Üzüntüyü Giderme Hakkında


Ebû Bekir er-Râzî



Ebû Bekir Muhammed ibn Zekeriya el-Râzî, 250/865 yılında Rey şehrinde doğ­muştur ve aynı şehirde 312/925 yılında vefat etmiştir. Râzî ilim öğrenmek için pek çok yeri dolaşmış ve tıp, felsefe, kimya ve astronomi alanlarında eğitim görmüştür. Rey ve Bağdat hastanelerinde başhekimlik yapmıştır. Râzi’nin eserlerinin büyük bir kısmını tıp alanında yapmış olduğu çalışmalar oluşturmaktadır. Felsefi eserlerinin büyük bir kısmı günümüze ulaşmamış olduğu için bu konudaki görüşlerini net bir şekilde ifade etmek güçtür. Fakat genel olarak metafizik, teoloji ve ahlak felsefesi üzerine yoğunlaştığını söyleyebiliriz. En meşhur eseri tıp alanındaki El-Hâvi'dir ve

Latince başta olmak üzere on bir dile çevrilmiştir. Et-Tıbbur-rûhanî (Ruh Sağlığı) adlı eseri de ahlak anlayışına dair önemli bir kaynaktır. Bu eserin bir diğer önemli yönü ise psikolojiye dair görüşlerini barındırmasıdır. Kalbin afetlerini ve hastalıklarını tespit etme ve bunları tedavi etme yollarını izah eden bir ilim olarak Et-Tıbbu r-rûhanî adlı eserini kaleme almıştır. Aşağıda bu eserden seçilen "Üzüntüyü Giderme Hakkında" başlıklı bir bölüm sunulmaktadır.

--------------

Heva, akıl vasıtasıyla sevilen bir arkadaşın kaybedilmiş olması halini tasavvur ettiğinde hemen üzüntü meydana gelir. Biz üzüntün akıldan kay­naklanan bir anormal durum mu, yoksa nevadan kaynaklanan bir anormal durum mu olduğunu ortaya koymak için uzun ve ayrıntılı bir tartışmaya ihtiyaç duyarız. Fakat biz bu kitabın başında, burada ulaşmaya çalıştığımız amaç için zorunlu olanın dışındaki tartışmalara girmeyeceğimizi ifade et­miştik. Bundan dolayı bu konunun tartışılmasını bir kenara bırakarak bu kitapta kastedilen ve ulaşılmak istenen hedefe doğru ilerleyeceğiz. Ancak şu kadar var ki, çok az bir felsefî bilgiye sahip olan kimse bile, bizim bu tartışmanın başında yapmış olduğumuz üzüntü tanımından mantıki olarak bu düşünceyi çıkarabilir. Şimdi biz bunu bir tarafa bırakarak bu kitapta ula­şılmak istenen gayeye yöneleceğiz.

Üzüntü aklı ve düşünceyi bulandırdığında ve bedenle ruha elem verdi­ğinde onu gidermemiz, ya da mümkün olduğu oranda azaltmamız, zayıflat­mamız gerekir. Bu ise iki farklı şekilde olabilir. Birincisi, henüz daha meyda­na gelmeden önce ya hiç meydana gelmemesi, ya da meydana gelecekse bile mümkün olduğu oranda az olması için üzüntüye karşı tedbir almak suretiy­le ondan korunmakla olur. İkincisi ise, meydana geldiğinde tamamını, ya da mümkün olan en çok miktarını ortadan kaldırmak ve meydana gelmemesi veya meydana gelecekse bile az ve zayıf olması için önlem almaktır. Bu ise, ancak şimdi ifade edeceklerimi dikkate almakla başarılabilir.

