Dinde Reform

Erken Cumhuriyet tarafından geliştirilen “din reformu" genellikle varsayıldığı gibi dönem liderlerinin başlarına sıfırdan oluşturduğu bir program değildi. Bu program temelde Osmanlı Garbcılığı ve Ziya Gökalp’in Önde gelen sözcüsü olduğu Türkçü- islâmcı hareketin tezlerini esas alan bir bağdaştırıcılığı hedefliyordu.

Her iki hareketin önde gelen simaları Erken Cumhuriyet siyasetlerinin şekillenmesinde önemli roller oynamışlardır. 1924te ölen Gökalp tezlerinin yeni rejimin ideolojisinin oluşturulmasında ne denli etkili olduğunu görememiştir. Buna karşılık, Garpçılar gibi Türkçü-Islâmcılarla Erken Cumhuriyet kadroları arasında da bir geçişlilik söz konusuydu.

Doğal olarak Erken Cumhuriyet liderleri “dinde reform’a İslâmî açıdan değil, bir ''modernleşme ve “milliyetçilik" sorunu olarak yaklaşıyordu. Bu çerçevede “dinde reform” kendi başına bir amaç değil, ’‘modernleşme” ve “millet inşa edilmesi yolunda kullanılan bir araç haline geliyordu.

Son tahlilde amaç yeni ve modernlikle uyumlu bir "millet” oluşturmak olduğu için bu program ‘‘Türkçe ezan” benzeri oldukça radikal siyasetler üretebilyordu. Bu radikallik ise genellikle varsayıldığı gibi dönem siyasetçilerinin tercihlerinden değil, “din reformu'nun bir araç olmasından, onun merkezinde “din”in bulunmamasından kaynaklanıyordu.

Günümüzden bakıldığında Erken Cumhuriyet “dinde reform" projesinin kendisine bağlanan büyük ümitlere karşılık başarısız olduğu söylenebilir. Bu alandaki en çarpıcı başarısızlık “dinin ıslâhı yoluyla toplumun modernlikle uyumlu hale getirilmesi” alanında yaşanmıştır.

Proje, “bilimin din haline geleceği” yeni bir toplumun doğacağını düşünen, dindarlığı “bâtıl itikadlara duyulan bilimsel gerçeklerle çatışan, çağdışı inanç" olarak gören seçkinleri hedef almıyor ve “avamın eğitimi"ni hedefliyordu.

Ancak “avam” geleneğe karşı şiddetli bir saldırı olarak algıladığı reform programına ciddi bir direniş göstermiştir. Proje Tek Parti idaresi altında tüm toplumsal tepkilere karşın sürdürülmüş ama çok partili hayat onun sonunun başlangıcı olmuştur.

Bu alanda temel kaynakların tercümesi ve yeni yorumların Protestan hareketi benzeri bir dönüşüm başlatacağına duyulan inanç başarısızlıkta önemli rol oynamıştır. Bu yaklaşımı savunanlar ne Protestan hareketinin temel dinamiklerini anlayabilmişler,ne de Ortaçağ Avrupası ile 20. yüzyıl islâm toplumları arasındaki farklılıkları kavrayabilmişlerdir.

Bunun ötesinde Vahhabi hareketi benzeri bir örnek gözönünde dururken, püriten, öze dönüşçü yaklaşımların ''modernlikle daha uyumlu bir toplum oluşturmasına hizmet edeceği” düşüncesine saplanılması da başarısızlıkta etkili olmuştur. Ancak “avam”m projeye olumsuz yaklaşımının temel nedeni “din”in bir “modernleşme aracı” haline getirilmesi ve bu yapılırken onun zorlama yorumlara tabi tutulmasından kaynaklanmıştır. İlginçtir ki Erken Cumhuriyet liderlerinin varsay-dıklarının tersine gelenek ve onu terketmeyen ''avam” modernlikle farklı bir bağdaştırma gerçekleştirmiştir.

Benzer bir başarısızlık millet inşa edilmesi sürecinde de yaşanmıştır.Bu Türkiyede din-milliyetçilik sentezlerinin Erken Cumhuriyet sonrasında rafa kaldırıldığı anlamına gelmez. Ancak bu sentezler ve bunlara dayanan kimlikler Erken Cumhuriyet tasarımlarından oldukça farklı gerçekleşmiştir. Bunun neticesinde ise Ziya Gökalp ve Erken Cumhuriyet liderlerinin düşündüğü türde bütünüyle “Türklük merkezli bir sentez yerine onun son derece etkili olduğu ancak daha dengeli bir bağdaştırma şekillenmiştir.

