Gençlik bunalım dönemi mi?

 Gençlik bunalım dönemi mi?
Hiç düşündünüz mü, çağdaş dünyada “gençlik” denince akla ilk önce “hayatının en bunalımlı döneminde bulunan” yaş grubunun gelmesi normal mi?

Çocukluk dönemini bir yana bırakacak olursak, “gençlik bunalımı”, “orta yaş bunalımı” (yaşlılar zaten otomatik olarak bunamış görülür) gibi ifadeler, artık dilimize de iyice yerleşmiş bulunuyor. Biraz düşününce, bu tabirlerin insana hayatının her döneminde hastalıklı muamelesi yapılmasını reva gören çarpık bir anlayışın ürünü olduğunu anlamak zor olmasa gerek.

Parçalara Bölünerek Bunalmak

Bir başka şekilde ifade edecek olursak, insan hayatını belli yaş gruplarına göre sınıflandırarak, her bir grup için, “anormallikler yapması yaşı itibariyle normaldir” şeklinde bir ön yargı geliştirmek, hastalıklı bireylerden oluşan hastalıklı toplumların işi olsa gerek.

Gerçek şu ki, bu durum, özellikle hayatının en verimli ve en enerjik dönemini yaşayan, beynini ve vücudunu en üretken biçimde kullanabileceği çağda bulunan genç insanlar için, son derece olumsuz bir yargıyı ifade eder.

Oysa bu yaş grubunda bulunan bireyler öğrenmeye, yeteneklerini ve becerilerini geliştirmeye ve kendilerini olgunlaştırmaya en uygun çağlarında bulunmaktadır.

Bu noktada şu soruları da sormak gerekir: Hayatı daha yeni tanıma ve öğrenme sürecinde olduğu halde, Batılı hayat tarzı içinde anne babasından bile “bağımsızlaştırılan” genç, kişiliğini nasıl bulacak, istikametini nasıl çizecek, yetenek ve becerilerinin farkına nasıl varacaktır? Hangi kurum ve hangi sosyal hizmet uzmanı bu gence, kendi ailesinin ve yakınlarının verebileceği duyguyu, ilgiyi ve desteği verebilir?

Anlattığımız bu sınıflandırma ve bağımsızlaştırma adı altında olumlu-olumsuz her türlü etkiye açık bırakma durumu, hayatını biz müslümanlardan farklı yaşayan; varlığa, hayata ve insana bizden oldukça farklı bir gözle bakan Batılı anlayışı yansıtıyor.

Bunalım Edebiyatı Bizde Neden Yok?

‘Bizim kültürümüzde durum nedir?’ diye baktığımızda, karşılaştığımız manzara kısaca şöyledir:

Herşeyden önce, İslâm kültüründe bireyin anlattığımız tarzda toplumsal açıdan çeşitli yaş kategorilerine ayrılmasının sözkonusu olmadığının altını çizelim. Uzun medeniyet tarihimiz boyunca hayatın her alanına ve insan denen “zübde-i alem”in her boyutuna ilişkin incelemeler yapmış, eserler vermiş bulunan ulema ve hukemanın, gençlik döneminin kendine mahsus problemleri olduğunu söyleyen ve bu problemlere çözümler öneren bir çalışmasını, kitabını veya risalesini bilmiyoruz.

İslâm medeniyetinde sayısız çalışmanın konusu olan alanların bazılarını sayalım: Başta bütün dinî ilimler, tıp, botanik, veterinerlik, farmakoloji (ilaçlarla ilgilenen ilim dalı), musiki, mimari, günlük hayatta kullanılan aletler ve kap-kacak, hayvanlar, kuşlar, böcekler, putlar, muhtelif canlıların sesleri ve bunların özellikleri, madenler, astronomi, meteoroloji, tarih, coğrafya, aritmetik, geometri, fizik, kimya, arkeoloji, felsefe, mantık, zaman ve mevsimler, harflerin ve rakamların esrarı (cifir), sihir (tılsım), uzun boylu insanlar, kısa boylu insanlar, uzun yaşayan insanlar… ve daha niceleri. Evet, medeniyetimizde hayatın her alanına ilişkin eser vermiş, kitap yazmış olan İslâm alimlerinin, “gençlik ve sorunları” tarzında bir eser vermemiş olmasının elbette bir anlamı olmalıdır.