Üzüntünün, sevilen bir şeyin kaybedilmesinden dolayı olması; insan­ların sevilen şeylere sıra ile sahip olmalarından ve yine sevilen şeylerin, oluş ve bozuluşa konu olmalarından dolayı, kaybedilmemelerinin müm­kün olmaması dolayısıyla, insanların en fazla üzülenlerinin en çok sayı­da sevdiği olanın ve onları çok sevenin olması gerekir, insanların en az üzüntüye sahip olanları da durumu bunun tam tersi olanlardır. O halde akıllı kimsenin, kaybedilmeleri halinde üzüntüye neden olan şeylerden uzak durarak üzüntünün meydana gelmesine sebep olan bağı ortadan kaldırması ve sevilen şeylerin var oldukları sürece verdikleri hazza al­danmaması, aksine kaybedildiklerinde elde edilen elemi hatırlaması ve düşünmesi gerekir.

Eğer bir kişi, kaybedilmesi durumunda meydana gelecek olan üzüntü­den korkarak sevgili edinmekten kaçman ve bu konuda önceden tedbir alan kişinin, bu şekilde hareket etmek suretiyle sadece üzüntüyü öne almış ola­cağını söylerse, ona, eğer böyle bile olmuş olsa, söz konusu kişinin içine düşmekten korktuğu şeye denk olmayan bir şeyi öne almış olduğu söylenir. Çocuğu olmayan kişinin üzüntüsü, çocuğu olup da kaybedenin üzüntüsüne denk olmaz. -Çocuğu olmayan kişi, çocuğu olmadığı için üzülmeyen ve bu duruma aldırmayanlardan farklı bir şekilde çocuğu olmadığı için üzülen bir kişi bile olsa durum değişmez-. Yine sevgilisi olmayanın üzüntüsü, sevgilisi olup da kaybedenin üzüntüsünün yanında hiçbir şeydir.

Bazı filozoflardan şöyle bir olay nakledilir: Bir filozofa “keşke bir çocu­ğun olsa” denilince o, “ben üzüntü ve ıstırap içindeki bedenimi ve ruhumu ıslah etmeye çalışıyorum da neredeyse ona bile gücüm yetmiyor. O zaman onlara tekrar bir benzerini nasıl ekleyeyim” diye cevap verir. Bir keresinde ben, çocuğunu kaybettiği için aşırı derecede elem duyan, bundan dolayı da benzer bir elemle karşılaşmasına neden olacak başka bir çocuğunun olma­sından korkarak kocasının yanma gitmekten kaçman bir kadın gördüm.

Sevgiliye sahip olmanın insanın tabiatına uygun olmasından, onu kaybet­menin de aykırı olmasından dolayı, sevilen bir şeye sahip olma neticesinde bir haz hissedilmezken kaybetmekten dolayı elem hissedilir. Bundan dolayı uzun süre sağlıklı olan bir kişi bu şekilde sıhhatli olmasından dolayı haz hissetmezken, organlarından biri hasta olduğunda hemen orada şiddetli bir elem duyar, insan açısından bütün sevilen şeyler aynen bunun gibidir. Çün­kü sevilen şeyler uzun süre var olduklarında insan onlara sahip olduğu için herhangi bir haz hissetmezken kaybettiğinde hemen şiddetli bir elem hisse­der. Bundan dolayı bir kimse, uzun süre güzel bir çocuğa ve aileye sahip ol­maktan haz alsa ve sonra da her ikisini kaybetse, o bir günde, hatta bir saatte daha önce onlara sahip olmaktan dolayı elde etmiş olduğu hazdan daha fazla elem hisseder. Bu, tabiatın uzun süre zevk almayı kendi hakkı olarak, hatta hakkından bile daha az olarak saymasından ve tabiatın, hazza olan sevgisi ve iştiyakı dolayısıyla, bu halde bile, sahip olduklarını çok az bulmasından ve daima daha fazlasına sahip olmayı istemesinden kaynaklanmaktadır.

Durum böyle olunca, -yani sevilen şey var olduğu sürece alman haz ve zevk zayıf, belirsiz ve az; kaybedildiğinde duyulan üzüntü, ıstırap ve elem ise hissedilir, büyük ve yıkıcı olmakta iken- yapılacak olan şey, sevilen şey­den, eziyet verici üzüntüye neden olan kötü sonuçlarını azaltmak veya ta­mamen yok etmek için, kurtulmak ya da ayrılmaktır. Bu, bu konuda ulaşıla­bilecek olan en yüksek mertebe ve üzüntü veren şeyleri ortadan kaldırmak için en kesin çözümdür.