Erken Cumhuriyet “dinde reform’ projesi temelde bir fin-desiecle (asır sonu) tasarımıydı ve büyük çapta II. Meşrutiyet Döneminde gerçekleştirilen entelektüel tartışmalara dayanmaktaydı. Erken Cumhuriyet liderleri de bu programın “düşünce babaları” olmaktan ziyade onu oldukça radikal bir praxis'e dönüştüren kişilerdi.

Bu açıdan bakıldığında dinde reform'* Cumhuriyet‘in gerçekte bir “kopuş” değil, “devamlılık” olduğunu da ortaya koyar.

Derin Tarih:Sayı,27
Devamını Oku »

Bir Dinsizlik örneği Daha!.(2)

Bir Dinsizlik örneği Daha!.(2)

“İBADETLERİ ZAMANA UYDURMA VE ÎSLAMİYETl ISLAH(!) PROJESİ” VEYA “DlNDE REFORM VE KEMALİZM”

15 ve 22 Mart 1926 tarihlerinde ilk Türkçe namaz ve ilk Türkçe hutbe ile Göztepe Camii İmamı Hoca Cemaleddin Efendi’nin verdiği dinde reform mesajı, 20 Haziran 1928 tarihinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat Faklütesi profesörlerinden 10 profesörün verdiği teklifle resmen devlet gündemine giriyor ve *'‘İbadetleri zamana uydurmak ve İslâmiveti ıslah(!)” projesi adı altında dinde reform hareketleri, devlet-din ortaklığıyla kendini göstermeye başlıyordu.

“Namazların Türkçeleştirildiği, ibadetlerin her çeşidinin Türkçe olarak yapılmak istendiği, camilere ayakkabılarla girilip, gardroplann tesis edilmek istendiği, saz, keman, piyano, davul gibi enstrümantal aletlerle güya musiki eşliğinde ibadetlerin lahutileştirilmek istendiği; musikiye yatkınlık için de, bütün cami müezzin ve imamlarının devlet konservatuvarlannda güzel ses ve musiki talimi görmeleri istendiği, dinde reform hareketleri, değişik zamanlarda, ama sürekli bir zihniyet olarak 1928 yılından 1950 yılma hatta 1960 yıllarına kadar varolagelmiştir.

Devlet adına, laiklik ve Kemalizm adına dini toptan aslından; vahiyden so-yutlaştırmaya yönelik olan, dinde reform hareketlerinin ve İslamiyeti Islah! projelerinin bizce en ilginci, Halk Partisi iktidarının son yıllarına doğru, önce CHP Kurutlayı’na, sonra Hükümete ye Bakanlar Kurulu’na teklif edilen “Dinimizde Reform ve Kemalizm” başlıklı önerileridir.

Her satın dinsizlik ve küfür kokan ve İslâm diye vahiyden apayn bir anlayışı; Kemalizm anlayışım, “Yeni İslâm” diye takdim eden bu görüşler, “Halk Partisi hükümetinin en baş destekçilerinden biri olan yazar Osman Nuri Çerman’a aittir.”

Osman Nuri Çerman, daha sonraları görüşlerini 1956 yılında, “Türkiye İçin Dinde Reform’ ’ adıyla kitaplaştırarak halk nezdinde de yayılmasına çalışmış, ancak 1950 iktidar değişikliğiyle birlikte aradığı siyasi ortamı bulamadığı için, tekliflerini bir kez daha devlet ve hükümet düzeyinde gündeme getirememiştir.

“Hiçbir ilmi değeri olmayan, İslâm dinini. Peygamber (ş.a.a.)’i, Kur’an-ı Kerim’i, dini ibadetleri ve din görevlilerini alçaltmaya ve bu değerlere hakarete yönelik*' düşünceleriyle Osman Nuri Çerman, tekliflerini gerekçeleriyle beraber aşağıdaki şekilde dile getirmiştir:

1949-1950 yıllarında gündeme gelen bu teklifler, aynı zamanda “Tek Parti'* iktidarının Türkiye'deki dini hayatı 25 senede nerelere getirdiğini ve hangi seviyeye ulaştırdığını göstermesi açısından çok ibretamizdir.

