Uymamız Gereken Dosdoğru Yol

Uymamız Gereken Dosdoğru Yol

Yüce Allah'ın: "Şüphesizki bu, Benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun"(En'am 153)



Bununla yüce Allah, Peygamberi Muhammed (sav) vasıtası ile açıklamış ve açmış olduğu geniş bir yol olarak teşri buyurduğu, sonu da cennete ula­şan yoluna tabi olmayı emretmektedir. Bu yoldan bir çok yollar ayrılmıştır. Kim o doğru yolu izlerse kurtulur, kim bu ayrılan yollara koyulacak olursa, bu yollar kendisini cehenneme götürür. İşte yüce Allah: "Başka yollara uy­mayın. Sonra sizi O'nun yolundan ayırırlar" uzaklaştırır, kaydırırlar diye buyurmaktadır.

Dârimî Ebu Muhammed Müsned'inde sahih bir îsnadla şöyle bir rivayet kaydetmektedir: Bize Atvan haber verdi, bize Hammâd b. Zeyd anlattı, bi­ze, Âsim b. Behdele, Ebu Vâil'den anlattı. Ebu Vâil, Abdullah b. Mes'ud'dan dedi ki: Rasulullah (sav) bir gün bize bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu: "İş­te bu, Allah'ın yoludur.''Daha sonra onun sağında bir takım çizgiler, solun­da da bir takım çizgiler çizdi. Sonra da şöyle buyurdu: "Bunlar da her biri­sinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır." Son­ra da bu âyet-i kerimeyi okudu. [1]

Bu hadisi, İbnMace de Sünen'inde rivayet etmiştir. Cabir b. Abdullah'tan dedi ki: Peygamber (sav)'ın yanında idik. Bir çizgi çizdi. Sonra da onun sa­ğında iki çizgi çizdi, solunda da iki çizgi çizdi. Daha sonra elini ortadaki çiz­gi üzerine koyup şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Sonra da şu: "Şüphesiz ki, bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yol­lara uymayın. Sonra sîzi onun yolundan ayırırlar" âyetini okudu. [2]

Bu ayrı yollar, yahudilîği, Hıristiyanlığı, mecusiliği, diğer din mensupları­nı fer'i meselelerde hevâlarının arkasından giden istisna olan bid'at ve da­lâlet sahiplerini de; bunların dışında kalan, tartışmalarda işi aşırıya götüren ve kelamı meselelerde olmadık şekilde dalıp gidenleri de kapsamına alır. Çün­kü, bütün bunlar, ayaklarının kaymasına maruzdurlar ve yanlış inanışlara sap­maları zannolunur. Bu açıklamaları ibnAtiyye yapmıştır.

Derim ki: Doğrusu da budur Taberî, "Kitabu Âdâbı'n-Nüfus"da şunu nakletmektedir: Bize Muhammed b. Abdulâlâ es-San'anî anlattı, dedi ki: Bi­ze Muhammed b. Sevr anlatti: Ma'mer'den, o, Eban'dan naklettiğine göre, ada­mın birisi İbn Mes'ud'a şöyle sormuş: Sırat-ı müstakim (dosdoğru yol) han­gisidir?

İbn Mes'ud şu cevabı verdi: Muhammed (sav) bizi onun başında bıraktı, onun bir ucu da cennetledir. Sağında bir takım yollar, solunda bir takım yol­lar vardır. O yolların başında oralardan geçenleri davet eden bir takım kim­seler vardır Her kim bu yollara koyulacak olursa, o yollar sonunda onu ce­henneme götürür. Her kim de dosdoğru yola koyulacak olursa, o da onu so­nunda cennete ulaştırır. Daha sonra İbn Mes'ud: "Şüphesiz ki, bu Benim dos­doğru yolumdur'' âyetini okudu. Abdullah b. Mes'ud ayrıca dedi ki; Kabzo-lunmadan önce ilmi öğreniniz. Kabzedilmcsi ise ilim ehlinin geçip gitmesi­dir. Gereksiz yere ince eleyip sık dokunmaya kalkışmaktan, gereksiz yere işi derinliğine kavramaya kalkışmaktan ve bid'atlerden çokça sakınınız. Size tâ İlkinden gelen kadim şeylere sarılmanızı tavsiye ediyorum. Bunu da Darimi rivayet etmiştir. [3]

Mücahid de yüce Allah'ın: "Başka yollara uymayın" buyruğunu, bid'at-lere uymayın diye açıklamıştır.

İbn Şihab da der ki; Bu da yüce Allah'ın: "Dinlerini parça parça edip fır­ka fırka ayrılanlar varya..." (el-En'âm, 6/159) buyruğuna benzemektedir. Bunlardan kaçmak gerekir, kaçmak. Kurtulmak gerekir, kurtulmak. Selet'-i sa­libin izlediği o sırat-ı müştekime, o dosdoğru yola yapışmak gerekir. İşte kâr­lı ticaret ondadır.

