İslam'da Kadın, Aile ve Ev Hayatı



İslam'ın kadına bakışı konusu bilhassa son yüzyılda çok tartışıldı. Bu konu hakkında yazılan kitap sayısı oldukça fazla. Ancak bu kitapların bir çoğu ya tam bir batı özentisi ile ya da batıya karşı yine batının argümanlarını kullanarak ka­dınlarımızı savunma anlayışı ile yazıldı. Şurası gerçek ki bütün bu kitaplara göz attığımızda gördüğümüz tek şey “kafa karışıklığı”. İslam’ın kadına bakışını an­lamak istiyorsak evvela Kur’an ve sünneti anlamaya çalışmamız gerekir, ikinci olarak da bakışımızı bütün zehirli tesirlerden, birilerine sevimli görünme kaygı­sından ve bilhassa batının yalancı özgürlük telkinlerinden arındırmamız gerekir. Kadın konusunda İslam’ın mensuplarının batıdan alacakları hiçbir şey yoktur. O batı ki önce kadını bir şeytan olarak görüp bütün günahların temeline onu koyar­ken, sonra onu göklere çıkartıp adeta tapılacak bir nesne haline getirmiştir. İs­lam’da ise kadın konusu ayet ve hadislerle müslümanlara açıklanmış, müslümanların kadına bakışı böylece şekillenmiştir.

İslam, kadını yuvanın temeli, erkeğin en büyük yardımcısı olarak görür. Bu bakış açısı kültürümüzde de “yuvayı dişi kuş yapar“ sözü ile dile, getirilmiştir. Yuva ise bir toplumun temeli, toplumda huzur ve güvenin kaynağıdır. İlerleyen kısımlarda daha geniş olarak ele alacağımız aile, bir medeniyetin çekirdeğidir.

Bütün yüksek medeniyetler sağlam aile bağları sayesinde meydana gelmiştir. Ai­le bağları zayıflayan medeniyetler ise tarih sahnesinden silinip gitmiştir. İşte İs­lamın kadını ailenin temeline koyarak onu yüceltmiştir. İslam’da kadın bu yönüy­le son derece kıymetlidir.

İslam’a göre kadın sakın bir liman gibidir. Kadının Kuran-ı Kerim’de geceye benzetilmesi bundandır. Nasıl gece insanlar için dinlenme zamanı ise, kadın da erkekler için dinlenecek bir limandır. Bu yüzden kadın eve ait olarak görülmüş­tür. Bugün, İslam’ın kadına verdiği bu vazife kimi çevrelerce “kadını eve hapset­mek’ olarak görülmektedir. Bu iddianın sahiplerinin dili İslam’ın dili değil, ba­tının dilidir. Kadının evde olması, evine sahip çıkması onun için hapis değil tam aksine özgürlüktür. Çünkü kadın erkek gibi değildir. Erkek de kadın gibi değil­dir, Erkek çalışmak, hareket etmek, mücadele etmek, evin geçimini sağlamak için yaratılmıştır. Kadın ise ağır iş şartlarına, aşırı harekete dayanamaz. Kadının bünyesi yaratılış itibariyle zayıftır. Erkek dışarıda ekmek parası için mücadele verirken kadın da yuvasını bir karınca misali yapar ve korur.

İslam’a göre toplum hayatında en önemli şey namustur. Kadın ise namusun cevheridir. Bütün bunlardan dolayı sanıldığı gibi kadın dışarıda olduğunda değil, içeride olup evine sahip çıktığında özgürleşir. Dış dünyanın zorlu çalışma şartları onu hem maddî hem de manevî olarak yıpratır. Kuran-ı Kerîm’de bir ayette ka­dınlara evlerinde oturmaları emredilmektedir. “Vakarla evlerinizde oturun. Mah­rem olmayanlara yüz ve elden başkasını gösterip evvelki cahiliyet kadınlarının yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazınızı dosdoğru kılın, zekatınızı verin, ve her hu­susta Allah ve O’nun Rasûlüne itaat edin.. .” Bu emirler evin geçimini sağlamak vazifesi üzerinde olmayan, namusun cevheri olarak görülen kadınlar içindir. Erkeğe ise rızık temini ve ailesine bakmak vazifesi yüklenmiştir.

Evine sahip çıkan, sahip çıktıkça da özgürleşen kadının İslam’a göre diğer bir vazifesi de erkeğini sabah kalkar kalkmaz sevgi ve saygıyla dışarıya, iş sahasına itelemesidir. Akşam da beyini dışardan, iş hayatından eve çekip yorgunluğunu ve bitkinliğini almasıdır. Çünkü akşama kadar dışarıda olan erkeğin zaman za­man yorulması, sinirli bir hal alması doğaldır. Çünkü o dışarıda mücadele ver­mektedir. Kadın ise evde olduğu için kafası sakindir. Ve o sakinliğiyle erkeğine de sükûnet aşılar. Erkekle birlikte akşama kadar zor koşullarda çalışan kadın ise erkeğini dinlendiremez. Bu durumda ailede huzursuzluk ve anarşi meydana ge­lir. İşte İslam’ın kadına bakışı budur. İslam medeniyeti de budur. İslam medeni­yeti, tıpkı İslam kelimesinin mana olarak ifade ettiği gibi aileyi salim, yani kur­tulmuş, temiz bir şekilde tutarak yükselmiş bir medeniyettir. Bu medeniyetin en temel ölçülerinden biri de ailede ahlaktır.

