Ahlâklılığın ilk şartı

Ahlâklılığın ilk şartı, temeli, insanın herşeyden ve dünyalardan değerli, hörmete lâyık olduğunu kabul etmektir, insan, insanlık düşmanı olmadıkça bu değerini muhafaza eder. İnsana dokunulmaz, hürriyetlerine el sürülmez. Hakaret köpeğe yapılır. Tezyif maymuna yaraşır. Hiddet, hak ve adalet talebinden ileri giderse bizzat kendisi haksızlıktır, hakarettir. İnsana tahakküm edilmez, insan esir edilmez. İnsana zulüm edilmez; insan istismar edilmez; insana emredilmez; insan çekiştirilmez; insana küçümsemeyle yaklaşılmaz, insan takip edilmez. Bunların hepsi zulümdür, haksızlıktır, ahlâksızlıktır.


İnsanın bu ulvî manzarası, Hallac-ı Mansur’un, çarmıha gerilmiş vücudunu taşlıyan halkı sakin sakin seyrettiği halde, kendisine bir gül fırlatıp atan tek dostu Hamd’e dönüp ağlarken söylediği şu sözleri düşündürüyor: “Beni taşlıyan bu halk, ne yaptığını bilmiyor. Onların zulmünden azap duymuyorum ama sen bilmeliydin ki bu vücuda bir gül dahi atılamazdı!" İnsanın kıymetini bilen onun vaktine, huzuruna da hörmet eder. Herbirisinin canı sıkılınca öbürüsünün kapısını çalan bir cemaatin birbirine hürmeti 
nasıl kabul edilir? Edilmez; çünkü bu şekilde her insanın diğerlerinin oyuncağı olarak tanınmaktadır.


Batılı, çocuktan başlayarak insana hörrmet eder,kıymet verir. Orada insanla değerlerine bağlılığın en esaslı şartı olan ferdin bütün hürriyetlerine hörmet prensibi, milletler kadar kuvvetli temellere dayanmaktadır. Aşkın ve dinin bulunduğu yerde insan pek büyük bir varlıktır. O rastgele ne otoritelerin ithamına hedef yapılabilir: ne de her fırsatta azaba, cehenneme, gayyaya sürüklenir.


İnsanlık cevherimize yakışmayan herşey bize zulümdür. Stadyumda hırsı yüzünden adam öldüren ve Romalı gladyatörü düşündüren vahşet hareketinden tutunuz da makinenin üstümüze saldıran ve şuursuz ihtiraslarımızla birleşerek ruhumuzu perişan eden tahakkümüne kadar genç şuurları emelsiz ve idealsiz bırakan mesuliyetsizliğimizden ızdırapsız menfaat ve kinle dolu bütün davranışlarımıza kadar hepsi insanlığa zulümdür, öyle din adamları görüldü ki zulümle, işkence ile öldürülürlerken bile rüzgârı incitmekten, ona olsun zulmetmekten korkarak, kırbaç ve dipçik altında yüzlerindeki tebessümü son nefeslerine kadar muhafaza ettiler. Bunlar ibadet etmesini bilen din adamlarıydı, insanın eşrefi mahlûkat olduğunu tanıyan bir dinin sözde mümessilleri ise, çok kere insanı küçük düşürmek ve insanın insanlığını çiğnemek için, otorite, gurur ve kin dâvalarıyla boğuşmuşlardır.


“ O bilmez ben bilirim, filan kitapta okudum. Versin bakalım cevabını... gibi sefalet üslûbu ile insanlığın bayağı tabakalarından sesler veren zümreye din adamı demek ve bunların arkasından şuurlu bir cemaatin selâmete doğru yol alacağını ummak bir hata değilse bile herhalde bir vehim mahsulüdür. Bizim yapacağımız ilk iş;Batı nın âşıkı değil insan ruhunun aşıkı olacak bir zümre yetiştirmektir.



Kaynak:


Nurettin Topçu-Yarınki Türkiye

Devamını Oku »