Hadis İmamları Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet ederler: Rasululllah (sav) buyurdu ki: "Size neyi emrettiysem onu alınız. Ve size neyi yasakladıysam ondan da uzak durunuz." [4]

İbnMâce ve başkaları da el-trbad b. Sâriye'den şöyle dediğini nakleder­ler: Rasulullah (sav) bize öyle bir vaazda bulundu ki, ondan dolayı gözler ya­şardı, ondan dolayı kalpler korkuyla titredi. Ey Allah'ın Rasulü dedik. Bu, âde­ta bir veda edenin öğüdüne benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöy­le buyurdu: "Ben, sizi (hiç bir şüphe ve tereddüt gerektirmeyen) apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yol­dan helak olandan başkası sapmaz. Aranızdan yaşayacak olanlar, pek çok ay­rılıklar göreceklerdir. Size, benim sünnetimden ve benden sonra hidâyet bul­muş raşit halifelerin sünnetinden bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyo­rum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma iş­lerden (bid'atlerden) de sakınınız. Çünkü, şüphesiz her bir bid'at bir sapık­lıktır. Size itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İsterse başınızdaki Ha beşli bir kö­le olsun. Şüphesiz ki mü'min, burnuna halka takılmış deveye benzer. Nere­ye çekilirse oraya gider." Bu hadisi Tirmizî de bu manada rivayet etmiş ve sahih olduğunu irade etmiştir. [5]

EbûDâvûd da şöyle bir rivayet kaydetmektedir: Bize İbn Kesir anlattı, de­di ki: Bize Sül'yan haber verdi, dedi ki: Adamın birisi, Ömer b. Abdülaziz'e mektup yazarak kader hakkında soru sordu. Ona şu cevabı yazdı: İmdi, ben sana Allah'a karşı takvalı olmayı, O'nun emrinde orta yolu izlemeyi, Rasu-lullah (sav)'ın sünnetine tabi olmayı, O'nun sünnetinin uygulana gelişinden sonra bid'atçilerin ortaya çıkardıkları şeyleri -ki, onların bu gibi şeylerle uğ­raşmalarına gerek yoktur. Ümmet buna ihtiyaç bırakmamıştır- terk etmeni tav­siye ediyorum.

Sana cemaate bağlı kalmanı tavsiye ediyorum. Çünkü, cemaat Allah'ın iz­niyle senin İçin bir koruyucudur. Hem şunu bil ki, insanlar ne kadar bid'at ortaya çıkarmışlarsa mutlaka ondan önce, ya onun aleyhine delil olacak bir şey geçmiştir veya o hususta ibret teşkil edecek bir durum. Şunu bil ki sün­neti, ona muhalefet etmekte ne kadar hata, ne kadar yanlışlık, ne kadar ah­maklık, ne kadar gereksiz yere derinlere dalmak istemenin miktarını bilen bir kimse ortaya koymuştur. O bakımdan sen de kendin için, başkalarının ken­dileri için razı oîup beğendiği şeye razı ol. Onlar, bilerek durmuşlardır. İşin özüne nüfuz eden bir basiretle de bu gibi işlere dalmaktan kurtulmuşlardır.

Üstelik onlar işleri açığa çıkarabilmekte daha güçlü idiler. Sahip oldukları lü­tuf ve fazilet dolayısıyla da buna onlar daha layıktılar.

Eğer, hidâyet sizin Üzerinde bulunduğunuz yol olsaydı, o takdirde siz bu hususta onları geride bırakmışsınız demektir. Şayet sizler, bu gibi şeyler on­lardan sonra ortaya çıkmıştır diyorsanız, şunu bilin ki, bunları ortaya çıkar­tanlar ancak onların yolundan başkasına tabi olup onlara uymaktan yüz çe­virerek nefsine uyan kimselerdir. Şüphe yok ki onlar önde gidenlerdir. Bu hususta yeteri kadar konuşmuşlardır ve rahatlatacak kadarım anlatmışlardır. Onlar bu hususta, her hangi bir kusur eksik bırakmadıkları gibi, daha da açık­lanması gereken bir şey de bırakmış değillerdir. Bazıları bu hususta onlar­dan geri kaldılar, o bakımdan hakka uzak düştüler. Bazıları da onlardan ile­ri geçmeye çalsştılar, fakat aşırıya gittiler. Onlar İse, bu ikisinin arasında ve dosdoğru bir yol üzere idiler... diyerek bundan sonra hadisin geri kalan bö-Kimünü nakletti. [6]

Sehl b. Abdullah et-Tüsterî de der ki: Size, ashabın yoluna ve sünnete uy­manızı tavsiye ediyorum. Çünkü, kısa bir süre sonra Peygamber (sav)'dan ve onun bütün hallerinde ona uymaktan söz edecek bir kişi ortaya çıkarsa, (di­ğerlerinin) onu yereceklerinden, ondan uzaklaşıp gideceklerinden, onunla ilişkilerini keseceklerinden, onu zelil edeceklerinden, küçük düşüreceklerin­den korkuyorum.