20 Haziran 1928'de başlayan ‘Dini ıslah" projeleri, 20 sene sonra biraz daha *‘Genişletilmiş ve modernize edilmiş ıslah(!) projesi" ile Müslaman halkın karşısına çıkarılmıştır.

Dinde Reform ve Kemalizm'' başlıklı 53 madde de özetlenen ve halka 44 Yeni Islâm'' projesi diye takdim edilen proje şöyle idi:(3)

Üstelik bu teklifler Halk Partisinin Büyük Kurutlayında, Devlet ve Hükümet başkanları ile Cumhuriyet Senatörleri ve Milletvekillerinin huzurunda yapılmıştır.

 İşte meşhur ''Yeni Din'* veya ''Yeni Islâm” projesi:

Yenî Din Veya Yeni İslâm

Sayın Devlet ve Hükümet Başkanları ve Bakanlar ile Sayın Senatör ve Milletvekilleri: Bir temenni mahiyetinde olmak üzere Dnimizde Reform ve Kemalizm"e ait bir kanun tasarısına esas olabilecek düşüncelerimi metin ve gerekçe olarak aşağıda sunuyorum. Bir milletin kalkınmasında ve çökmesinde dinî hayatın asrın icabatına uygunluk derecesinin ne büyük rolü olduğunu takdir buyuracağınızdan eminim. Daha mutlu bir vatan görmek aşkından başka hiçbir hırs ve emeli olmayan bir emekli öğretmenin, Atatürk'ün demeçlerini mi'yar yaparak hazırladığı naçiz satırları lütfen sabır ve sükûnetle okuyunuz. Eğer sizler düşüncelerimize hak verirseniz bu fikirleri usul ve tekniğine göre kanun haline koyarak millete sunmanızı rica ve niyaz ederim.

Derin saygılarımla.

Osman Nuri Çerman Dinimizde Reform ve Kemalizm Dergisi

Sahibi ve Başyazarı Cumhuriyet Halk Partisi Karagümrük Nahiye İdarecisi

 

Dini Değiştirmek, Laikliğe Aykırı Değildir?

Gerçi laiklik dinin devlet işlerine, devletin de din işlerine kanşmaması anlamına gelirse de dinî faaliyetler, devlet müesseselerini, halkın medeni hayata uygun yaşamasını ferdin iktisadi hayatta gelişmesini, dinamizmini, vatanın menfaatine aykırı olan kanaatlerle uyuşturuyor ve millî birliği dinli, dinsiz diye bozmak için tahrik vasıtası olarak kullanıyorsa TBM Meçlisi, devletin emniyetini, ammenin intizam ve selâmetini temin için kanun koyması zaruridir. Din bakımından da Büyük Millet Meclisi İcma-ı Ümmet yetkisine sahiptir. Esasen laiklik, devletin dini teröre karşı istiklâli için ortaya atılmıştır.

Nitekim din veya dinle ilgili olduğu için dokunulmaz, karışılmaz denilen şu dini Re-formlar T.B.M. Meclisinden çıkan kanunlarla vücut bulmuş ve Türkiye'yi batı milletler camiasının şerefli bir varlığı haline getirmiştir.

— 3 Mart 1924 tarihli kanunla Allah'ın Gölgesi, Peygamberin Vekili sayılan Halifelik kaldırılmıştır.

— 429 sayılı kanunla İslâm dininin en büyük otoritesi sayılan Şeyhülislâmlık ve onun yerine konulan Şeriyye vekâleti lâğvedilmiştir.

Esaslarını Kur’an ayetlerinden alan şeriat yerine 1926 yılında laik esaslara dayanan Medeni Kanun kabul edilmiştir.

3 Mart 1924'te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim müesseseleri birleş-tirilmiş, gericiliğin, arapçılığın karargâhı olan medreseler kaldırılmıştır. Hepsinde, mübarek mukaddesat sanılan ve fakat Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine ulaşmasını engelleyen meselâ tekkeler, zaviyeler, üfürükçülük, muskacılık, Arap harfleri, dini kılıkla dolaşmak gibi din'i hayatta yapılan reformlar hep ama hep kanunla olmuştur. Bu sebeple dini hayatımızda milli, medeni, ilmi esaslarla çelişen faktörleri kanunla kaldırmak hepiniz ve hepimiz için vatani bir vecibedir. Bu kanun aynı zamanda kalkınmamızı hızlandırmak için dinden fayda sağlayacak, dini hayatımızda ödev alan kadroyu bu uğurda en verimli elemanlar haline getirecektir. Bu sebepten Dinimizde Reform kanununu çıkarmak laikliğe aykırı değil, Türk tarihine (Atatürk Devrimleri gibi) yeni bir şeref yaratıcı olacaktır.

