Bilim Adı Altında Yapılan İşler

Bilim Adı Altında Yapılan İşler

‘Yıllarca önce Türkiye'de boyalı basının öncülerinden olan gazetede ekmek yemenin insanları gerizekalı yaptığını ileri süren bir habere rastlamıştım. Haberde haliyle "gıda uzmanlarına'' konuyla ilgili görüşlerine de yer veriliyordu, Türkiye ekmeğin çok yendiği bir ülkedir malûm. Ama böyle bir haberin arkasında Saklı olan niyet ne olabilirdi? Acaba bizlere daha az ekmek yedirmekle buğdaydan edilecek tasarrufu bir başka ülkeye ihraç atmak mı? Yoksa faraşa buğday yarine fasulye mi sattırmak?Yahut da ekmek yiyen insanlarımıza geri zekâlı oldukları hususunda bir aşağılık duygusu mu aşılanmak isteniyordu?

Bir başka haberde, tanınmış bir hastahanenin çocuk psikiyatristi bu doktor "Oyuncaksız büyüyen çocuklar, kişiliksiz ve geri zekâlı büyüyor’’ iddiasında bulunuyordu. Haberin teferruatında Türkiye'nin ünlü" oyuncak sanayicilerinden biri ile yapılmış bir de mülakat yer alıyor, bu mülakatta oyuncak sanayicisi, adı geçen doktorun tavsiyeleri doğrultusunda oyuncak ürettiklerini belirtiyordu.Gene tababetle sanayinin işbirliğine tipik bir örnek ile karşı karşıya bulunduğumuz kuşkusuz. Kendi çocukluğumu hatırlıyorum. Bizim oyuncaklarımız yoktu. Oyuncaksız büyüdük. Belki şimdi iddiasını zikrettiğimiz doktor da bizim gibi oyuncakaız büyümüştür. Şimdi bunlara bakarak bizim hepimizin kışıliksiz ve geri zekâlı olduğumuza mı hükmedelim'?

Oysa oyuncak firması sahibesi ile sözü geçen doktorun ne kadar açıkgöz oldukları belli değil mi? Ve gelir düzeyi yerinde olduğu için ekmeği az, fakat katığı fazla yiyen bir kısım vatandaşların “Üstün zekalarını’’ ispat etmek için oyuncak sanayicisi Fatoş hanımın ürettiği oyuncakları satın almak için girişecekleri yarışı, onların zekâ seviyesi ile ölçmeye kalkışırsak acaba nasıl bir manzara ile karşılaşırız?

Türkiye'de bir doktorla bir oyuncakçı arasındaki “bilimsel işbirliğini"» kapitalist ülkelerle kapitalist olmaya özendirilen ülkelere de teşmil ederek olaya bakarsak dünya çapında oynanan  emperyalist oyunun mahiyetini kavramamız kolaylaşır, Kapitalizmin, zengin olduğu için az ekmek yiyen, dolayısıyla çok zekâlı olan insanları fakir ülkelerin çok ekmek yedikleri için az zekâlı olan insanlarına ürettikleri her türlü “oyuncağı” satabilme için işte böyle “bilimsel” yöntemler uyguluyorlar.

Sözümüzün başına dönerek konuyu bağlayalım: Halen dünyaya hakim kılman üretim mekanizmasında, ihtiyaç duymadığınız bir mal, önce sizin için ihtiyaç haline getiriliyor, bunun için bilim adına her türlü şarlatanlık kullanılıyor; o şey sizin için ihtiyaç haline getirilince onunla ilgili bir kurumsallaşma ortaya çıkıyor, neticede insanlar o kuramların esiri haline getiriliyor. Bu husus kapitalizmin elementer iktisat kitaplarında: “Her arz kendi talebini doğurur” diye “bilimsel” kalıplara da dökülür, bir vecize ve bir kaide halinde.

 

Rasim Özdenören,Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı
Devamını Oku »

Bilimsellik İddiası Hakkında

Şüphe yok ki, kilisenin dogmalarına karşı çıkan “bilimsel araştırmaların” kökeninde kilise adamalarının pek iyi sezinledikleri gibi gizli veya açık bir dinsizlik gayreti mevcuttu. Kilise adamlarının bilimsel bulgulara karşı tepkisi, bulunan “gerçek”lerin mücerret doğru olup olmadığından çok, söz konusu gerçeklerin kendi dogmalarını zedeleyip zedelemediği noktası üstünde yoğunlaşıyordu. Engisizyon, aslında sadece “bilimsel bulguları” değil, fakat bunun da ötesinde, bu bulguların ardında yatan dinsizlik gayretini cezalandırıyordu.

