Hadislerde Geçen En Şiddetli Azaba Uğrayacak Kimse İfadeleri,Kuran'aAykırı mı ?



Hadislerde Geçen En Şiddetli Azaba Uğrayacak Kimse İfadeleri,Kuran'a Aykırı mı ?


İbn Mes’ûd’dan rivâyetle Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kıyâ- met günü Allâh katında en şiddetli azaba uğrayan kimse sûrct ya­panlardır”.(Buhari,Libas,hd.no.5950;Müslim,Libas,hd.no.2109)

Hz. Âişe’den rivâyetle Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şüphe­siz sûret tasvir edenler, kıyâmet günü en şiddetli azaba uğrayacaklardır”.(Buhari,Edeb,hd.no.6159) Ebû Sa‘îd el-Hudrî’den rivâyetle Hz. Peygamber şöyle buyurmuş­tur: “İnsanların kıyâmet günü Allâh’a en sevimlisi, âdil imâmdır; in­sanların en çok buğzu celbedeni ve azab bakımından en şiddetlisi, zâ­lim devlet başkanıdır”.(Tirmizi,Ahkam,hd.no.1329)

Bu hadîslerin zahiri açıktır. Bununla birlikte hadîslerin zahiri Gâfir Sûresi’nin şu âyetine aykırıdır: “Onlar sabah akşam o ateşe sokulur­lar. Kıyâmetin kopacağt günde: Firavun ailesini azabın en çetinine so­kun (denilecek) (46. âyet)

Âlimler âyet ve hadîslerin arasını uzlaştırmada çeşitli yorumlar geliştirmiştir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:



1-Ayet ve hadîslerdeki eşeddiyet (en şiddetli azaba düçâr olan) an­cak azabın cinsine göre değil, azap görecek olanların cinsine gö­redir. Firavun, ilahlık iddia etme bakımından azabın en şiddet­lisine sokulacaktır. Sûret yapanlar da sûret yapan veya yapma­yanlara nispetle azabın en şiddetlisine düçar olacaktır . Bir fark­la ki, sûret yapanın maksadı, tapınma/ilahlık ise Firavunla aynı derecede azaba sokulacaktır.



2-Ayetteki eşeddiyet, azabın cinsine göredir. Bu durumda mana şöyle olur: Âl-i Firavun, içinde bulundukları azabın nev’ine gö­re en şiddetli azabı göreceklerdir.



3-Âyette en şiddetli azabın Firavun ailesine tahsisi yoktur. Bila­kis onlar en şiddetli azap içerisindedir; bu azabın benzerini hak eden başkaları da en şiddetli azapta onlara ortaktır.



Ahmed b. Abdulaziz b. Mukrin’e göre, Âl-i Firavun’un kıyâmet gü­nü en şiddetli azaba sokulmasıyla sûret yapanların da böyle olması ara­sında bir tenakuz yoktur. Hadîslerde en şiddetli azabı hak edenlerin bazı vasıflarından bahsedilmiştir. Âyette ise bizzat isim verilmiştir ki, onlar da Âl-i Firavun’dur. Âyet ve hadîslerde azabı gerektirecek sebep, Allâh’ın yaratmasına benzetmedir. Bu ortak paydayla hem Âl-i Fira­vun hem de sûret yapanlar, en şiddetli azaba sokulacaktır. Zira tasvir­le ilgili bazı hadîsler, bu duruma işaret etmektedir. Hz. Âişe’nin nakli­ne göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanların kıyamet günü azap bakımından en şiddetlisi, Allâh’ın yaratmasına benzetenlerdir”.(Buhari,Libas,hd.no.5954;Müslim,Libas,2107)



Sûret hadîslerinde de maksat, Allâh’ın yaratmasına benzetmektir. Diğer bir ifadeyle, Allâh’tan başka tapılacak şeylerin resmini yapmak­tır. Bu niyetle resim yapan, kâfir olur. Böylece, Âl-i Firavun’un soku­lacağı yere sokulması çok da uzak sayılmaz. Bu maksatla resim yap­mayanlara gelince, bunlar, günahkâr olurlar. Günahın cezasıyla küf­rün cezası bir olmaz.(1)



(1)-bk.Ahmed.B.Abdulaziz,el-Ahadisu’l-müşkile el-varide fi tefsiri’l Ku’rani’l Kerim,syf;436-438)

---------

Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler

Devamını Oku »

Dirilerin Ağlamasıyla Ölüye Azap Var Mıdır ?