Bu anlam şudur: İnsanın, kendi fıtratına uygun bir ortamda, kendine ait hayat tarzını sürdürebilmesi, ancak kendine ait değerlerle inşa olmuş, yaşayan canlı bir medeniyetin varlığı ile mümkün olabilir. Hiç şüphesiz, böyle bir hayat tarzı olmaksızın, insan fıtratını ve hayatı her yönüyle kuşatmış canlı bir medeniyet olmaksızın, bireyin veya toplumun sağlıklı olabilmesi mümkün değildir.

İslâm kültüründe “gençlik ve sorunları” başlıklı bir problemin bilinmiyor olmasını, işte böyle bir medeniyet olgusunun varlığında aramalıyız.

Bir Liman Toplum

Bizim medeniyet ve kültürümüzde çocuk daha doğar doğmaz beynine ilk nakşolan, sağ kulağına okunan ezan ile sol kulağına okunan kamet sesidir. Anne sütü ile beslenme devresi boyunca çocuk, “taharet-i kübra” üzere bulunmaya özen gösteren annesi tarafından helâl süt ile emzirilir, uyutulurken salâvat ile, ilâhi ile uyutulur. Öğrenme yaşına geldiği zaman, her bir hücresi önce İlâhî Kelâm ile dolar.

Çağdaş hayatın dayattığı çekirdek aile tarzının ve modern yaşama biçiminin yalıtılmış dar çerçevesine hapsolmaksızın, alabildiğine geniş bir çevrede başlar hayatı tanımaya. Sadece anne-babasından değil, topluca paylaşılan bir hayatın hazzını ve yaşayan bir geleneğin terbiye usulünü dedesinden-ninesinden, hocasından ve mahalle büyüklerinden devşirir. Büyüklerinin katkılarıyla, komşuluk, mahalle arkadaşlığı ve saygıyı, sevgiyi, güveni, paylaşmayı, dayanışmayı, fedakârlığı öğrenir.

Böyle bir yetişme süreci ve sosyal çevre güvencesiyle gençlik dönemine adım atan çocuk, üretmeye hazır, donanımlı, kendinden emin ve kişilikli bir birey olarak hayata atılacaktır. İlim tahsil ediyorsa, yüzyıllar içinde olgunlaşarak pekişmiş bir eğitim sisteminde kendini geliştirecektir. Herhangi bir meslek ve sanat dalına intisap etmişse, yine asırların birikimiyle oluşmuş çırak-usta ilişkisi içinde alanında ihtisas sahibi olacaktır.

Çağdaş dünyanın “bunalımlı genç” profilinin aksine, gençlik dönemi onun için artık öğrendiklerinin semeresini verme çağıdır.

İslâm ilim tarihine adını altın harflerle yazdırmış simalara bakın. 7-8 yaşlarında Kur’an’ı ezberlemiş, 10-15 yaşlarında temel İslâmî ilimleri tahsil etmiş ve 20 yaş sınırına dayandığında artık eser yazmaya, fetva vermeye ve ilim meydanında nam salmış alimlerle yarış etmeye başlamış bu insanları yetiştiren, elbette kurumsal yapısı ve oturmuş sistemiyle canlı medeniyetten başkası değildir.

Başka hiçbir kültür ve medeniyette örneği bulunmayan “Tabakât” ve “Terâcim” türü kitaplarda, böyle onbinlerce büyük insanın hayat hikâyesi canlı birer ibret tablosu olarak elimizde bulunmaktadır. Namazda gözü olanlar için ezan sesi her devirde çınlama devam ediyor.

Yard. Doç. Dr. Ebubekir SİFİL - Burhandergisi
Devamını Oku »