Sayısız Nimetleri Anlamak İçin Tefekkür



Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu nimetlerden bahsedince, sözünü "Eğer Allah'ın nimetini birer birer saymak isterseniz, onları toptan bile sayamazsınız"(İbrahim,34) diye bitirmiştir. Vahidî şöyle der: "Bu ifâdedeki "nimet" kelimesi masdar yerini tutan bir isimdir. Nitekim Arapça'da, "Allah ona nimet in'âm etti" denilir.

Burada "nimet" kelimesi, "İn'âm" masdarı yerine kullanılmıştır. Bu tıpkı senin derken, infak ile nafaka kelimelerini aynı manada kullanman gibidir. İşte bundan ötürü, bu kelime, masdar manasında oluğu için, cemî olarak getirilmemiştir. Binâenaleyh, tabiri "Çok olduğu için Allah'ın bütün nimetlerini saymaya güç yetiremezsiniz" manasınadır.

Bil ki İnsan, Allah'ın bütün nimetlerini bilip saymasının imkânsız olduğunu anlamak istediğini, bundan âciz olduğunu görmesi için, herhangi bir şey hakkında düşünmesi gerekir. Biz bu hususta şu iki misali veririz:

Birinci Misal: Doktorlar, sinirlerin iki kısma ayrıldığından bahsetmişlerdir:

a) Beyindeki sinirler,

b) Omurga içinden beyne ulaşan sinirler. Beyindeki sinirler, yedi kısımdır. Doktorlar daha sonra, o yedi ruhtan (kısımdan) herbirinden neş'et eden hükmü bilme hususunda kendilerini yormuşlardır. Sonra o yedi ruhtan herbirinin çok çeşitli dallara, onların da kıldan daha ince dallara ayrıldığında ve herbirinden insanın uzuvlarına geçişler bulunduğunda şüphe yoktur.

Binâenaleyh eğer onlardan tek bir şube, ya kemiyet (sayı), ya keyfiyet (özellik), ya da yeri bakımından bir zarar görse, bünyenin fayda ve düzeni de zarar görür, zedelenir. Sonra o ince kılcal dalların sayılan cidden çoktur ve herbirinin belli bir vazifesi vardır.

Binâenaleyh insan bu hususta tefekkür ettiğinde, bu sinir ağlarının her birinin büyük bir nimet olduğunu, onlardan biri iş yapamaz hale gelecek olsa, kul üzerindeki zararının çok büyük olduğunu antar. Yine o, bunlara vâkıf olmanın ve hallerini öğrenmenin imkânı olmadığını da anlamış olur. İşte bu noktada, "Eğer Allah'ın nimetini birer birer saymak isterseniz, onları toptan bile sayamazsınız" ayetinin yerinde olduğunu tam olarak anlar.

Bu hususları, kılcal sinirler hakkında düşündüğün gibi, aynısını atardamar, şahdamarı ve kemiyet, keyfiyet, yer, tesir bakımından basit ve mürekkeb uzuvlar hakkında da düşün. Böylece sen, bütün bunların, sahili olmayan bir okyanus olduğunu görürsün. Sen bunları, tek bir insanın bedeni için düşünürsen, Allah'ın senin bedenin ve ruhun bakımından sana verdiği nimetlerinin kısımlarını anlarsın.

Çünkü ruhlar âleminin enteresanlıkları, bedenler âleminin enteresanlıklarından daha çoktur. Sonra sen, tek bir canlının halini nazar-ı dikkate aldığında, işte o noktada, felekler ve yıldızlar âleminin halteri ile, unsurların tabakalarını, kara, deniz, bitki ve canlılar âleminin enteresanlıklarını da nazar-ı dikkate al.

İşte o noktada, bütün mahlûkatın akıllarının birleştirilip tek bir akıl yapılması, sonra da o akıl ile insanın, Allah Teâlâ'nın en basitindeki hikmetlerinin enteresanlığı hususunda düşünmesi halinde bile, ondan ancak çok azını anlayabileceğini görmüş olur. Allah'ı, vehmedenlerin vehminden tenzîh ve takdis ederiz.