Bundan sonra ise insan, sevdiği şeylerin kaybolmasını zihninde canlan­dırması, tasavvur etmesi; bu düşünceyi devamlı zihninde muhafaza etmesi; sevdiklerinin değişmeksizin daima aynı hal üzere kalmalarının mümkün olmadığını bilmesi ve belanın geleceği güne karşı bir an bile bunu hatırla­maktan, dayanıklılığını ve kararlılığını artırmaktan vazgeçmemesi gerekir. Bu, var oldukları sürece sevilen şeylerin var olmalarına olan güven, itimat ve alışkanlığın az olmasından; buna karşın musibetleri henüz daha meydana gelmeden önce tasavvur etmek suretiyle nefsi onlara karşı alıştırmanın ve onları nefiste canlandırmanın çok olmasından dolayı, musibetler meydana geldiğinde üzüntünün az olması için nefsi hazırlama, tedrici olarak eğitme ve kuvvetlendirmedir. Bu konuda şair şöyle söylemektedir:

—  İhtiyatlı kimse meydana gelmeden önce musibetleri nefsinde tasavvur eder.

—  Aniden meydana gelirse, nefsinde bir benzeri olduğu için korkmaz.

—  İşin nereye varacağını görür ve sonda yapacağını başta yapar.

Bununla birlikte, heva ve hazza aşırı derecede meyilli, düşkün olan ve daha önce ifade ettiğimiz iki öğüde uyma noktasında da kendisine güvenme­yen kimsenin, kendisini sevdiği şeylerin birisi ile tatmin etmeye çalışması, onu zorunlu ve yeri doldurulamaz bir şey olarak kabul etmesi gerekmez. Ak­sine birisi yok olduğunda onun yerine diğerin geçmesi için sevdiği şeyin çok olması gerekir. Bu şekilde onlardan herhangi birini kaybettiğinde duyduğu üzüntü ve elemin az olması da mümkün olur.

Bu, üzüntünün meydana gelmemesi için önceden alınması gereken ted­birlerin bir özetidir. Şimdi biz, meydana gelen üzüntüyü azaltan ve ortadan kaldıran şeylerden bahsedeceğiz.

Akıllı kimsenin bu âlemdeki şeylerin oluş ve bozuluşa konu olduklarını düşünerek ve âlemdeki unsurların sabit ve devamlı aynı halde kalan değil, sürekli değişen ve çözülen olduklarını, daha doğrusu hepsinin sona eren, yok olan ve dağılan şeyler olduklarını görerek onlardan herhangi birinin aniden yok olmasından dolayı çok fazla etkilenmemesi, aksine onların yok olmalarının kaçınılmaz olduğunu düşünerek onlarla beraber olduğu süreyi bir kazanım olarak kabul etmesi ve onlardan faydalanmış olmayı da kazanç sayması gerekir. Böyle düşündüğü takdirde, dünyadaki herhangi bir şeyin yok olması ona çok korkunç ve önemli görünmez. Çünkü ona göre bu, er ya da geç olması gereken bir şeydir. Sevdiği şeyin devamlı olarak var olmasını isteyen kişi olması mümkün olmayan bir şeyi istemiş olur. Olması mümkün olmayan bir şeyi isteyen de, böylece kendisine üzüntü getirmiş ve akıldan ayrılarak hevaya tabi olmuş olur. Bundan başka hayatın devamı için zorun­lu olmayan şeylerin yok olması da sonsuz üzüntü ve kedere neden olmaz.

Çünkü kaybedilenin yerine hemen onun teselli olmasına ve kaybettiğini unutmasına neden olan başka bir şey geçer. Bunu müteakiben de yaşamı söz konusu musibetten önceki durumuna geri döner. Biz, başlarına büyük belalar gelen nice insanların tekrar önceki normal hayatlarına geri dönerek yaşamlarından baz aldıklarını ve hallerinden memnun olduklarını gördük.

