yavrucuğum! Eğer, annen hayatta olsaydı o seni benden daha iyi terbiye edebilirdi. Annen olmadığı için, şu anda seni benden daha iyi ter­biye edecek kimseyi bulamazsın!

-Söyleyeceklerimi iyi dinle:

Artık doğup büyüdüğün yuvandan çıktın, hiç tanımadığın birinin hayat arkadaşı oldun!

Sen ona yer yüzü gibi ol; o da sana gökyüzü gibi olsun!
Sen ona istirahat yeri ol; o da sana direk olsun!
Sen ona cariye ol; o da sana köle olsun!
Bir şey isterken çok ısrarcı olma ki, sana kızmasın.
Ondan fazla uzak kalma ki, seni unutmasın!
Sana yaklaştığında sen de ona sokul!
Senden uzak durduğunda sen de belli bir mesafede dur!
Onun burnunu, kulağını ve gözünü kötü şeylerden koru.
Kocanın burnu senden sadece güzel kokular koklasın, kulağı sadece
güzel sözler işitsin ve gözü sana baktığında sadece güzellikler görsün!”



-Şairin biri hanımıma şöyle der:

Kusurlarımı görme ki devam etsin muhabbetim.

Öfkelendiğim zaman konuşup sınırı aşma sakın.
Bir işin aslını öğrenmeden beni tefe koyma,
İç yüzünü bilmediğin şeyi anlayamazsın.
Fazlaca şikayetçi olarak nefsinin hevasına uyma,
Sebep olursun kalbimin dönmesine; kalp hep değişir!
Kanaatim odur ki, muhabbet ve eza bir araya gelse eğer,
O kalpte muhabbet barınamaz, çıkar gider.



Araplardan biri de oğluna şu tavsiyelerde bulunur: “Şu altı sınıf kadın ile evlenme: Fazla inleyen, fazla minnet eden, fazla şefkatli, keskin bakış­lı olan, çok berrak olan ve çok konuşan kadın!”



Bu sözün açıklaması şöyledir:Fazla inleyen kadın; çoğunlukla kişinin başına bela olur. İnlemesi, sız­lanması ve şikayetleri hiç bitmez.

Fazla minnet eden kadın; kocasını hep minnet altında bırakır. “Sana şunu yaptım, bunu yaptım, şöyle yapacağım, böyle yapacağım...” der durur.

Fazla şefkatli kadın; iki yüzlü olur. Başka birinden olan çocuğuna da­ha şefkatli olur. Daha önce evlendiği kocasına karşı sevgi ve şefkat gös­terir.

Keskin bakışlı kadın; keskin bakışları ile gördüğü her şeye yönelir ve her şeyi almak ister. Canının istediği her şeyi alması için kocasına baskı yapar. Çoğu zaman erkekler keskin bakışlı kadının dikkatini çeker, tıpkı aynı durumdaki bazı erkeklerin gözlerinin kadınlara takıldığı gibi!

Çok berrak kadın, iki manaya gelebilir.



Birincisi; yemek konusunda huysuz olan, sayılarının azlığı sebebiyle veya ahlakının kötülüğü sebebiy­le herkesin gözüne batan kimse demektir. Yemek konusunda huysuz olan kadın, şerrinden dolayı neredeyse tek başına yemek yer. Ayrıca diğer bü­tün konularda bunun payı müstakil olarak ayrılıp verilir. Bu kelimenin bu anlamda kullanılışını Yemenlilerden öğrenmekteyiz. Onlar bir kadına ve­ya çocuğa kızdıklarında, tek başına yemek yemesi anlamında (barikal- mer’etü, barikas-sabiyyu) derler.

İkinci anlamı; kadının yüzündeki parlaklığın fazla olması demektir. Yüzündeki bu güzellik ve parlaklıkla sürekli gösteriş yapar.

Çok konuşan kadın ise; fazla sözlerle kafa şişirir, sivri dilli ve ağzı bo­zuk olur.



Bu konuda nakledilen bir rivayette şöyle denilir:

“Allahu Teala, sözü uzatarak konuşan geveze kimselere gazap eder.(Bkz: Tirmizi, Birr, 71;)



Yine bu konuyla ilgili şöyle bir kıssa anlatılır: Ezd kabilesinden gezgin biri, seyahatlerinden birinde İlyas (a.s) ile karşılaşır; o kendisine evlenme­yi tavsiye eder, bunun daha hayırlı olduğunu söyler, bekarlıktan uzak dur­masını öğütleyerek şöyle der:

“Şu dört kısım kadın ile evlenme, bunların dışındakilerle evlenebilir­sin. Bunlar; fidye vererek boşanan kadın, övünen kadın, zina eden kadın ve üstünlük taslayan kadın!"'

Fidye vererek kocasından boşanan kadın; boşanma için meşru bir se­bep olmadığı ve kocası kendisini sevdiği hâlde kocasına para veya mal teklif ederek kendisini boşamasını isteyen kadındır.

Övünen kadın; kocasından dünyalık şeyler isteyen, dengi olan kadın­ların övündükleri gibi, onlara karşı övünmek için kocasından daha başka şeyler isteyen kadındır.

Zina eden kadın; günahkar kadındır. Bilinen bir erkek ile veya gizli dost ile ilişkileri olur. Şu ayet-i kerimede belirtildiği gibi:"... gizil dost da tutmamaları şartı İle...
Üstünlük taslayan kadın; söz ve davranışları ile kocasına karşı haddi aşan ve üstünlük taslayan kadındır.



Hazret-i. Ali (k.v) şöyle derdi: “Erkeklerin en kötü kabul ettiği şu has­letler, kadınlar için en hayırlı hasletlerdir; cimrilik, kendini beğenme ve kor­kaklık!“

Çünkü, kadın kendisini beğendiği zaman kendisiyle konuşmak iste­yen erkeklere yüz vermez. Korkak olduğu zaman da her şeyden uzak du­rur; evinden dışarı çıkmak istemez.



Ebu Talib el Mekki - Kalplerin Azığı,cild:4(Semerkand Yayınları)

Devamını Oku »