Yine Sehl der ki: Şunu bilin ki bid'at, ancak ve ancak ehl-i sünnetin el­leriyle ortaya çıkmış üstünlük kazanmıştır. Çünkü onlar, bid'at ehline karşı çıktılar, onlarla konuşup tartıştılar. Böylelikle bid'atçilerin görüşleri de orta­ya çıktı ve herkes arasında yaygınlık kazandı. Bunun sonucunda onları işit­medik kimseler de işitti. Eğer onları bırakıp onlarla konuşmamış olsalardı, on­ların her birisi kalbinde sahip olduğu inançlarıyla birlikte ölür gider, ondan hiçbir şey onaya çıkmaz ve o bid'atini beraberinde kabrine taşıyıp götürmüş olurdu.

Yine Sehl der ki: Sizden her hangi birinize, İblis, bir ibadet uydurup onun­la kendisine ibadet ettirmedikçe, bir bid'at ortaya koymaz. Ancak ondan son­radır ki, İblis o kimseye bir bid'at çıkartır. Bu kişi de bid'at sözü söyleyip in­sanları ona çağırmaya başladı mı, İblis de o hususta o zilleti ondan çeker.

Yine Sehl der ki: Ben, bid'atçiler hakkında şu hadisten daha ağır bir ha­dis geldiğini bilmiyorum: "Allah, cenneti bid'at sahibine karşı perdelemiştir." Sehl der ki; Buna göre, yahudi de hristiyan da bid'atçilerden daha çok ümitvar olabilirler.

Yine Sehl der ki: Her kim dinîne ikramda bulunmak istiyor ise, sultanın huzuruna girmesin. Kadınlarla başbaşa kalmasın, heva ehli kimselerle de tar­tışmasın. [7]

Yine Sehl şöyle demiştir: Tabi olun, bid'at çıkartmayın. Çünkü ona ihti­yacınız yoktur.

Darİmî'nin Müsned'inde nakledildiğine göre Ebu Musa el-Eş'arî, Abdullah b. Mes'ud'a gelip şöyle demiş: Ey Abdurrahma'nın babası, ben az önce mescidde birşeyler gördüm. Fakat, onu yeni görüyorum. Bununla birlikte Al­lah'a andolsun ki, hayırdan başka bir şey de görmüş değilim. Abdullah, o da neymiş diye sorunca, Ebu Musa, ömrün yeterse göreceksin diyerek şunları anlattı: Ben, mescidde oturarak halka halka olmuş ve namazı bekleyen top­luluklar gördüm. Ellerinde çakıl taşlan olduğu halde, her halkada bir kişi on­lara yüz defa tekbir getirin diyor, onlar da yüz defa tekbir getiriyorlar. Yüz defa tehlil getirin diyor, onlar da tehli] getiriyorlar. Yüz defa teşbih getirin di­yor, onlar da: Yüz defa teşbih ediyorlar.

Abdullah b. Mes'ud: Peki onlara ne dedin diye sorunca, Ebu Musa, onla­ra bir şey demedim, senin görüşünü bekledim, senin vereceğin emri bekle­dim, dedi. Abdullah dedi ki: Sen bunun yerine ne diye günahlarını sayma­larını emretmedin ve hasenatlarının hiçbir şekilde zayi olmayacaklarına da­ir teminat vermedin? Sonra o da kalkıp gitti ve biz de onunla birlikte gittik. Nihayet bu halkalardan birisine vardı, başlarında durdu ve şöyle dedi: Şu yap­tığınızı gördüğüm şey nedir? Onlar: Abdurrahman'ın babası, tekbir, tehlil ve teşbihi kendileriyle saydığımız çakıl taşlandır, dediler. Bunun üzerine Abdul­lah b. Mes'ud şöyle dedi: Siz kötülüklerinizi sayınız. Ben hasenatınızdan hiç­bir şeyin zayi olmayacağına dair size teminat veriyorum. Ey Muhammed üm­meti, ne oldu size, ne kadar da çabuk helâka koştunuz? Yoksa siz, sapıklık kapılarını mı açanlarsınız? Onlar: Allah'a yemin olsun Ey Abdurı-ahman'ın ba­bası, hayırdan başka bir isteğimiz yoktu dediler. Abdullah şöyle dedi: Nice hayır isteyen vardır ki, onu bir türlü isabel ettiremez. [8]