İkinci Misal: Sen, ağzına koymak için tek bir lokma aldığında, o lokmanın öncesini ve sonrasını bir düşün. Onun öncesindeki durumlarına gelince: Bil ki, o tek lokma ekmek, ancak bütün bu âlem, en doğru şekilde (düzeni üzere) devam ettiğinde tam oiur. Çünkü onun meydana gelmesi için, buğday lâzım. O buğday da, ancak dört mevsim ile, tabiatın (toprağın) şu yapısı ile, rüzgârların ve yağmurların olması ile meydana gelebilir. O buğday ancak feleklerin dönmesinden ve hareket, yön, sür'at bakımından belli bir tarz üzere bi. birleri ile nizam içinde olmasından sonra meydana gelebilir.

Bundan sonra onun öğütülmesi ve ekmek yapılması için âletler gerekir. 3u da ancak demir madeninin, dağların karnından doğması (çıkarılması) ile mümkün olur. Sonra o demir aletlerin ıslahı (yapılması), ancak onlardan önce mevcut olan başka bir demir aletle olmuştur. Bu silsilenin, ilk demir alete varıp dayanması gerekir. O halde bu aletlerin bu belli şekilde nasıl meydana geldiklerini bir düşün. Bunlar meydana geldiğinde, o undan o ekmeğin meydana gelebilmesi için şu dört unsurun, yani toprak, su, hava ve ateşin bulunması gerektiğine dikkat et. Bütün bunlar, o bir lokma ekmeğin, meydana gelmezden önceki halleri ile ilgili hususlardır.

O lokmanın, lokma olmasından sonraki halterini düşünmeye gelince: O canlının (onu yiyen canlının) bedeninin yapısını bir düşün, o canlının, o lokmadan istifade edebilmesi için, Allah Teâlâ'nın onu nasıl yarattığını bir düşün. Yine o canlının bu yemeden nasıl zarar göreceğini bir düşün. O zararın hangi uzuvlarda meydana geldiğine tak. Bu azıcık şeyi, ancak sen bütün anatomi ve tıp ilmini bilmekle anlayabilirsin.

Binaenaleyh tek bir lokmadan istifâdeyi bilmenin, ancak bütün bunları bilmekle mümkün olduğu; aklın, bu konuların en azını bile tam anlamaktan âciz kaldığı ortaya çıkmış olur. Böylece de, bu kesin ve aklî delil ile, Allah Teâlâ'nın, "Eğer Allah'ın nimetini birer birer saymak isterseniz, onları toptan bile sayamazsınız' buyruğunun ne kadar doğru olduğu anlaşılır.

Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 14/16-17

Devamını Oku »

O nimetleri yolda bulmuş gibi sahipsiz zannetme



Bismillahirrahmanirrahim

İ’lem eyyühe’l-aziz!


Cenâb-ı Hakkın insana verdiği nimetler, ister âfâkî olsun, ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vusul buluyor. Meselâ, ziya, hava, gıda, savt ve sadâ gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi, ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah’ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır.

Binaenaleyh, o nimetleri yolda bulmuş gibi sahipsiz, hesapsız olduğunu zannetmesin.

Ancak Mün’im-i Hakikînin kastıyla gelir, insan da ihtiyariyle alır. Sonra ihtiyaca göre in’am edenin iradesiyle bedeninde intişar eder.

Bediüzzaman Said Nursi

(Mesnevi-i Nuriye-Hubâb)
Devamını Oku »

Nimetleri Kutludur

Nimetleri Kutludur
Müslümanın nimetleri kutludur. Müslüman, nimet­leri'kutlu bilir. Bir batılının, bir komünistin, bir puta- tapanın gözünde, yenilen ve içilenler... tarınlaşmamışsa maddeleriyle neyseler ondan ibaret bilinir ve öylece de­ğerlendirilirler. Hatta, lûgatlarında «nimet» kelimesini tam karşılayacak bir kelime bile yoktur. Nimeti tanrı­laştırmaksa, her şeyden önce nimete zulümdür. Çünkü: nimetin her tarafından kulluk sızar. Nimetler de, her türlü güç ve imkânlarını Yaratıcının görülmesine çevi­rirler. Nimetin tüketilme özelliği biraz da burdan geli­yor. Her nimet, sanki, insanda insana bir haz sunarak fani oluyor ve aradan çekilirken insanı Yaratıcısıyla başbaşa bırakıyor. Sanki nimetin ödevi, kendiliğinden bir ruh ve şuur gücüyle Yaratıcıya dönmeyen insanı içgüdülerinden yakalayarak Allaha çevirmek, Allahla insan arasına bir köprü kurmak ve sonra aradan en alçakgönüllü bir biçimde çıkmaktır. Nimet ve sofra, Allahın önünde fani olmanın ne zengin tablosudur! İşte böylece, her şey birbirine nimet olarak, her şey birbirinin içinde yok olarak çekiliyor ve ortada yalnız O kalıyor!
İslâmda, adeta, nimet, emek için değil, emek, ni­met içindir. Emek, peşin bir nimet şuurdur. Yoksa, her kişi» eninde sonunda, az çok bir rızka ulaşacaktır. Ama önce fiille sonra sözle ve kalble nimetin fizikötesinden gelen çerçevesini idrak etmeyenin, yani alınteri dökme­yenin (emek, hamd ve şükürle nimeti karşılamıyanın) ulaştığı rızkla, müslümana gelen rızk arasında, daha doğrusu bu iki nzka kavuşma tarzı arasında, doldurulamıyan bir uçurum vardır.