Dirilerin Ağlamasıyla Ölüye Azap Var Mıdır ?


İbn Ebî Müleyke anlatıyor: “Mekke’de Osman b. Affân’ın kızı öl­müştü. Cenâzesine katılmak üzere gittik. îbn Ömer ve İbn Abbâs da cenazeye gelmişlerdi. Ben de onların arasında oturuyordum. Abdullah b. Ömer, karşısında oturan Amr b. Osman’a; “Şu ağlamayı neden kes­miyorsun? Resûlullâh (a.s.) ‘Ailesinin ağlamasından dolayı ölüye azap edilir’ buyurdu” dedi. İbn Abbâs da, “Hz. Ömer de böyle bir şey söy­lüyordu” dedi ve sonra sözlerine şöyle devam etti:

“Ömer’le birlikte Mekke’den yola çıkmıştım. Beydâ mevkiine gel­diğimizde, bir ağacın gölgesinde bir yolcu gördü. Bana;

“Git şu yolcuya bak, kimmiş?” dedi. Ben de gidip baktım; Suheyb imiş. Gelip Ömer’e söyledim. Bana;

“Çağır onu!” dedi. Suheyb’e gittim;

“Haydi, mü’minlerin emirinin yanına gidelim” dedim.

Bilahare Hz. Ömer suikasta maruz kaldığında Suheyb eve geldi ve ağlamaya başladı:

Vah kardeşim... Vah can dostum!..” diye feryat ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer;

“Ya Suheyb! Resûlullâh (a.s.); ‘Ailesinin bazı, ağlamasıyla ölü azap görür buyurduğu halde bana ağlıyor musun?” dedi.

ibn Abbâs sözlerine şöyle devam etti:

“Hz. Ömer vefat edince, bu hadîsi Hz. Âişe’ye sordum. Hz. Aişe;

“Allah Ömer’e rahmet eylesin! Hayır! Vallâhi Resûlullâh (a.s.); 'Ailesinin ağlamasıyla ölüye azap edilir’ demedi. Ama O; ‘Ailesinin ağlamasıyla Allâh kâfirin azabını arttırır’ buyurdu. Size Kur’ân kâfidir. Yüce Allâh; ‘Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez’(İsra,15;Fatır 18) buyuruyor. Bu söz üzerine İbn Abbâs; “Güldüren de ağlatan da Allahtır dedi. Îbu Ebi Müleyke dedi ki: “Bunun üzerine İbn Ömer artık bir şey demedi. (Buhari,Cenaiz 33;Müslim,Cenaiz 9;Nesai,Cenaiz 15)



Burada ölüye ağlamak konusundaki iki rivayetin, iki görüşün mez-cedildiği görülmektedir. Hz. Âişe’nin getirdiği açıklama şüphesiz önemlidir. Gösterdiği âyet de bu konuda çok güçlü bir delildir. Akla ve İslâm’ın temel mantığına uygun olan da şüphesiz budur. Buna göre ailesinin kendisine ağlamasından dolayı Müslüman’a mezarda azap edilmesi câiz olmaz.

Ancak Hz. Âişe’nin “Kimse başkasının günahını çekmez” âyetini sadece Müslüman ölüler için bir delîl kabul etmesi, Hz. Peygamber “Âişenin kendisine ağlamasından dolayı Allâh kâfirin azâbını arttırır” bu­yurdu diyerek aynı âyetin kâfirler için hüküm ifâde etmediği neticesi-ne varması, kanâatimizce çok isabetli gözükmemektedir. Kanâatimiz­ce bu âyet, Hz. Âişe’nin doğrusu budur diye rivâyet ettiği; “Ailesinin ağlamasıyla Allâh kâfirin azabını arttırır” hadîsine de aykırı düşmekte­dir. Çünkü âyetin hükmü mutlaktır, kâfiri de kapsamaktadır. Akıl da, âilesinin kendisine ağlaması yüzünden bir Müslümana azap edilmesini makûl görmediği gibi, bir kâfire bu yüzden azap edilmesini de makûl görmez. İşlemediği bir suçtan dolayı ceza görmek, ne Müslüman için ve ne de kâfir için söz konusudur.