Ömer b. Abdülaziz'den rivayete göre, adamın birisi kendisine hevâ ve bid'at ehli hakkında bir husus sormuş, o da şu cevabı vermiş: Sen, bedevî Araplar gibi küttaba giden (ilk okuma yazma öğrenmeye çalışan) küçük ço­cuk gibi dinine bağlan ve bunun dışında kalan şeylerle oyalanma.

el-Evzaî de der ki: İblis, dostlarına sordu: Siz, Ademoğullarını hangi yol­larla yaklaşıp kandırıyorsunuz? Onlar: Her yoldan, dediler. Peki, istiğfar yö­nünden onlara yaklaşabiliyor musunuz? Onlar, heyhat! Bu tevhid İle birlikte olan bir şeydir, dediler, iblis şöyle dedi: Aralarında Öyle bir şey yaygınlaş­tıracağını ki, ondan dolayı Allah'tan mağfiret dilemeyecekler. Evzaî dedi ki: O da aralarına bevaların arkasından gitmeyi yaygınlaştırdı. [9]

Mücahid de der ki: Bilemiyorum, mazhar olduğum şu iki nimetin hangi­si daha büyüktür: Allah'ın beni İslâm'a hidâyet etmesi mi, yoksa bu iıeva ve bid'atleıden beni esenliğe kavuşturmuş olması mı? [10]

Şa'bî de der ki: Bu kimselere "hevfı sahipleri" deniliş sebebi, onlann ce­hennemde uzun süre yuvarlanacak olmalarından Ötürüdür. (Hevâ ile yuvar­lanma kelimelerinin aynı kökten geldiklerine işaret ediyor). Bu rivayetlerin hepsi Darimî'den nakledilmiştir.

Sehl b. Abdullah'a, Mu'tezile'ye mensup kimseler arkasında namaz kılma­ya, onlardan kız almaya, onlara kız vermeye dair soru soruldu, şu cevabı ver­di: Hayır, bunun iyi bir taralı olamaz. Onlar kâfirdir. [11] Kur'an mahluktur, el'an yaratılmış bir cennet yoktur, yaratılmış bir ateş yoktur, Allah'ın sıratı yoktur, şefaat yoktur, mü'minlerden hiçbir kimse cehenneme girmeyecektir ve Muhammed (sav)'m günahkârlarından hiç kimse cehennemden çıkmayacaktır, kabir azabı yoktur, münker yoktur, nekir yoktur, âhirette Rabbimizin görün­mesi de, fazladan ikramda bulunması da yoktur, Allah'ın ilmi mahluktur, imam tayin etmeye gerek yoktur, cum'a yoktur diyen, buna karşılık bütün bunla­ra iman edenleri tekfir edenler nasıl mü'min olabilir?

Fudayl b. İyad dedi ki: Bid'at sahibi birisini sevenin Allah, amelini boşa çıkartır, İslâm'ın nurunu da kalbinden alır.

Onun bu kabilden sözleri ve fazlası da geçmiş bulunmaktadır.

Süfyan es-Sevrî der ki; Bid'atı İblis masiyetten daha çok sever. Çünkü,ma-siyetten tevbe sözkonusu olur. Fakat bid'atten tevbe sözkonusu olmaz.

îbn Abbas da der ki: Sünnet ehlinden olup sünnete çağıran, bid'atten de uzaklaştırmaya gayret eden bir kimseye bakmak dahi ibadetıir.

Ebu'l-Âliye der ki: Siz, ayrılığa düşmeden önce izlemekte oldukları o ilk işe yapığınız.

Âsim el-Ahvel der ki: Ben bunu el-Hasen'e naklettim, o da, o gerçekten sana güzel bir öğüt vermiştir. Allah'a yemin olsun ki, sana doğruyu söylemiş­tir, dedi.

Âl-i İmran Sûresi'nde Hz. Peygamberin: "İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır" şeklindeki hadis ve bu­nun anlam* geçmiş bulunmaktadır. (Âl-i İmran, 3/102. âyet, 2. başlıkta)

ilim adamlarından kimisi şöyle demiştir: Muhammed ümmetine faz­ladan ilave edilen bu fırka, ulemaya düşmanlık eden, fukalıaya buğzeden bir fırkadır. Böylesi bir fırka geçmiş ümmetlerde hiçbir şekilde görülmüş değil­dir.

