Peygamberler Şüphe Duyar mı ?

Peygamberler Şüphe Duyar mı ?


Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Biz şüphe duymaya İbrâhîm’den daha hak sahibiyiz. O, ‘Rabbim, ölüleri nasıl dirilt­tiğini bana göster’ demişti. Allâh ‘Bana inanmıyor musun’ buyurunca İbrahim ‘kalbim mutmain olsun diye ‘ şeklinde cevap verdi”.(Buhari,Enbiya,hd.no:3272)



Hadîs Hz. Peygamber’e şüphe izafe etmektedir. Şüphe küfür olup peygamberlerden sadır olmaz. O halde bu durum nasıl anlaşılmalıdır? Bu noktada iki metot takip edilmiştir:

a-Hadîsin te’vîli:



1-Cumhûr hadîsi şöyle anlamıştır: “Şüphe Hz. İbrâhîm için mu­haldir. Ölüleri diriltme konusunda peygamberler şüphe içinde olsa ben İbrahim’den bu şüpheye daha yakınım. Benim şüp­he etmediğimi biliyorsunuz. Biliniz ki İbrâhîm de şüphe et­memiştir”.



2-Hadîs Hz. İbrahim’in şüphe içinde olduğunu kabul eden bir topluluğu reddetmek için vârid olmuştur. Mezkûr âyet inincebazı insanlar “İbrâhîm şüphe etti” demişlerdir. Hz. Peygam­ber; onları reddetmek, tevazuunu ve İbrâhîm’e takdirini gös­termek için öyle buyurmuştur.



3-“Biz” derken kendini değil, şüphelenmesi câiz olan ümmetini kastetmiştir,



4-Hz. İbrâhîm, ilm el-yakîn derecesinden bizzat müşahede etmek süreriyle ‘ayn el-yakîn mertebesine yükselmeyi murad etmiş­tir. Bunun için Rabb’inden, ölüleri nasıl dirilttiğini görmeyi is­temiştir. Hz. Peygamber de bu manayı kastederek, “Biz buna ondan daha layığız” buyurmuştur. Yoksa ne kendisi ne de Hz. ibrâhîm, şüphe etmemiştir.



5-Aslında bu ifadesiyle Hz. İbrâhîm kendi ümmeti için, onların kalplerindeki şüphe izale olsun diye Rabb’inden, ölüleri nasıl dirilttiğini görmeyi istemiştir.



6-Hz. İbrahim’den Allâh’ın diriltmesi konusunda değil, ölüleri nasıl dirilttiğinin keyfiyeti konusunda bir şüphe vâki olmuştur.



7-Bu şüphe, nübüvvetinden önceydi.



b-Hadîsin zahirini ve Hz. İbrâhîm için şüphenin vâki olduğunu kabul.

Bu görüşte olanlar, bazı insanlar için söz konusu olabilecek şüp­henin bir beşer olan Hz. İbrâhîm için de vâki olabileceğini söylemiştir.

“b” şıkkının kabulü mümkün değildir. Peygamberlerden -beşerî du­rumları olsa bile- îmâni konularda şüphe sadır olmaz. En doğrusu, cumhûrun yaptığı te’vîldir. Esasen, Hz. Peygamber, şüpheyi nefyetmektedir.

Yavuz Köktaş - Kurana Aykırı Görülen Hadisler(insan yay.)

Devamını Oku »

Şüphe

yeniden-inanmak

Şüphe, mahiyeti gereği teselsül eder. Şüphe, vehmin türevidir. Dolayısıyla şeytanî bir olgudur. Şüphe,tefrit içinde sürekli olarak alternatifler getirir, bu yüzden, şüphe ile olumlu bir yola koyulmak mümkün değildir. Duracak gibi olduğu, kendine bir son verecek gibi göründügü her merhalede, o, kendine yeni (fakat gerçekle muhal) sorular yöneltecektir.

Şüphe, bu yüzden tevekküle karşıdır. Tevekkül, akıl çerçevesinde tedbirini aldıktan sonra takdiri Allah'a havale etmekse; şüphe, tedbiri aldıktan sonra (şayet tedbir almayı başarabilirse) kendini yeni bir şüpheye teslim etme demek olur. Tevekkül, insan için bir sükûn vesilesi iken; şüphe her türlü sükûnun düşmanıdır, boyuna kendini kemiren, yiyip bitiren, ufa lana ufalana helak olup giden bir kurttur. Tevekkül, rızayı ve itminanı çağırıyorsa, şüphe korkuyu ve telâşı çağırır.