Dolayısıyla merfû ve sahîh olan bu hadîsi Hattâbî’nin de işaret et­tiği şekilde anlamanın daha uygun olacağını zannediyoruz:

“Bilindiği üzere câhiliye döneminde insanların, âile efrâdına, öl­dükten sonra kendisine ağlamalarını, feryatlar etmelerini, hatta bunun için ağlayıcı kadınlar tutmalarını vasiyet etme âdetleri vardı. İnsan ölün­ce de âilesi onun bu vasiyetini yerine getirirdi. İşte böyle bir durumdan ölünün de sorumlu tutulması makûl görülebilir. Çünkü vasiyet etmek süreriyle o günahın işlenmesine bizzat ölü vesile olmuştur. Bu durum­da, ölünün Müslüman veya kâfir olması da farkletmez; her ikisine de aynı hüküm uygulanır”.Hattabî’den önce Buhari’nin Sahîh’inde aynı kanaati ortaya koyduğunu belirtmeliyiz.

---------

Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler
Devamını Oku »

Ashâbımızın Sevap, Azap ve Bu ikisine İlişkin Meseleler HakkındakiGörüşü



Bu hususta bir kısım bahisler vardır.

Birincisi: Demişlerdir ki sevap, Allah’ın fazlıdır ve Allah sevabı vaat etmiştir ve herhangi bir zorunluluk olmaksızın bu vaadine vefa gösterecektir. Çünkü vaadinden dönmek, yüce Allah için bir eksiklik demektir. Niçin zorunlu olmadığı daha önce defalarca anlatılmıştı. Yine demişlerdir ki azap Allah’ın adaletidir. Çünkü her şey Allah’ın mülküdür. O, mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Allah azabı affedebilir. Çünkü af, Allah’ın fazlıdır. Akıl sahipleri nezdinde tehditten dönmek, bir eksiklik görülmez tersine övülür.

İkinci bahis: Müslümanlar, kafirlerin ateşte ebediyen kalacağında ve azaplarının kesintiye uğramayacağında görüş birliğine varmışlardır. Kafirler ister peygamberlerin mucizeleri hakkında ellerinden gelen çabayı sarfedip düşünsünler ama hidayete ermesinler isterse onların peygamber olduğunu bilsinler ama inat veya tembellik etsinler fark etmez.

İslâm dininin dışında bir grup, bir kısım gerekçelerden dolayı kafirlerin ebediyen azapta kalacağını inkar etmiştir. Birinci gerekçe: Cisimsel güç, daha önce geçtiği gibi, sayı ve süre bakımından sonludur. Dolayısıyla onun tükenmesi gerekir. Hayat gücü ve buna bağlı duyu ve hareket tükendiği ve duyumsama kalmadığında azap olması düşünülemez. Bu şüphe aynıyla cennet ehline verilen nimetlerin kesilmesinde de geçerlidir.

Cevap, cisimsel gücün sonlu olduğunu men etmektir. Daha önce onların bu sonluluğun ispatı hakkında tutunduğu delillerin yanlışlığı anlatılmıştı.

İkinci gerekçe: Sürekli bir yakma varken hayatın devam edeceğini söylemek, aklın ilkelerinin dışına çıkmaktır.

Cevap: Bu, hayat için bünyeyi ve mizaç itidalini şart koşmaya dayalıdır. Oysa biz bunu kabul etmiyoruz. Aksine hayat yüce Allah’ın yaratmasıyla olur. Allah ise hayatı sürekli yaratabilir veya canlıda ateşten acı duymasına rağmen ateşle tahrip olmayan bünyeye sahip bir güç yaratabilir. Nitekim Allah bu gücü ateşten acı duymayan semenderde yaratmıştır. Semender sığınağı ateş olan bir hayvandır.