Rafi b. Hadic'in rivayetine göre o, Rasulullah (s;ıv)'ı şöyle buyururken din­lemiş: "Ümmetim arasında farkında olmadıkları halde, yahudi ve hıristiyan-i arın kâfir oldukları gibi, Allah'a ve Kur'an'a kâfir olacak bir topluluk olacak­tır." Ben, Ey Allah'ın Rasulü, canım sana feda, bu nasıl olacak, diye sordum. Şöyle buyurdu: "Bir bölümünü kabul edecekler, bir bölümünü inkâr edecek­lerdir." Canım sana feda Ey Allah'ın Rasulü dedim. Nasd bunu söyleyecek­ler? Şöyle buyurdu: "Yaratmasında, kuvvetinde, rızkında, İblis'i Allah'a denk koşacaklar ve diyecekler ki: Hayır Allah'tan, şer İblistendir." Ebu Rafv dedi ki: Peki, hem Allah'ı inkâr edecekler, hem de bunun üzerine kalkıp Allah'ın Kitabını okuyacaklar, imandan ve marifetten sonra da Kur'anı inkâr mı ede­cekler? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Ümmetimin böylelerinden görece­ği düşmanlık, kin ve tartışma (çok büyük olacaktır), İşte bunlar, bu ümme­tin zındıklarıdır" deyip hadisin geri kalan bölümünü zikretti.

en-Nisa Sûresi'ndebid'at ehli ve nevalarının arkasından giden kimseler­le oturup kalkma yasağı, onlarla oturup kalkanların hükmünün de onlarla aynı olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Çünkü yüce Allah şöy­le buyurmaktadır: "Âyetlerimize dalanları gördüğün zaman... kendilerin­den yüz çevir" (el-En'âm, 6/68, âyet).

Daha sonra yüce Allah, Medine'de inmiş bulunan en-Nisa Sûresi'nde bu şekilde davranıp Allah'ın verdiği emre muhalefet edenlerin cezasını açıkla­yıp şöyle buyurmaktadır: "O, size Kur'an'da şunu indirdi...O zaman siz de onlar gibi olursunuz." (en-Nisa, 4/140) Böylelikle onlarla beraber oturup kal­kanları da onlara katmış olmaktadır.

Bu ümmetin önder imamlarından bir grup da bu görüşte olup onlarla iş­ret etmek ve onlarla içli dışlı olmak maksadıyla bid'at ehliyle beraber otu­rup kalkan kimse hakkında bu âyetler gereğince hüküm vermişlerdir ki, bun­lar arasında Ahmed b, Hanbel, el-Evzaî ve İbn Mübarek gibileri vardır. On­lar, işi bid'at ehliyle oturup kalkmak olan bir kimse hakkında şöyle demiş­lerdir: Böyle birisine onlarla beraber oturup kalkmaktan vazgeçmesi söyle­nir. Vazgeçerse mesele yok. Aksi takdirde onlar gibi değerlendirilir. Bunun­la hüküm bakımından onlar gibi değerlendirilir, demek istemektedirler.

Ömer b. Abdulaziz, içki içenlerle oturan kimselere de haddi uygulamış ve görüşüne de: "Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz"  âyetini okumuştur. Kendisine: Şöyle denildi: Bu adam, ben onlarla birlikte meseleyi onlara açıklamak ve onların yaptıklarını reddetmek için oturuyo­rum, diyor denilince, o da şu cevabı vermiş: Onlarla oturup kalkması yasak­lanır. Eğer vazgeçmeyecek olursa, o da onlara katılır.



(1)Darimî, Mukaddime 23; Müsııed, I, 435, 465.

(2)İbnMâce, Mukaddime ; Müsned, III, .197.

(3)Dârimi, Mukaddime 19, Hadis no: 1<15.



İmam Kurtubi,el-Camiul Ahkamul Kuran cilt:7





























İbn Abbas'ın da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben, Ömer b. el-Hat-tab'ı şöyle derken dinledim: Ey insanlar, şüphesiz recm haktır. Sakın ondan yana aldanışa düşürülmeyesiniz. Bunun âyeti (alameti) de şudur: Rasulullalı (sav) recm etti, Ebu Bekrrecm etti. Biz de ikisinden sonra recm ettik. Bu üm­metten recini yalanlayacak, Deccali yalanlayacak, güneşin batıdan doğuşu­nu yalanlayacak, kabir azabını yalanlayacak, şefaati yalanlayacak ve kemik­leri görününceye kadar derileri yandıktan sonra bir topluluğun cehennem­den çıkartılmasını yalanlayacak kimseler gelecektir. Bunu, Ebû Ömer (b. Ab-di'1-Berr) zikretmiştir.İbnAbdi'l-Berr, el-ltizkâr, XXIV. 52-53.





159- Dinlerini parça parça edip fırka fırka ayrılanlar var ya, senin - onlarla hiç bir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a aittir. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.

Hz. Ali, şöyle derdi: Allah'a yemin ederim, onlar dinlerini parça parça et­mediler. Kendileri dinlerinden ayrıldılar.

Diğerleri ise, "re" harfini şeddeli olarak ("fe"den sonra "elif koymaksızın) okumuşlardır. Şu kadar var ki en-Nehaî bu kelimeyi; Ayırdılar," di­ye şeddesiz (ve elifsiz) oiarak okumuştur. Yani, bir bölümüne iman ettiler, bir bölümünü de inkâr ettiler demek olur.