Bilim adamlarıysa, kiliseye karşı kendilerini savunabilmek bir bakıma da görüşlerini yaygınlaştırabilmek adına, "bilim'' denilen olguyu temellendirmeye, bilimin “kuramını'' ortaya çıkarmaya yöneliyorlardı.

Bilimsel araştırmalar, her ne kadar kilisenin dogmalarını belli bir süre için sarsıntıya uğratıyor idi ise de, bu "bulguların'' da öyle sanıldığı gibi “mutlak” gerçekler olmadığı çok geçmeden anlaşılıyordu. Yani bilimsel denilen her bulgu, ancak tersi ispatlanmadığı sürece doğru olarak yürürlükte kalıyordu, ilanihaye değil. Bir takım yeni bulgularsa eski bulguları yıkıp yerine geçmekte gecikmiyordu.

Avrupa’daki din-bilim çatışmasının kökeni gerçekte “eşyanın hakikatini'' öğrenmeye yönelmiş bir cehdin eseri olarak başlamamıştır. Toplumsal yaşayışta mağdur olanlarla mütegallibeler arasında süren ard niyetli bir çatışmanın ürünüdür. Bilimcilerin kendi çalışmalarını soyut amaçlar uğruna gerçekleştirdiklerini söyleyerek söz konusu çalışmaları yüceltmeleri, daha sonraki bir olaydır.

Batı medeniyetinin ve onun diğer yargılarının yeryüzünü istila ettiği günümüzde, Avrupa dışında kalan bilim adamları Batıya ait zihniyeti benimserken, Avrupalı bilim adamlarının bilinç altında yaşayan dinsizlik gayretlerini de tevarüs etmişlerdir. Kendi dinleri ne olursa olsun ve kendi dinlerinin "bilimsel bulgular karşısındaki tavrı ne olursa olsun, bilinç altından gelen dinsizlik saıkınin etkisinden kendilerini kolay kolay kurtaramadıklarından, ülkelerinin dinine karşı, "Batılı bilim adamlarının" kiliseye karşı aldığı tavır niteliğinde bir tavır geliştirmekten geri durmamışlardır.

Aynı vakıa İslâm ülkeleri içinde de benzer yansımalar göstermiştir. Şimdi, İslâm ülkelerinde yaşayan bir kısım “bilim adamlarının kafasında, İslâmın bilime karşı olduğu hususunda bir kanaat varsa, bu kanaatin temelinde vakıalar değil, sadece bilimcinin kafasındaki dinsizlik gayreti yatmaktadır.
Kaynak:

Rasim Özdenören-Yumurtaları Hangi Ucundan Kırmalı
Devamını Oku »

Batının İlmini Alalım Hayat Tarzını Red Edelim Düşüncesi Hakkında

Evrensel devlet, dünya devleti gibi hülyalardan söz açılırken, bu devletin efendileri, yöneticileri olarak Romalılar, Parisliler, Londralılar düşünülür; dünyanın öteki kesimlerinde yaşayan insanlarsa uyrukluğa, köleliğe layık görülür. Oysa herhangi bir Batılı düşünürün bu konudaki bir kitabını kendi diline aktaran Avrupalı olmayan bir ülkenin insanları, bu düşüncelere “Ne güzel bir dünya, gerçekleştirilmesi gerekli bir hedef” diye yaklaşmaktan kendilerini alamazlar. Halbuki bu sözlerle kendi köleliğini onaylamış olduğunun farkında değildir.

Kimileri, hâlâ, biz Batının bilimsel zihniyetini benimsiyor fakat onun hayat tarzını reddediyoruz, diyebilmektedirler. Oysa Avrupa zihniyeti bir bütündür ve hayata dönüşmüştür. O zihniyetle o hayatı birbirinden kopartamazsınız. Fakat Avrupanın “İlmî zihniyeti”nin onun hayat telakkisinden, hayat tarzından farklı olduğunu sananlar, gerçekteyse Batıya karşı kafaları aşağılık kompleksiyle şartlanmış bulunanlar, dünyanın her yerinde buna benzer düşünceler ileri sürüp durmuşlardır.

Bu düşünce sahipleri baş örnek olarak daima Japonya’yı göstermişlerdir. Japonya, demişlerdir, Batının bilimsel zihniyetini benimsedi, fakat kendine özgü hayat tarzını da korudu! Günümüz Japonyası, bu iddiayı yalanlamaktadır. Japonya’da bu gün geleneksel hayatın işareti olarak belki sadece geyşalar vardır, o da, gene Batı’nın turistik heveslerinin tatmini için vardır... Bu da gösteriyor ki, Batının bilimsel zihniyetini alalım fakat kendi geleneklerimizi koruyalım, demenin, uzun vadede geçerliği yoktur. Bu iddia, Batıdan vazgeçemeyen “Batı mağduru” kafaların hayalhanesinde geliştirilmiş düzmece bir tasarımdır.

