Bir Ruhum Var, Bak !


Ahlâk eğitimi, günübirlik etkileşimlerle, yetişkinleri göz­leyerek, hayatin içinde öğrenerek yürür. Çocuklar bizim ha­yatlarımızın tanığı olmakla bir ahlâk duygusu geliştirirler. Bir yetişkin, ancak doğru eylemlerle çocuğa ahlâk hocası olabilir. Kuru nasihat ve vaaz çocuklara sökmez. Çocuklar birbirleriyle konuşarak, çevrelerinde olup bitenleri gözleye­rek, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair bir kanaat edi­nirler. Anne-baba, nasıl önceki nesillerin değer ve ahlâk an­layışını miras aldıysa, kendi çocuklarına da bu mirası bırak­mak ister. Anne ve babayla kurulan iletişim, çocukların ‘iç ses’inin ayarlanmasına hizmet eder. Elbette, tutarlı bir ahlâk anlayışına sahip, davranışlarıyla örnek olan anne ve babalar çocuklarına bir ahlâk duygusu geçirebilirler, öte yanda, her çocuk, zaten ahlâkî olana ayarlı bir duyguyla doğar. Kültü­rel koşullar ve hatta kimileyin eğitim, bu ahlâkî iç sesi bastı­rır, onun yerine bencilce dürtüleri yerleştirir. Kültürel okur­yazarlık artarken, ahlâkî okuryazarlık azalır. Sadece çıkarla­rımız için seçimde bulunmak, bir yüzyıl önce ayıplanabilir- ken, yaşadığımız çağda ayakta kalmanın olmazsa olmaz bir düsturu olarak görülebilir. Geçmişin günahı, bugünün er­demi olur.

Türkiye tuhaf bir kötülükle tanışıyor. Annelerini vahşet­le katleden kız çocukları, bize her şeyin tersyüz olduğu bir dünyadan, ahlâkî görececiliğin kazandığı, evrensel doğru­nun kaybettiği bir başka gezegenden haberler getiriyor. Bu çocuklar hangi cangılda büyüdü? Onları hangi televizyon kanalları emzirdi? Onları ve masum anacıklarını neye kurban verdik?

Değersiz amoral,ahistorik bir kuşağın gelmekte olduğundan dört beş yıldır bahsediyorum. Küresel dünyanın bu topraklarda yarattığı yeni bir klon: köksüzlük ve anlamsız­lık salgınının pençesinde, ben tarikatının üyesi, depresif ve endişeli yeni bir kuşak. Baba ve anneleriyle göz göze gele­meyen, onlarla uzun uzun konuşamayan çocuklar. Tutunma zorluğu yaşayan, hayata anlam bulamayan, ya kendilerine ya başkalarına kıyan muzdarip ruhlar.

Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. Ne anne-babanın çocuğa tahammülü var, ne çocuğun ebeveynlerine. Herkesin sade­ce kendisi için yaşadığı bir dünyada sosyal Darwinizm “Öl­dür ya da öl!” diyor. Yok edemeyenin yok olacağının telkin edildiği vahşi bir düzen. Kötülerin kaybetmediği bir ülke ço­cuklarına ahlâkı öğretemez. Bir ülkede hırsızlar, uğursuzlar, çeteciler, katiller, zalimler hak ettikleri cezayı bulmuyorsa, o ülkenin okullarında moral eğitim verilemez. Bir ülke hâlâ kendi içinde doğru dürüst konuşma kültürünü yeşertememişse, herkes bir diğerinin sesini kısmak için uğraşıyorsa, siyasî rekabet kafa kesme ölçüsünde vahşileşmişse sokakları Vandalların tutması kaçınılmazdır.

Çocuklarımızla konuşalım. Onların gözlerinin ta içine bakarak. Acele etmeden. Dinleyerek, anlayarak. Bu ülkede, ötekini yok ederek kendine varlık alanı açacağını düşünen herkesle konuşalım. Onların gözünün içine bakarak. Yüzü­müzün farkında olmalarını sağlayarak. Bak, ben de bir insa­nım. Bir yüzüm var, o yüzün anlattığı bir hikâyem var. Bir ruhum var, bak.

Kaynak:

Kemal Sayar-Herşeyin Bir Anlamı Var
Devamını Oku »

Adolf Hitler'in Yahudilere Karşı Ayırım Siyaseti

Adolf Hitler'in Yahudilere Karşı Ayrım Siyaseti1933 ocağında Adolf Hitler' in, Almanyada başbakanlığa seçilmesinden itibaren 66 milyonluk nüfus içerisinde 500 bini bulan Alman Yahudîlerine karşı ayırım siyâsetinin sistemlice uygulandığına tanık oluyoruz. Peki ya, sebep? İkti­sâdi... Yahudi’nin, Hz İsâ’nın katlinden sorumlu tutulması... Ortaçağdan sarkmış,hurâfe, bâtıl itikât... falan, filân... Bunların hiçbiri ilginç ve özgün gerekçe ola­maz. Özgün ve ilgine olan, Ari’nin üstün, Yahudi’nin ise, aşağılık ırkları temsîl etmeleridir. Toplumsal Darvinciliğin ayıklanma ilkesi uyarınca aşağılığın aley­hine üstünün varolma hakkı mahfûzdur... İşte bu hak, üstün olana aşağılığı idam etme yetkisini tanır.

İdâmın infâzı değişik biçimlerde yürürlüğe koyulmuştur: Bu, kurşuna diz­meden tutunuz da Getholar ile çalışma tesislerinde açlık ile hastalıklardan ölüm­lere terketmeğe dek uzanır. Ancak bunlar, nisbeten ilkel yöntemlerdir. 1941'den itibâren iyice hızlandırılan kütlevî yoketme programında yer alan temerküz tesis­lerinin teşkilâtlandırıldı, tek kelimeyle, mükemmeldir. Bunlardan kimisi Belzen, Sobibor, Lublin, Treblinka, Chelmno ile Auschwitz gibi, sâbit, fen hârikası, imhâ fabrikalarıyken bir kısmı da gaz hücreleriyle mücehhez katar (Fr train) yahut arka tarafı üstü kapalı kamyon şeklindeydi. Sâbit tesislerdeki gazlama koğuşları başlagıçta, bir defâda 450 kişi alabilirken, daha sonraları bu rakam, 4000'e ulaş­tırılmıştır.

İnşaat mühendisliğinde görülen baş döndürücü gelişmeye kimya mü­hendisliğinde de tanık olunur. Nitekim, yine başlarda karbon monoksit kullanı­lırken, zamanla çok daha gelişkin malzemelerden olan hidrojen siyanürü ile sik­lon B gazına geçilmiştir. Bu son zikrolunmuş iki malzeme, hem daha sürâtle ve ucuza mâledilebilinmiş hem de rahatça naklonulabilmiştir. Böylelikle savaş olanca şiddetiyle sürüp giderken üç yahut dört yıl gibi pek kısa sürede, büyük sa­yıda — iddiaya göre beş yahut altı milyon— çoluk çocuk, genç yaşlı ve erkek ile kadın ortadan kaldırılabilinmiştir...

Bu inceden inceye tasarlanıp hesabı kitabı çıkarılmış ideolojik esaslı bir soykırım olup soz konusu infazın, askeri yahut siyâsî lüzumu da yoktu.

 

Teoman Durali,Çağdaş Küresel Medeniyet
Devamını Oku »