Bu buyrukla kastedilenler, Mücahid, Katade, es-Süddî ve ed-Dalıhâk'a gö­re, yahudi ve hristiyankirdır. (Kur'ân-ı Kerim'de) ayrılık içerisinde olmakla vasfed il mislerdir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kendilerine kitap veri­lenler, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler" (el-Beyyine, 98Aİ); "Allah ve peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler..." (en-Nisa, 4/150)

Bu buyrukların müşrikleri kastettiği de söylenmiştir. Çünkü onların kimi­si putlara, kimisi de meleklere tapınıyorlardı.

Âyetin, bütün kâfirler hakkında umumi olduğu da söylenmiştir. Yüce Al­lah'ın emretmemiş olduğu her bir şeyi uydurup bid'at utarak ortaya çıkanın da dinini parçalamış olur.

EbııHureyre (r.a) Peygamber (sav)'dan şu: "Dinlerini parça parça edip..." âyeti hakkında bunların, bu ümmetten olup bid'at ve şüphe ehli ile dalâlet ehli kimseler olduğunu beyan ettiğini rivayet etmektedir. [13][213]

Bakiyye b. d-Velid rivayet etmektedir: Bize, Şu'be b. el-Haccâc anlattı, bi­ze, Mücâlid, eş-Şa'bî'den anlattı, o, Şüreyh'ten, o, Ömer b. el-Hattab 'den rivayetine göre, Rnsulullah (sav) Hz. Âişe'ye şöyle demiştir: "Dinlerini par­ça parça edip, kendileri de fırka fırkaayrıianiar, bu ümmetin bid'at sahiple­ri, heva sahipleri ve dalâlet sahiplendir. Ey Aişe, her günah işleyenin bir tev-besi vardır. Bid'at sahipleriyle lıevâ sahipleri müstesnadır. Onların tevbele-ri yoktur. Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktırlar." [13][214]

Leys b. EbiSüleym'in, Tâvus'dan rivayetine göre Ebu Hureyre, Peygam­ber <sav)'ı Dinlerinden ayrılan..." diye okuduğunu riva­yet etmekledir. [13][215]

Fırka fırka" tabiri çeşitli fırkalar, çeşitii hizipler anlamındadır. Aynı iş etrafında birleşmiş, biri diğerinin görüşüne tabi olan topluluklara; Fırkalar" denilir.

'Senin onlarla hiç bir ilişkin yoktur" buyruğu ile onlardan uzak kalıp ilişkileri kesmeyi emretmektedir. Bu da Hz. Peygamber'in şu buyruğu ile di­le getirilmektedir: "Bizi aldatan bizden değildir." [13][216] Yani biz, böyle bir kim­seden uzağız, beriyi;:. Şair de şöyle demektedir:

"Bir aralanın günah işlemesine (ahdini bozmasına) gayret edecek olursan.

şunu bil ki, Ne ben aendenim, ne sen bendensin."

Yani, senden uzaklaşırım, seninle ilişkilerimi koparırım, demektir.

Hiçbir ilişki" kelimesi, haberde gizli bulunan zamirden hal ola­rak nasbnıahalltndedir. Bu açıklamayı Ebu Ali (el-Farisî) nakletmiştir. el-Fer-râ ise şöyle demektedir: Bu, bir muzaf'ın hazfı üzeredir.

Yani: Onlara gelecek ceza husu­sunda senin hiç bir müdahelen yoktur, sana düşen yalnızca uyarmaktan iba­rettir.

"Onların işi ancak Allah'a aittir." Bu da Peygamber (sav)'a yönelik bir teselli ifadesidir



T:ıber:ıoî, el-Evsat, I, 384; el-Heysem!,Mecmau'z-Zevâid, VII, 2ji'fle: "kivilerinin scıhilıridli olduklarını" bdirtıuekledır.

[13][214]Taburfnî. es-Sağîr, s.243; el-Heysenıî. Mecmau'z-Zevâid, I. 188de "Bakiyye ile Mücn-lîd'irız;ıyıfr;ıvilerolduklaıım' kaydetmekte, Vll, 22de de isnadının "ceyyid" okluğu­nu belirtmektedir.

[13][215]Suyutî, cd-Durnt't-Mensuı; III. 4()2.

[13][216] Müslim, İm:tn 16-î; EbüDâvûd, BtıyıV 50; Tirmizî, Buyu' 74, İbtıMâce, Tictırât 36; Dârimî, BııyıT 10: Müsned, II. 50, 242. 417, HI, 466, IV, 45.