 

Kemalizm ve Din

Mutlu bir vatan için düşündüğümüz "Dinimizde Kemalizm Reformu"na ait kanun tasarısı metin ve gerekçesinde dayanağımız ve mi'yarımız bilhassa Ulu Atatürk'ün Adana'da 16/3/1923'te söylediği şu temel düsturlar olmuştur

A- "Bizi yanlış yola sevkeden habisler çok kere din perdesine bürünmüşlerdir..."

B- “Sâf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir..."

C- "Milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi-altındaki melânetten gelmiştir..."

Ç- "(Millet için) hayırlı, akla, dine uygun (Reform) meseleleri hakkında hafta tatili dine aykırıdır gibi sözlerle sizi iğfale çalışan habislere din adamlarına iltifat etmeyiniz..."

D- "Bilhassa bizim dinimiz için bir mi'yar vardır Bu mi'yarta hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz, hangi şey ki akla, manüğa, halkın menfaatlerine uygundur, hiç kimseye sormayın, o şey dine de uygundur. Ama siz yine de dindarlara hiç sormayın!.."

E- "Bir dinin, tabii olması için akla, mantığa, ilme, fenne ve vatanın menfaatine uygun olması lâzımdır..."

F- "Bazı kimseler asri olmayı kâfir olmak sanıyorlar, bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların (medeni milletlere) esir olmasını istemekten başka bir şey değildir."

G- "Her sarıklıyı hoca sanmayın hoca olmak sarıkla değil dimağladır. İslâm içtimai hayatında ruhbanlık gibi hiç kimsenin hususi bir sınıf halinde mevcudiyetini muhafazaya hakkı yoktur.”

H- “Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. .”

I- “Kadın, erkek ilim ve irfan aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve bilgi ile mücehhez olmak din bakımından da bir mecburiyettir.”

İ- “Her fert dini diyanetini, insanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir. Medrese değildir...”

J- “Bir takım şeyhlerin, dedelerin, çelebilerin, babaların, dervişlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara hayat ve talihlerini emniyet eden insanlardan mürekkep bir kitleye medeni bir millet gözü ile bakılabilir mi? Köhne zihniyetle, maziperestlikle (dünya yüzünde) varlığımızı korumak mümkün değildir. Masalları bırakınız. Her şeyin kaynağı insan zekasıdır.”

Hasan Hüseyin Ceylan
Devamını Oku »

Devlet Dini Kurtarıyor! (3.Yazı ve Son )

Devlet Dini Kurtarıyor! (3.Yazı ve Son )

Devlet Dini Kurtarıyor! (4)

Başlangıçta devlet dine karşı tavırlarım ‘ ‘dinin özüne dönmek’ ’ ve dini inancı her tür hurafeden arındırmak ve dini, “gerici din adamlarının zararlı etkilerinden kurtarmak“ (14) gibi gerekçelere dayandırmıştır.

“Dinin özüne dönmek“ ve “gerici din adamlarının zararlı etkilerinden dini kurtarmak’ ’ gibi temellere dayanan dini reformasyonun baş uygulayıcısı yukarıda da söylediğimiz gibi en başta Diyanet İşleri Reisliği olmuştur.

Diyanet İşleri Reisliği, tamamen dini hayatın devlet gözetiminde bulundurulması ve devletin izin verdiği ölçüde bir dini hayatın teessüs edilmesi adına kurulduğu için, 1924 - 1941 yılları arası Diyanet İşleri Reisliği yapmış olan Rıfat Börekçi de, “sadece eline
kalem verilmiş bir koltuk hocası olarak, yukarıdan gelen emirleri tebliğ ve evrakı imzalamakla” (15), 17 yıllık başkanlık dönemini tamamlamıştır.