Üçüncü gerekçe: Tecrübeyle bilinmektedir ki ateşin rutubeti yavaş yavaş yok etmesi gerekir. Buna göre iş, sonunda rutubetin yok olmasına varır. Çünkü rutubet sonludur. Bu takdirde o rutubet sayesinde birbirine tutunan parçalar dağılır ve hayat kalmaz. Dolayısıyla da azap devam edemez.

Cevap: Rutubetin ateşle tükenmesi bize göre zorunlu değildir, aksine yüce Allah’ın kudretiyle rutubeti tüketmesi sayesindedir. Oysa Allah tüketmeyebilir veya tüketip yerine benzerini yaratabilir. Dolayısıyla da parçalar dağılmaz, aksine hayat devam eder.

Câhız ve Abdullah b. Haşan el-Anberî şöyle demiştir: Bizim sözünü ettiğimiz bu sürekli azap ancak inatçı ve yetersiz çaba sarfeden kafir hakkındadır. Ama elinden geçen çabayı gösteren eğer Islâm’a ulaşamadıysa ve doğrunun delilleri ona görünmediyse o, mazurdur ve azabı kesilecektir. Böylesi bir şahıs nasıl olur da gücü yetmediği şey olan peygamberi tasdikten sorumlu tutulabilir ve nasıl olur da kendisi açısından herhangi bir kusurun gerçekleşmediği şeyden dolayı azaba duçar olur!

Bil ki kitap, sünnet ve muhaliflerin çıkışından önce oluşan icma, bu görüşü çürütmektedir. Hatta deriz ki bu, dinden zorunlu olarak bilinenlere aykırıdır. Zira kesin olarak bilinmektedir ki Hz. Peygamber (s.a.) zamanında öldürülen ve daimî olarak ateşte kalacaklarına hükmedilen kâfirlerin hepsi inatçı değildir. Aksine kimileri çaba gösterdikten sonra küfre inandı. Kimisi olanca gayretini sarfettikten sonra kuşkusunda kaldı. Fakat Allah onların kalplerini mühürledi, gönüllerini Islâm’a açmadı ve dolayısıyla İslâm’ın hakikat olduğu sonucuna varamadılar. Muhaliflerden önce hiç kimseden Câhız ve Anberî’nin söylediği bu fark nakledilmemiştir.

Üçüncü bahis: isyankarlar arasında kafir olmayanlar ve büyük günah işleyenler, ateşte ebedi kalmayacaklardır. Zira âyette “Kim ki zerre ağırlığında bir iyilik yapsa onu görecektir”(Zilzal,7) denilmektedir. Kuşkusuz büyük günah işleyen kimse bir iyilik yapmıştır ki bu iyilik onun imamdır.

İyiliğini görmesi ise ya ateşe girmesinden önce olacak ve sonra ateşe girecektir ya da ateşe girdikten sonra olacaktır. Birincisi, icma ile yanlıştır. İkincisi yani onun ateşten çıkması ve orada ebedî olmaması ise varmak istediğimiz sonuçtur.

Seyyid Şerif Cürcani - Mevakıf Şerhi,cilt:3,syf:582-584

Türkiye Yazma Eserler
Devamını Oku »

Dirilerin Ağlamasıyla Ölüye Azap Var Mıdır ?



İbn Ebî Müleyke anlatıyor: “Mekke’de Osman b. Affân’ın kızı öl­müştü. Cenâzesine katılmak üzere gittik. îbn Ömer ve İbn Abbâs da cenazeye gelmişlerdi. Ben de onların arasında oturuyordum. Abdullah b. Ömer, karşısında oturan Amr b. Osman’a; “Şu ağlamayı neden kes­miyorsun? Resûlullâh (a.s.) ‘Ailesinin ağlamasından dolayı ölüye azap edilir’ buyurdu” dedi. İbn Abbâs da, “Hz. Ömer de böyle bir şey söy­lüyordu” dedi ve sonra sözlerine şöyle devam etti:

“Ömer’le birlikte Mekke’den yola çıkmıştım. Beydâ mevkiine gel­diğimizde, bir ağacın gölgesinde bir yolcu gördü. Bana;

“Git şu yolcuya bak, kimmiş?” dedi. Ben de gidip baktım; Suheyb imiş. Gelip Ömer’e söyledim. Bana;

“Çağır onu!” dedi. Suheyb’e gittim;

“Haydi, mü’minlerin emirinin yanına gidelim” dedim.