Devamını Oku »

Tasavvufun Dinde Bid’at Oluşu İddiası

Tasavvufun Dinde Bid’at Oluşu İddiası

Gelenek-Yenilik

Tasavvuf sadece bir bilgi alanı, bir ilim değildir. Kelâm ve fıkıh gibi ilimlerden farklı olarak aynı zamanda bir yaşama tarzı, dini algılama şekli ve dünya görüşüdür. Bu özelliği itibariyle canlı bir organizmaya benzer: Oluşur, gelişir, güçlenir, her tarafa dal-budak salar, çeşitli süreçlerden geçer. Böyle olunca ilk zahid ve sûfîlerin, zühd ve tasavvuf adı altında yaşamış oldukları dinî ve manevi hayatın bazı yeni unsurlar içereceği ve değişiklik göstereceği, bu niteliği itibariyle Hz. Peygamber ve sahabesi dönemindeki dinî ve manevi hayattan az çok farklı olacağı, başka bir deyişle tıpatıp onun aynısı olmayacağı aşikardır. İşte bu tür tali farklara ve değişimlere takılıp kalan, habbeyi kubbe, pireyi deve yapan abartma yanlısı kişiler o farkları ve değişimleri büyüterek eleştiri ve tartışma konusu hâline getirirler. Genellikle bu tür hususları, İslâm’ın özüne ve doğasına aykırı bulup ret ve inkar ettikleri de olur.

Başını selefîlerin ve hanbelîlerin çektiği bir gruba göre İslâm dini Allah Resulü’nün vefatından kısa bir süre evvel tamamlamış, ikmal edilmiş,son şeklini almıştır. Bundan sonra bunu ayneet ve bir hüküm çıkarmak ve bir yana koymak ne ise ona sonradan yeni bir akide, ibadet ve hüküm eklemek muhafaza etmekten başka yapılacak bir şey yoktur. Kemale eren ve nihaî şeklini alan İslâm’dan bir akide, bir ibadde aynı şeydir. Tam ve kâmil bir şey, hiçbir şekilde çıkarma ve ekleme kabul etmez. Bu tür hususlar tahrif sayılır, İslâm’ın asliyyetine ve özgka yapılacak bir şey yoktur. Kemale eren ve nihaî şeklini alan İslâm’dan bir akide, bir ibadde aynı şeydir. Tam ve kâünlüğüne aykırı düşer.

Diğer yandan söz konusu din anlayışına sahip olanların çok geniş ve oldukça kapsamlı bir bid’at anlayışı vardır. Bunlar Hz. Peygamber veya sahabe döneminden sonra ortaya çıkan her şeyi, bütün değişiklikleri ve yenilikleri bidatınkapsamına alır ve reddederler. Bunu yaparken de muhakkak ki sözlerin en hayırlısı Allah'ın sözü olan Kur’an, hidayetlerin en hayırlısı ise Hz.Muhammed'in hidayeti olan, sünnetidir. En şerli/kötü şeyler ise sonradan ortaya çıkarı hususlardır. Her bid’at dalalettir.”mealindeki hadise ve benzeri diğer bazı hadislere dayanırlar. Bu hadise bazen “Her bid'at cehenneme girme sebebidir." gibi bir ekleme de yapılır. Bu gruplar bid'at-ı hasene ve bid’at-ı seyyie ayrımı da yapmazlar.

Bid'at kavramının kapsamını geniş tutanlar “Hz. Peygamber zamanında mevcut değildi, .sonradan ortaya çıktı." gerekçesiyle yemek yerken kaşık-çatal kullanmayı, seccade ve post üzerinde namaz kılmayı, abdest aldıktan sonra yüzü ve elleri mendil ya da havlu ile silmeyi, ekmeği  bıçakla kesmeyi, bisiklete binmeyi ve benzeri şeyleri de sakıncalı görür ve terk ederler. Her türlü değişime, gelişmeye ve yeniliğe, bu şekilde kapıyı kapatanların sonradan kurulan bütün islâmi ilimleri, bu arada zühd ve tasavvuf hayatını eleştirmeleri doğaldır. Bu kadar aşırı, gelenekçi ve tutucu olan ekstremist ve müfrit tiplere, bu kadar anane-perest ve tutucu olan marjinal ve fundamentalist (radikal) gruplara bütün toplumlarda ve dinlerde rastlanır.

Her toplumda olduğu gibi Müslüman toplumlarda da gelenekçiler ve yenilikçiler vardır. Gelenekçilere göre yenilikçiler daha hür, serbest ve makul düşünürler, gelişme fikrine, değişme ve yeniliğe açıktırlar. Yenilikçiler “Allah Teâlâ her yüz senede dinini yenileyen bir müceddid/ yenilikçi gönderir.” hadisine dayanırlar.” Hz. Ömer, Gazâlî ve Fahreddîn Razı gibi âlim ve mütefekkirler ümmete dinini yenileyen, yeni baştan yorumlayan müceddidler ve cedidciler olarak gösterilir.