Başkanlığın görevi bu olunca da, din hizmetlerinin ve din alimlerinin inkilaplarla birlikte zorlaşan -maddi, manevi- hayat şartlarına kulak verilmiyor, onların dertlerine bırakın derman olmayı, şikayetleri bile dinlenmiyor ve hatta inkilabın getirdiği espri ile din görevlisi apoletli kişiler karşısına alınmış oluyordu.

Bu durumda, madden ve manen bir cendere içerisine sıkıştırılmış olan din hizmetlileri de (hademe-i hayrat), seslerini duyurmak için, milletin temsilcisi olan TBMM’ye müracaattan başka çare bulamıyorlardı.

Diyanet işleri Başkanlığına bağlı bulunan din hizmetlerinin; hademe-i hayratın, TBMM’ye sundukları, içinde bulundukları maddi-manevi sıkıntılarım dile getiren şikayetnamelerinden bir tanesini önemine binaen buraya almak istiyorum:

“Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi

Muhterem Azalanna

Konu: Hayrat -1 Şerife Umumi Merkezinin, din hizmetlileri (hademe - i hayratın, meslekî ve ihtiyarî istekleri hakkında...

“Bizler hayrat hademesi olarak imamlar, vaizler, hatipler, müezzinler, kayyumlar..., hülasa din hizmetlileri olarak ne büyük sıkıntı ve sefalet içinde olduğumuzu siz vekillerimize anlatmak istiyoruz. Bizler, dinimize ve vatanımıza ve milletimize hizmet etmek için en zor şartlarda çalışmış olduğumuz yetmiyormuş gibi şimdi de, hayrat hademesi kadrolarında tenkise (azalmaya) gidilerek, bir çok görevlimiz madden ve manen sefalete itilmekte ve kadro dahilinde bulunanlar da büıbir meşakkat ve ızdırap içinde vazifelerine devam etmektedirler.

Bu hale rağmen şimdi de çoğu hizmetlilerimiz (müftü, vaiz ve hatipler), sanki birer millet düşmanı, vatan düşmanı imişçesine sürekli tazyik, tahkir ve tedhiş alunda bulundurulmakta ve hükümet gözetiminde kalmaktadırlar. Vatana, millete ve yüce dine hizmetten başka amacı olmayan hademe-i hayrat1 a reva görülen davranışlar bizi cidden çok üzmektedir. Memleketin içinde bulunduğu durumu gözönüne alarak (artık dini karakterli i syanların kendini göstermeye başladığı günlerdir), sanki milletimizi geri bıraktıranlar sırf din hizmetlileri imişçesine, din hizmetlilerine karşı uygulanan baskı ve manevi tazyik, milletimizin dini hayatını her gün biraz karanlığa iter durumdadır.

Durumun gözönünde bulundurularak, hademe - i hayrat’ın, din hizmetlilerinin durumlarıyla biraz daha yakından alakadar olmanızı ve din hizmetlilerine en azından asgari geçim şartlarını temin edici maddi menfaader verdirmenizi, milletin vekilleri ol&ak sîzlerden istirham eyleriz.”(16)

TBMM. Üyeleri Din Hizmetlilerini Yok Sayıyor,

Din hizmetlileri, milletin vekilleri olarak gördükleri kişilerden hiç bir müsbet cevap alamayınca ve hatta kendilerine yapılan baskı ve tazyikin hergün biraz daha artması dolayısıyla çeşitli zamanlarda yine TBMM’ye şikayetlerini ulaştırma durumunda kalmışlardı. Bu sefer çekmiş oldukları ızdırapları ve reva görüldükleri

mahrumiyetleri anlatırken, -sadra şifa olur düşüncesiyle- cumhuriyet öncekinin uygulamaları da yer yer kötülemekten geri kalmıyorlardı. Çünkü eskiyi kötü göstermek ve aleyhinde bulunmakla ancak haklarının alınabileceğine ve değer kazanacaklarına dair bir kanaate sahip olmuşlardı. Gerçekten de devlet tarafından yeniye ayak uyduran din hizmetlileri “münevver”, “aydın”, eskiyi arzulayanlar da “mürteci“ ve yobaz ilan olunan din hizmetlilerinin genelde de sonu, idamla noktalanıyordu.

Hademe-i Hayrat’ın; din hizmetlilerinin, milletin vekilleri adıyla ikinci kez TBMM azal arına gönderdikleri arîza’da şunları dile getiriyorlardı:

“Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi ^

Muhterem Üyelerine...