Bundan dolayı akıllı kimsenin, başına bir musibet geldiğinde bu halden normal hayata geçişini hızlandırması için, nefsine bu halden kurtulduktan sonra gideceği hali hatırlatması; nefsini o hayata doğru teşvik etmesi, yönlen­dirmesi ve kendisini mümkün olduğu oranda meşgul ederek dikkatini başka tarafa yöneltmesi gerekir. Yine aynı şekilde; akıllı kimsenin, kendisi gibi baş­larına bu tür belalar gelen insanların çok olduklarım, neredeyse musibetten uzak olan hiçbir kimsenin bulunmadığını, insanların başlarına musibet gel­dikten sonraki halleri ile kendilerini teselli ettikleri farklı yolları hatırlaması ve başına bir musibet geldiğinde kendisini nasıl teselli edeceğini ve durumu­nun nasıl olacağını düşünmesi üzüntüyü hafifleten, azaltan unsurlardandır.

Ayrıca eğer insanların hem nitelik, hem da nicelik yönünden en çok üzü­lenlerinin sevdikleri çok fazla olanların ve sevdiklerini çok fazla sevenlerin oldukları doğru olsa bile, insan sevdiklerinden birini kaybettiğinde üzüntü­sü de onun miktarınca azalır ve nefsini ilerde olacak olan korkudan ve daimi üzüntüden de kurtarır. Yine bu durumda onun sonradan olacak olan olayla­ra karşı tahammül gücü artar. Böylece sevdiği bir şeyi kaybeden kişi, hevası istemese de, hakikatte bir fayda elde etmiş ve nefsini sakinleştirirken elem hissetmiş bile olsa, sonuçta rahatlamıştır. Şair bunlara benzer düşünceleri şu şekilde ifade etmektedir:

Hayatıma yemin olsun ki, ey efendimiz, eğer seni kaybedersek,

Bizim sığınacağımız yer, hüzün ve acı mağarasıdır.

Fakat yine de senden ayrılmamız bize tek bir şey sağlayacaktır.

O da, ne kadar güçlü olsa bile, felâketlere karşı metanetli olmaktır.

Aklın isteklerine uyup hevanın isteklerine karşı çıkan kendine hâkim ki­şinin üzüntüden kurtulmasının yolu tektir. O da, akıllı kimsenin kendisine zarar veren bir halde kalmayı tercih etmemesidir. Bundan dolayı o, hemen kendisine musallat olan üzüntünün nedeni üzerinde düşünür. Eğer üzün­tünün nedeni, ortadan kaldırılması mümkün bir şey ise, o zaman üzülmek yerine söz konusu nedeni ortadan kaldırmak için çareler aramaya başlar. Yok eğer üzüntünün nedeni ortadan kaldırılması mümkün olmayan bir şey ise, hemen dikkatini başka yöne çevirerek onu unutmaya, düşüncesinden ve nefsinden çıkarıp atmaya çalışır. Onun bu şartlarda kederlenmeye devam etmesini isteyen akıl değil hevadır. Çünkü akıl insanı, şimdi veya gelecekte bir fayda elde edeceği yöne doğru yöneltir. Hâlbuki üzüntüden hem şu anda hem de gelecekte zarardan başka bir şey elde edilmez. Mükemmel akıl sahi­bi insan, akim prensiplerinden başka bir şeye tabî olmadığı gibi, makul bir nedeni olmadıkça da, devamlı olarak bir halde kalmaz ve kendisini bunun dışında hareket etmeye sevk ettiğinde de hevaya tabî olmaz, boyun eğmez.



Ebû Bekir Râzî, et-Tıbbu’r-rûhânî, çeviren: Dr. Hüseyin Karaman, İstanbul İz Yayıncılık, s.

105-111

Bize Yön Veren Metinler,Cilt.1

Derleyen:Alev Alatlı
Devamını Oku »