Bilahare Hz. Ömer suikasta maruz kaldığında Suheyb eve geldi ve ağlamaya başladı:

Vah kardeşim... Vah can dostum!..” diye feryat ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer;

“Ya Suheyb! Resûlullâh (a.s.); ‘Ailesinin bazı, ağlamasıyla ölü azap görür buyurduğu halde bana ağlıyor musun?” dedi.

ibn Abbâs sözlerine şöyle devam etti:

“Hz. Ömer vefat edince, bu hadîsi Hz. Âişe’ye sordum. Hz. Aişe;

“Allah Ömer’e rahmet eylesin! Hayır! Vallâhi Resûlullâh (a.s.); 'Ailesinin ağlamasıyla ölüye azap edilir’ demedi. Ama O; ‘Ailesinin ağlamasıyla Allâh kâfirin azabını arttırır’ buyurdu. Size Kur’ân kâfidir. Yüce Allâh; ‘Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez’(İsra,15;Fatır 18) buyuruyor. Bu söz üzerine İbn Abbâs; “Güldüren de ağlatan da Allahtır dedi. Îbu Ebi Müleyke dedi ki: “Bunun üzerine İbn Ömer artık bir şey demedi. (Buhari,Cenaiz 33;Müslim,Cenaiz 9;Nesai,Cenaiz 15)

Burada ölüye ağlamak konusundaki iki rivayetin, iki görüşün mez-cedildiği görülmektedir. Hz. Âişe’nin getirdiği açıklama şüphesiz önemlidir. Gösterdiği âyet de bu konuda çok güçlü bir delildir. Akla ve İslâm’ın temel mantığına uygun olan da şüphesiz budur. Buna göre ailesinin kendisine ağlamasından dolayı Müslüman’a mezarda azap edilmesi câiz olmaz.

Ancak Hz. Âişe’nin “Kimse başkasının günahını çekmez” âyetini sadece Müslüman ölüler için bir delîl kabul etmesi, Hz. Peygamber “Âişenin kendisine ağlamasından dolayı Allâh kâfirin azâbını arttırır” bu­yurdu diyerek aynı âyetin kâfirler için hüküm ifâde etmediği neticesi-ne varması, kanâatimizce çok isabetli gözükmemektedir. Kanâatimiz­ce bu âyet, Hz. Âişe’nin doğrusu budur diye rivâyet ettiği; “Ailesinin ağlamasıyla Allâh kâfirin azabını arttırır” hadîsine de aykırı düşmekte­dir. Çünkü âyetin hükmü mutlaktır, kâfiri de kapsamaktadır. Akıl da, âilesinin kendisine ağlaması yüzünden bir Müslümana azap edilmesini makûl görmediği gibi, bir kâfire bu yüzden azap edilmesini de makûl görmez. İşlemediği bir suçtan dolayı ceza görmek, ne Müslüman için ve ne de kâfir için söz konusudur.

Dolayısıyla merfû ve sahîh olan bu hadîsi Hattâbî’nin de işaret et­tiği şekilde anlamanın daha uygun olacağını zannediyoruz:

“Bilindiği üzere câhiliye döneminde insanların, âile efrâdına, öl­dükten sonra kendisine ağlamalarını, feryatlar etmelerini, hatta bunun için ağlayıcı kadınlar tutmalarını vasiyet etme âdetleri vardı. İnsan ölün­ce de âilesi onun bu vasiyetini yerine getirirdi. İşte böyle bir durumdan ölünün de sorumlu tutulması makûl görülebilir. Çünkü vasiyet etmek süreriyle o günahın işlenmesine bizzat ölü vesile olmuştur. Bu durum­da, ölünün Müslüman veya kâfir olması da farkletmez; her ikisine de aynı hüküm uygulanır”.Hattabî’den önce Buhari’nin Sahîh’inde aynı kanaati ortaya koyduğunu belirtmeliyiz.

---------

Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler
Devamını Oku »