“Maddî maaştan ziyade manevî ecrin tesiri altında asırlardan beri İslâmî eser ve müesseselerin hakiki ve samimi hizmetkârı olan cemiyetimiz ferdleri öteden beri Vakıflar İdaresinin adalete uymayan icraat ve kararlan karşısında şahıslarının değil, İsâm Medeniyetinin haşmetli bir abidesi olan eskilerin İnsanî ve dinî eserlerinin zeval bulmakta olduğunu görmekle hâsıl olan elîm tesirlerini, İslâmiyetin hizmetkân ve milletin işlerinin düzenleyicisi olan muhterem Millî Meclisimize arz ve iblâ etmekle yalnız nefislerini değil, mensup oldukları din ve millete de hizmet etmiş olacaklarına kanidir.”

“Şart ve bekâ tesis ve temin edilmedikçe her eserin yok olmağa mahkûm olacağı ve görülen tecrübeler cansızlann bile bir hizmet ve bekâ hakkına sahip bulunduğunu teyit etmekle müdafaa ve himayeden mahrum her müessesenin adetâ bir yetim gibi boynu büküleceği tabiat kanunu muktezasından bulunduğu cihetle her müessirin tevlîd-i eserden evvel onun bekâsının şan ve lüzumunu teemmül ve te’min etmesi iktiza ettiğine iman eden eslâf, her biri kuvvetli bir medeniyetin tebcîl ve ta’zîme şayan hayat sahibi birer delili olan dinî eserleri vücuda getirmekle yalnız asırlannı imar değil, ahlâfını da terbiye eden ve her biri bugüne kadar nâmım İslâmiyet ve insaniyetin siciline demir kalemler ile hâkk ederek kendilerinden sonra gelenlerin büyük hürmetlerini de temin eyleyen vakıf sahibi olan hazretler tescil ettirdikleri vakıfnamelerle o müesseselerin hayat ve bekâlannın teminini de düşünmek lüzumunu ihmal etmemişlerdir.”

“Geçmişlerimizin nazardan uzaklaştırmadığı şu ihtiyada rağmen kanun ve idarede vuku’a getirilen tadilâtın, zamanın zorlamaları lüzumu kadar takdîr edilmeden vücud bulması, bugün kıymetleri bütün manâsıyle cihan değer eslâfın o eserlerinin bir çoğunu yok ettiği gibi elde kalabilenlerin de tahrip vesile ve sebeblerinin önüne geçilmesini (...) Muhterem Heyetinizden tazarrû ve niyaz etmektedirler.”

“Külfetin nimete göre olması ve paranın satın alma gücünün de her dakika azalmakta bulunması cihetiyle asırlarca zaman evvel değü, bundan bir kaç sene evvel bile refah temin eden bir servetle bugün nefsine bakmak imkân haricine çıktığı halde evkaf varidat ve mesarifatı hususunda satın alma nisbetinin nazar-ı dikkata alınmaması yüzünden çoğalması, banilerinin bile ruhunu tazîb eden harabî içinde o eslâf eserleri bugün hadimleri ile beraber birer sefalet heykeli gibi mületin varlığına temas eden bir sürü acı hakikatler anlatıp inliyolar.”

Filhakiki asırlarca evvel takdir olunan bil ücretle o muazzam eserlerin hizmetleriyle vazifelendirilen bugünün hâdimleri (hizmetlileri): en ibtidaî bir cemiyet arasında yaşayacak kadar bile bir nimete sahip olmak şöyle dursun, aynı idarenin diğer memur ve müstahdemleri nisbetinde de bir himaye'ye sahip bulunmadıkları için kendi ve ailelerinin boş midelerini ölmeyecek kadar doldurabilmek imkânını asil hizmetlerinden ziyade harici mesaileri ile elde edebildikleri cihetle beşerî kanunların üstünde bir iradeye ve hükmünü zorla kabul ettirmek kuvvetine sahib olan tabiat kanununun te’siri altında vazifelerini ihmal ede geldikleri gibi taahhüt ettikleri vazifenin ulviyetini de takdir etmelerine rağmen din hizmetlilerinin beşeriyetin nazarlarına arz ettiği sefalet manzarasının kaldınlması karşısında liyakat sahihleri daha maddi ve kendileri için daha faydalı hizmeüere rağbet ederek o eserler geçen zamanla mütenasip bir ihmal ile hayatlarını idâmeye muktedir olamıyorlar." (17)

Hayrat hademesi, yani imamlar, vaizler, hatibler, müezzinler, kayyımlar... sefalet içinde bulunduğu gibi ailelerinin boş midelerini dolduracak maddî bir imkâna da sahip değillerdi. Hattâ sair devlet memurlanna pahalılık zammı olarak verilen paradan bu masum insanlar hiç bir şekilde istifade edemiyorlardı.