Yine İslam’a göre kadın, nesilleri yetiştiren annedir. İslam medeniyeti bir manasıyla da fedakarlık, diğergamlık medeniyeti ise bunun ilk ve en büyük yapıtaşı fedakar annelerdir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde “Bana dünyadan kadın ve güzel koku sevdirildi, gözümün nuru ise namazda kılındı.” buyurmaktadır. Bu hadis-i şerifte bahsi geçen kadın, anne olan kadındır. Müslüman bir erkek, ev­leneceği hanımına her şeyden önce anne olacağı ve çocuklarını yetiştireceği için kıymet verir, vermek zorundadır. Nitekim Peygamberimiz bir hadîs-i şerifinde de şöyle buyurur: “Bir kadınla dört şey için evlenilebilir: Malı için, soyu sopu için, gü­zelliği için ve dindarlığı için. Sen dindar olan seç ki, sıkıntı çekmeyesin”.İşte ile­ride anne olacak olan hanım, nesilleri yetiştireceği için dindar olması istenir.

Kadın, anne olduğu için muhteremdir. İslam’a göre bu dünyada yapılacak en faydalı iş çocuk yetiştirmektir. İslam inancına göre insan Öldükten sonra da se­vap kazanabilir. Bunun en etkili yolu ise hayırlı evlat yetiştirmektir. Hayırlı bir evladın yapacağı her güzel iş ana-babasının sevap hanesine öldükten sonra ya­zılacaktır. İslam, müslümanlara çocuk yetiştirme konusunda böyle bir şuur aşı­lar. Hayırlı evlatlar ancak bu şuura sahip annelerin ellerinde yetişir.

İslam'da Aile

İnsan kelimesi, kökü itibariyle “üns” kelimesinden türetilmiştir. Üns ve ünsiyet ise ülfet ve dostluk manalarına gelir. İnsan kelimesinin kökü bile insanın başka var­lıklarla, Özellikle de kendi cinsinden olanlarla bir beraberliğe muhtaç bulunduğunu gösterir. Bu dostluğun en bâriz görüldüğü durum kadın-erkek beraberliğidir.

İslam medeniyeti kadın ve erkeğin beraberliğini “muhabbetullâh”a ulaşma vesilesi olarak görmüştür. İslam'a göre İlahî emirlere uyarak gerçekleştirilen bir evlilik Allah’a ulaşmayı kolay kılar. Burada Fuzulî’nin şu beyitlerini hatırlamak gerekir: “Aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kıyl ü kal imiş ancak”. Evet, Fuzulî’nin de muhteşem bir ifadeyle belirttiği üzere kâinatta her şey aşk üzerine ku­rulmuştur. Allah’a giden yolda zirveye ancak aşk ile varılabilir. Yani kalbin Cenâb-ı Hakk’a aşkla yönelmesi ile. Bu durumu “Leylâ’dan Mevlâ’ya doğru bir yolculuk” diye de ifade edilebiliriz.

Kadın ve erkeğin beraberliğiyle oluşan aile kurumu İslam’da kutsal kabul edilmiştir. Bu sebeple onun sağlam temeller üzerinde kurulması istenmiştir. İs­lam’da aile nikah ile birlikte kurulur. Nikah, ilk aile olan Hz. Adem babamız ve Hz. Havva annemizden beri İslam’ın olmazsa olmaz bir şartıdır, Hz. Adem(a.s.) ile Hz. Havva(a.s.)’ın nikahları cennette kıyılmıştır.

İslam’a göre bir milleti ayakta tutan en temel unsur, dinî ve ahlakî yapıdır. Bu ahlakî yapıyı koruyan en tesirli yol ise nikahtır. Nikah, peygamberlerin yolu, Rasûlullâh’ın sünneti, neslin baharı, erkek ve kadının şeref ve edebi, nâmus ve iffetin kalesi, insan soyunun hayvanlardan üstünlüğüdür.