 

Bunun için hiç bir kullanılma değeri kalmasa da, yerde bir kuru ekmek parçası bile görse, bir müslümanın onu kaldırıp ayak altından kurtarması geleneği, yalnız bizim medeniyetimizde görülen bir saygı örne­ğidir ve bu gelenek ne güzel bir gelenek ve ne güzel bir örnektir! Hele o ekmek parçasının bütün nimetlerin sembolü olduğu düşünülürse..«

 

Müslüman, nimetlerde gök sofrasından (maide-den) bir iz bulur. İşte belki de bundan, Cennet nimet­leri, yine de, Kur’anda dünya nimetleriyle canlandı­rılmaktadır.

 

Nimetleri, bir de zihin ve ruh nimetleriyle birlikte düşünen insan, nasıl sürekli bir mucize karşısında ol­duğumuzu fark eder. Güzün dallardan mercan gibi sal­lanan narlar örneği dudaklarımızdan dökülen ve çağ­ları aşan bir çift söz de bir nimettir. Allahı zikir edenin gönlünde doğan nur da bir nimet... Güneş, uzayan de­niz, bir çam ormanı, göz ve vücut için nasıl bir nimet­se, düş, yerinde ve gereğinde hayal, düşünce, ses, ahenk duygusu, sevgi ve sempati, coşuş, kuvvet ve kud­ret... bütün bunlar da nimetlerdir.Batmakta olan bir topluluğun içinden çıkan gerçek bir ender, bir nimettir. Peygamberler, veliler, kahra­manlar, şehitler ve gaziler, hep hep nimettir insanlığa Asker, bir millete bir nimettir. Biraz da bundan, kerlik ocağı kutludur.

 

Nimetlerin çevresini bir din halesi sarmıştır. Bir ışık. İşte, dua, hamd ve şükür, bu haleyi meydana geti­ren din ışıklarıdır.

 

Cömertlik ve cimrilikte bundan ötürüdür ki, nerdeyse, imanla ilgili görülmüştür.

 

Fakat, nimetlerin bu yüce yanı görülmeyince, bu kez aynı nimet, en büyük bir ceza gibi çarpar insanı. Nimetin çarpmasından hiç bir insan ve millet kendini kurtaramaz.

 

Komünistler, çağımıza kan ve ateşle girdiler. Ek­mek tanrılaştırıldı böylece. Ekmek, bir nevi, yunanlıla­rın savaş tanrısı haline getirildi. Halbuki, nimet Alla­hın önünde başeğdiren, barışa götürendir.
Ne Grek, ne Roma, ne sonraki batı medeniyetinde bir nimet değerlendirişi, düşüncesi ve şuuru vardır. Yalnız islâmdadır bu.

 

Yahudi, kadri bilinmeyen bir nimetin çarptığı bir ırktır. Müslümanların çöküş yıllarında, nimete verilen değer en mücerredinden en müşahhası olan ekmeğe doğru bir küçülme, bir büzülme, bir gerileme belirtir. Git git yalnız ekmeğe olan saygı kalmış, öbürlerine olan saygı ortadan kalkmıştır. İşte, şimdi, yeniden, ek­mekten başlayarak, en mücerred nimetlere doğru ge­lişen bir nimet değerlendirmesinin çığırım açmak zo­rundayız.,.
Sezai Karakoç - Kıyamet Aşısı
Devamını Oku »