Bu görevlilerin bağlı olduğu Diyanet Teşkilâtı hiç bir zaman kendi görevlilerinin dert ye dileklerine hiç bir zaman tercüman olamamıştır.

devam edecektir...[5]

Din Görevlilerinden Diyanet İşleri Başkanlığına:

“Gölge Etmeyin Başka ihsan İstemeyiz."

Bırakın Diyanet işleri Başkanlığının din hizmetlerinin dertleriyle ilgilenmesini, din hizmetlilerinin “gölge etme başka ihsan istemem’’ dedirtecek kadar, Diyanet İşleri Başkanlığından büyük baskı ve ilgisizlik görmüşlerdir.

Aşağıda vereceğimiz belge devlet ve diyanet ortaklığıyla din hizmetlilerini ezen mekanizmaya iyi bir örnek teşkil edecektir. Belge, cenderenin din görevlilerini ve teşkilatını nasıl içine alıp sıktığını ve perişan bir hale getirdiğini göstermektedir.

“Bütçemize konulmuş olan Hademe-i Hayrat tahsisatının halen ve atiyen tezyidi imkânı olmadığı cihetle bugün mevcut hademe-i hayrat maaşlarının tezyidine mahal görülmemekte, halbuki gerek Makam-ı Senavari gerek Muvazene-i Maliye Encümeni, Hayrat-ı Şerife Müstahdeminin terfihi hususunu istihdaf etmektedir."

"Mevcut kadroda vazifeye dahil olan Hayrat-ı Şerife hizmetlilerinin mevcut tahsisatlar ile terfihi imkân dahilinde olmadığı sakıt idarenin de nazar-ı dikkatini celb etmiş olmalıdır ki tutulan sakîm usulün kısmen tamirine matuf bazı mahallerde "tasnif Unvanın ile tedbirler ittihazına mecbur olmuş ise de bu tedbirlerin de tatbikine bir çok mahzurları ve noksanları ve haksızlıkları ihtiva ettiği ve bu cümleden bazı camilerde bir imam yerine Uç ve bir iki müezzin yerine on, onbır ve bir kaç kayyım yerine on-onbeş kayyım istihdam edilmekte bulunduğu

görülmüş ve bunların hepsine verilen tahsisat ile hakikî miktara indirilerek hizmetlilerin tamamıyla temin edilmiş olacağından bundan sonra aşağıdaki madde ve kararlara bir şekilde muamele icrası hizmetlilerin menfaatine daha lâyık ve daha münasib görülmüştür.

“1- Camilerden müteaddit imamı bulunanların imametlerden birinin yapılmayıp vazifenin mevkuf tutulması suretiyle imamların bire indirilmesi ve kadromuzdan maaş olan hayrat hademesinden sair hizmetlerde müstahdem ve vazifesine hakikî bir lüzum görülmeyen kimseler varken hademe-i hayrat tertibinden vazifeleri olmayan^ tevcih yapılması ve aynı cami imametinin intıilâlinde imametin hatip uhdesine tevcîhi ile imamet ve hitabet vazifesini bir zatın uhdesinde toplanması elzem olduğu.”

“2- Hitabet vazifesinin intıilâlinde mezkûr vazifenin doğrudan imamın uhdesine tevcîhi suretiyle vazifelerin tevhîdi.”

”3- Müezzinlik ile kayyımlığın bir tek şahsın uhdesinde toplanması caiz ve hattâ lâzım olduğuna nazaran müzezinlik ile kayyımlığın bir zat uhdesinde toplanmasının temini cihetine gidilerek kadrolardaki fazlalığın izalesi.”

“4- Geçen maddelerde isimleri zikr olunan hizmetlerden ayrı olan ve ikinci derecede hizmetlerden bulunan cüz, devir, va’z, ferraş...gibi vazifelerin intıilâlinde katiyyen tayin mu-amelesi yapılmayıp hemen bilgi verilmesi.”