Allah Resulü zamanında Ramazan ayında teravih namazı cemaatle kılınmazdı. Bu durum ilk defa Halife Hz. Ömer zamanında uygulanmaya başlandı. Hz. Ömer bu düzenlemeye “Ni’me’l-bid’at-hazihi” yani “Bu güzel bir bid’at/düzenleme oldu.” demişti. Demek ki bid’atların iyi/ hasen ve kötü/seyyie olanı var, her bid’at dalalet olsaydı Hz. Ömer böyle bir düzenleme yapmaz, böyle bir ifade kullanmazdı.

Her toplumda yenilikçiler ve gelenekçilerin mutedil ve makul olanları bulunduğu gibi müfritleri ve mutaassıpları da bulunur. Bu tür marjinal gruplara gâliye/aşırılar veya mutaassıplar/fanatikler denir. İslâm ifrat ile tefrit arasındaki, yani iki aşırılık ve uç ortasındaki itidal yolunu esas alan bir din olmakla beraber her zaman Müslüman toplumlarda aşırılık yanlıları, tutucular, fanatikler, radikaller ve fundamentalistler de olmuştur. Bunların bulunduğu yerde sert eleştirilerin, şiddetli mücadelelerin ve ağır suçlamaların olacağı tabiîdir.

Kur’an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde genel olarak bütün insanlar, özel olarak müminler tefekküre, düşünmeye, ibret almaya, akıl yürütmeye, kıyas yapmaya, muhakemede bulunmaya ve yeni bilgiler üretmeye davet edilmişlerdir. Bu emir ve tavsiyelere uyup akıl yürütenlerin her zaman aynı sonuçlara varmayacağı bellidir. Farklı neticelere ulaşınca da aralarında ihtilaf çıkar, bu da tartışmaya ve eleştiriye yol açar. İslâm, müminlerin temel konularda ayrılığa düşmemeleri ve ayrı ilkelere inanmamalarını ister. Bu gibi ortak noktalar Müslümanlar arasında birliği sağlar. Fakat İslâm dini ayrıntılarda Müslümanların farklı düşünmelerini tasvip eder ve bunu rahmet sayan “Ümmetin ihtilafı rahmettir. ‘’Müçtehid imamlar arasındaki ihtilaf buna örnektir. Fıkıhta ve kelâmda olduğu gibi tasavvuf sahasında da farklı düşünen mutasavvıflar vardır, bunların belli bir usul ve edep dahilinde birbirlerini eleştirmelerinde yadırganacak bir şey de yoktur. Aşırı gelenekçiler bazen tali ve teferruat sayılan hususları esas ve usul meselesi olarak algılarlar ve buna karşı çıkanlara yüklenirler. Bu da eleştirinin şiddetini artırır.



Süleyman Uludağ - Tasavvuf ve Tenkid
Devamını Oku »

Bize Ait Olmayan Meseleler...



İslam ülkelerinde, bize ait olmayan meselelerle uğraşmaya başlamamız, aslında kendi kurumlarımızı yetersiz ve eksik görmekle ortaya çıkmış bir mesele değildir. Durum doğrudan, bu meselenin sahiplerinin, aynı meseleyi bizim meselemiz haline getirebilmelerinin sonucudur. Şunu demek istiyoruz: diyelim bir "hürriyet"meselesi, aslında İslâm dünyasının dışında oluşmuş bir olaydı. Bu olay, bu niteliği içinde değerlendirilebilmiş olsaydı, yani konuya illâ eğilmek gerekiyor idiyse bunun îslamdışı dünyaya ilişkin bir mesele olduğu bilinerek yaklaşılsaydı, Osmanlı devleti başına gelen gailelerin belki hiçbirine maruz kalmayacaktı. Fakat bu mesele (hürriyet meselesi) aynı zamanda Osmanlı devletinin de bir meselesi imiş gibi ortaya konulmuştur.

Durum, elbette, Müslümanların dışında olup bitenleri görmezlikten gelme tavsiyesini öngörmüyor. Müslümanların, kendi dışlarında olup bitenleri dikkatle hassasiyetle izlerken,bir yandan da onların kendi meselesi olmadığı hususunu gözden kaçırmayacak bir bilinç uyanıklığı içinde olmalarını gerektiriyor. Bize ait olan meseleyle bize ait olmayan meseleyi ayırmak için başvurulacak tek kıstas İslâm'dır. Bidatin ne demeye geldiği kavranırsa, Saadet Asrı'nda Müslüman olmayan topluluklara benzemek hususunda gösterilen hassasiyete, hatta asabiyete dikkat edilerek kendimize ait olan meseleyle kendimize ait olmayana daha berrak bir zihinle yaklaşma imkânı elde edilebilir, sanıyorum.

Rasim Özdenören,Müslümanca Yaşamak
Devamını Oku »