İslam’da kadın ve erkeğin bir araya gelerek aile kurmasının asıl gayesi nesil­lerin devamıdır. Sağlıklı nesiller ise sağlıklı ailelerde yetişmektedir. Bunun için aileyi oluşturan kadın ve koca arasında muhabbet ve şefkatin olması mühimdir. Muhabbet ve şefkat ise kadın ve erkeğin her birinin vazifelerini ve haklarını bi­lerek hareket etmesi sayesinde mümkündür. Ailede kadın ve erkeğin yaratılışla­rından gelen farklı davranış ve sorumlulukları vardır. Erkek için esas olan kadı­na sahip olmak iken kadın için esas olan erkeğe teslim olmaktır. İslam’da ka­dının ve erkeğin ayrı ayrı vazifeleri ve hakları olduğu gibi müşterek vazife ve hakları da vardır. İslam medeniyetini kuran çekirdek olan ailede kadın ve erke­ğin müşterek vazifelerini altı kısımda toplayabiliriz:

Kadın itikadında hürdür, erkek de hürdür. Birbirlerini bu konuda zorlaya­mazlar. Kur’an-ı Kerîm’de bu konuda Lut(a.s.)’ın karısı örnek gösterilmektedir.Fikirde de kadın ve erkeğin ortak vazifeleri vardır. Bu konu hakkında ay­rıntılı bilgiyi Belkıs ve Süleyman(a.s.)’ın kıssalarında bulmak mümkündür.Erkek ve kadın, fazileti kazanmak konusunda da ortaktırlar. Yani hayır iş­leyen kadın da erkek gibi Allah’ın nezdinde makam sahibi olur, velî olur. Kuran-ı Kerim’de Hz. Meryem’in kıssası buna en güzel örnektir.

İslam’a göre mâlî cihad yapmak, erkek ve kadına müşterek vazifedir. An­cak kadın çok kıymetli olduğundan ve namusu, haysiyeti söz konusu olduğundan can ile cihaddan men edilir.Kazanç vazifesi erkek ve kadına müşterek vazifedir. Kadının kazancı ken­di şahsına aittir.Miras paylaşmak vazifesinde de, bazı istisnalarıyla kadın da erkek gibidir.

Yukarıda maddeler halinde bahsettiğimiz kadın ve erkeğin ortak vazifeleri daha fazla açıklanmaya muhtaçtır. Daha fazla bilgi edinmek isteyen okuyucula­rımız konuyla ilgili verdiğimiz kaynaklara başvurabilirler.

İslam’da Ev Hayatı

Hz. Mevlâna buyurur:

“Aklım kalbimin kulağına eğildi ve sordu:

-Din nedir?

Kalbim de şu cevabı verdi:

-Din, edebten ibarettir.

İslam medeniyetinde yaşanan ev ve aile hayatı işte Mevlâna hazretlerinin şu ib­retlik kıssasında gizlidir. İslam’ın hakiki manasıyla yaşandığı evler “edep evleri”dir. Çünkü din, yani İslam, aslında baştan sona nezâket, zarafet ve nezâfettir.

İslam medeniyetinin insanlığa sunduğu ev modelinde en önemli konulardan biri de israftır. İslam’da cimrilik ne kadar kötü ise israf da o kadar kötüdür. En güzel yolsa bu ikisi arasında ortada olandır. Kuran-ı Kerim’de Allah mü’minlere şu ikazı yapmaktadır: “(o kullar) harcadıklarında ne israf ne de cimrilik eder­ler, ikisinin arasında ortalama bir yol tutarlar.’’

İslam’da kişinin dünya üzerindeki cenneti evidir. Eğer müslümanlar evlerini dünya üzerinde bir cennet haline getirebilirlerse, bu ev onları ahirette de cenne­te götürür. Bunun için ev hayatında eşlerin birbirlerine karşı davranıştan her za­man ahiretteki hayatlarını da belirleyicidir. İslam’da ev hayatının böyle sonsuza uzanan, İlahî bir yönü vardır. Bu inanç insanları bir çıkar, bir eğlence için bir ara­ya gelmekten uzaklaştırır. Aileye ulvî bir boyut katar.

İslam medeniyeti Kuran ve sünnet ışığında oluşturulan sağlam aileler saye­sinde yükselmiş, dünyaya büyük bir “mana medeniyeti” sunmuştur. Maddenin her tarafımızı kuşattığı 21. yy’da bu medeniyetin sunduğu manaya oldukça muh­tacız. Unutmayalım ki, bir toplumu yıkan, ahsen-i takvimden esfel-i sâfilîne sü­rükleyen en önemli etki aile yapısının bozulmasıdır. Aile bağları sağlam olan toplumlar her zaman büyük medeniyetler haline gelmiştir. Muhtaç olduğumuz mana medeniyetini = İslam medeniyetini yeniden diriltmenin tek çaresi Kur’an ve sünnete sarılmaktır. Kur’an ve sünnet ise Mevlâna hazretlerinin de buyurdu­ğu gibi baştan sona edeptir. İslam medeniyeti için bize lazım olan şey ailede, top­lumda, devlette “illâ edep, illâ edep”tir.

Selim Tiryakikol, Hece Dergisi, İslam Medeniyeti Özel Sayısı
Devamını Oku »