”5- Camilerde ifası şart olan fer’i vazifelerden; buharîhân, müslimhân, şifâ, mesabihhân, şeyhü’l-kurrâ, dersiam ve hutbe, cüzhân, eczâ, devir, muvakkit, mahyacı vazifelerinden başka uhdelerindeki vazifelerine mukabil “vazife” tertibinden maaşları bulunan hayrat hizmetlileri ile türbedârlar ve türbelerdeki ifası şart olan vazifeler Kânunîevvel 1926 tarihinden itibaren lâğvedilmiş olduğundan kadrodan tenzili.”

”6- Türbedârlar hakkında Vekiller Hey’eti (Bakanlar Kurulu) Kararının tamamen tatbik olunması iktizâ ettiğinden mezkûr hizmette istihdam olunması hasebiyle tahsisat olan türbedârlara ilk inhilâl edecek hizmetler teklif edilerek tevcîhi ve istinkâf ettikleri takdirde maaşlarının derhal kesilmesi ve bildirilmesi.”

“7- Camilerde inhilâl eden vazifelere yanmış ve yıkılmış camilerin hizmetlileri mev-cutken hariçten müracaat edeceklere Hayrat Hademesinin vazifelerinin kat’iyyen tevcih olun-maması ve yanmış ve yıkılmış camilere ait bir adet listenin gönderilmesi.”

“Yukarıdaki maddelerin tatbikî hususunda iktiza eden muamelenin ifası ehemmiyetle ve ta’mîmen teblîğ olunur efendim.” (19)

 

DİPNOTLAR

1- Egyptian Gazette, 4 Mart 1926, Orhon Koloğlu, İslâm’da Başlık, s, 116, Anka- ra-1978.

2- Orhan Koloğlu, İslam’da Başlık, s. 116, Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri (1923-1927), s. 204.

3- Diyanet İşim Reisliği, Tahrirat McLlüğü, S Mart 1926.

4- Cumhuriyet, S Mart 1926, Paul Gentizon, a.g.e., s. 101.

5- Paul Gentizon, a.g.e., s. 101.

6- Paul Gentizon, a.g.e., s. 101.

7- Bu namazın akabinde daha imam Cemaleddin Efendi selam vermeden, cemaatin (bu ne biçim namaz diyerek) dağıldığı ve selam verdiğinde de, Cemaladdin hocanın arkasında bir tek müezzin efendinin olduğu gözlenmiştir. Üstad Necip Fazıl Kısakürek de, bu hal için: “Böyle namaza böyle cemaat!" diyerek, Cemaleddin Efendinin “Türkçe Namazı”nı alaylı bir şekilde hicvetmiştir.

8- Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, s. 44.

9- Cumhuriyet, 6 Nisan 1924, Vakit, 6 Nisan 1926

10- Osman Ergin, Maarif Tarihi, c.5, s. 1932-1933’ten nakil.

11- Cumhuriyet, 3 Mayıs 1926.

12- Jaschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, s.44

13- Mete Tunçay, Tek Parti, s. 218; aynı yazann

“Dogmatizm” isimli konferansında, 1924’ ten sonra dine karşı başlayan bu hareketlerin “Kemalizm” adına yapıldığı ve bir tür “Yeni İslâm” anlayışı adına gerçekleştirildiği dile getirilmiştir.

14- Feli Valyi, Revolutions in Islâm, s.71,1925-London; Mete Tunçay, Tek Parti, s.218.

15- Sadık Albayrak, Türkiye’de Din Kavgası, s. 288 (4. Basım)

16- Hademe-i Hayrat Umum Merkezi, TBMM’ye gönderilen 1 nolu “arîzâ”

17- Hayrat Hademesi Genel Merkezinin, din hizmetlilerinin durumuyla ilgili TBMM’ye gönderdiği bu şikayetnamenin aslı 24 sayfadır. Kader Matbaası, İstanbul-1924.

18- Diyanet işleri Reisliği, her müftülüğe bu belgeden göndermiş ve devletin din gö- evlisi sayısını azaltmak siyasetini aynen benimseyerek, din hizmetlilerinin üzerinde manevi askılar yapmıştır.

19- T.C. Diyanet İşleri Reisliği, 20 Kasım 1926 tarih ve 3539/9515 sayılı tamiminden.

Hasan Hüseyin Ceylan - Din Devlet İlişkileri Cilt.2
Devamını Oku »