Kaynak:

Rasim Özdenören-Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı
Devamını Oku »

Teknoloji ile Gelen Modern Hayat ve Öncesi

Bilim ve teknoloji 20. yüzyılın ortalarına kadar bir fatih edasıyla toplum hayatında yer etti. Modern bilimin  doğduğu 17. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar  dünya ölçüsünde eskiye galebe çalan bir yeniden sözedilebiliyordu. Fakat modern hayat katettiği her merhalede insan hayatını öylesine değişikliğe uğrattı ki bilim ve teknolojinin güdümüne girmeden yaşanılan zamanlar hatırlanamıyacak kadar geride kaldı ve bir yaşama biçi­mi olarak modem öncesi hayat tümüyle ortadan kalktı.

İşte bu safhasında bilim ve teknoloji artık yenileştirici, yeni ve parlak ufuklar açıcı vasfını kaybetti, muhafaza­kâr ve kendi iktidarını korumak için baskı yapmaya muhtaç bir kuvvet niteliği kazandı.

Günümüzde bilim ve teknoloji alanındaki yenilikler sona ermiş değildir, tersine bu yenileşmenin hızı öylesi­ne artmıştır ki insanlar günden güne yenileşmenin boşu­na bir çaba olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Bilimsel-teknolojik devrimden önce sanayi, geleneksel yaşama biçimlerinin yerine endüstri toplumunun şartlarını getir­mek gibi sade sayılabilecek bir hedef sahibiydi. Fakat bugün herhangi bir teknolojik araç veya bir fabrika 5-6 yılda modası geçmiş hale gelebilmektedir. Bu değişme de bilimsel-teknolojik alanda insan bilgisinin sürekli ve hızlı biçimde artmasıyla sağlanmaktadır. Bu bakımdan araştırma, laboratuvar çalışması, teorik hazırlıklar top­lum düzenlemesinde birinci sırada bir önem sahibi ol­muştur. Ne var ki araştırmacılık düzeyindeki teorik ça­lışmalar bilimsel-teknolojik bilgi piramidinin en üst katı­nı oluşturur. Uygulamanın yerine getirilmesi, uygulama­ya konmuş aygıtlar kompleksinin çalıştırılması ve ko­runması da ayrı ayrı bilimsel-teknolojik bilgiyi gerektirir.

İşte, bu vasfıyla bilimsel-teknolojik toplum, eğitimi kendi sağlığı için kaçınılmaz unsur kabul eder. Bir bakı­ma modern toplumun yumuşak kamı "bilgi," bilimsel- teknolojik bilgidir. Modern toplum bu bilgi olmaksızın hem maddî varlığını idame ettiremez, hem de bilimsel- teknolojik bilgiye sırt çevirmek bu toplumu çökertebile­cek bir tavır olarak anlaşılır. Eğer insanlar bilimsel ve teknolojik teçhizatlanmanın boşunalığı konu­sunda bilinç ve karar sahibi olursa çarkların dönmeme tehlikesi vardır.Yalnız bu kadar değil, bilim ve teknoloji dini, tapınaklarını ayakta tutacak müminlerden, sadaka ve kurbanlardan mahrum kalır. Bu ise, modern toplu­mun boşluğa yuvarlanması demektir.

Bu yönüyle düşünüldüğünde modern endüstri ötesi toplumun iplerini ellerinde tutan çevrelerin, elektronik çağın hakim unsurlarının geniş halk yığınlarını bilgisiz, "cahil" bırakmaktan son derece korkacaklarını söyleyebi­liriz. Daha çok insan bilimin ve teknolojinin önemine inandırılmak, daha çok insan aygıtların korunmasına, onların işletilmesi ve geliştirilmesi eylemine inandınlmalı, daha çok insan aygıtların korunmasına, onların işletil­mesi geliştirilmesi eylemine katılmalı ki düzen işleyebil­sin.

Gelişmiş denilen, bilimsel-teknolojik iktidar sahibi toplum güçlerini korkutan halk yığınlarının günden gü­ne bilgilenmeleri değil; birgün "bu gelişme niçin" diye sormaları ve hayatın anlamını gelişme, refah, zenginlik dışı bir alanda arama ihtimalleridir.

İsmet Özel, Zor Zamanda Konuşmak
Devamını Oku »