Şüphe içindeki insan, sürekli olarak, zan üzredir.İnanmak, zannı yok ederken; şüphe, zan için yeni kapılar açar. Zan ise, insanı olumlu eylemden alıkoyar, daha doğrusu insanın eyleme geçmesini önler. Şüphe, insanın ruh dinamiklerini öldürür, onun, olumlu bütün eylem ve tavırlarını, sonuçsuz bir didişmeye iter en azından.

Şüphe, gerçekte şeytanî bir vakıa olduğundan şüpheden kalkıp inanç seferine ulaşmak mümkün değildir. Böylece ulaşıldığı sanılan nokta da, aslında sadece bir illüzyondan ibarettir. Olsa olsa kendini kandırmanın bir çeşididir. Şüphenin, kendini tatmin yolunda durduğu her merhale, aslında, şüphe sahibi için bir başka şüphenin hareket noktasıdır.

Şüphe tahkik"ten farklı bir haldir. Şüphe, daha başlangıçta inançsızlık noktasından hareket eder, bir inanca varmak için yola koyulmaz. Böyle bir niyetle yola çıktığını farz etse bile -ki bu aslında vehimden başka bir şey değildir- niyetini gerçekleştirmesi ancak seraba ulaşma çabası olabilir. "Tahkik" halinde ise durum değişiktir. Tahkikte, hareket noktası inançtır, tahkik sahibi inancının gerçekliğini değil, inancından neşet eden hikmeti, bu hikmetin özünü araştırmaktadır. Tahkik sahibi, diyelim, inananda hiçbir hikmet yakalayamadı, bu durum bile onun inancını terk etmesine müncer olmaz. Şüphe hastalığına yakalanmış insan için hiçbir şeyin kesinliği yoktur. Şüphe kendi hakkında bile şüphelenirken şüphenin sınırını kestirmek mümkün olur mu?

Kaynak:

Rasim Özdenören - Yeniden İnanmak
Devamını Oku »

Şüphe Nedir? ve Kur’an, Şüpheyi Nasıl Bir Muhtevada Sunmuştur?

Şüphe, bir üçüncü elin mahsûlüdür.

Hannah’a göre, insan ile evren arasındaki geleneksel barışın çözülmesinde Descartes, önemli bir pay sahibi­dir. “Çünkü, demektedir Hannah, Descartes kendi çağınınkı kadar, kendisinden önceki neslin tecrübesini de ge­nelleştirmiş, onu yeni bir düşünce metoduna dönüştür­müştür; ve böylece, Nietzsche’ye göre modern felsefeyi teşkil eden bu ‘şüphe ekolünde yetişen ilk düşünür, mo­dern felsefenin babası olmuştur. Sadece Hannah de­ğildir böyle düşünen.. İnsanlığın geleceğine yönelik ola­rak taşıdığı kaygılar altında, önceleri Hristiyan gelene­ğinin bağlısı, 1931’lerden sonra da Abdulvahid Yahya adıyla İslam’ın mümini olan Guenon da, ‘Yalnız şunu hatırlayacağız ki Descartes, algılama gücünü akılla sı­nırlamış, metafizik olarak isimlendirdiğine de tek bir rol, fiziğe temel oluşturma rolü vermiştir. Bizzat bu fizi­ğin kendisi de esas olarak, onun düşüncesinde, uygula­malı bilimlerin yapısını hazırlamak için yerini almış­tır’’ derken, ayni kanaatları taşımaktadır.

Kurmuş olduğu ‘metodik şüphe anlayışı’, hiç umul­mayan noktalara kadar ulaşmışsa da, Descartes a göre Tanrı inancının zorunlu olduğunu hemen belirtmeliyiz. Bu, matematik bilginin zorunlu kıldığı bir Tanrı olsa da.. Tanrı fikri, aynı zamanda tüm varlıkların da yaratıcısı olan Tanrinın ruhumuza vurmuş olduğu bir mühür gibi­dir. Kainatın zirvesindedir, mutlak gerçektir, her türlü değer ve hakikatin kaynağıdır’’ Ne var ki, tabiat bilim­lerinde doğruyu tesbit için kabüllenilmiş olan ‘metodik şüphe metodu’, îman ve din alanlarını da yargılamaktan kaçınmamıştır.

Ya Kur’an, şüpheyi nasıl bir muhtevada sunmuştur?

Müşriklerin ‘vahy’ ve nebevi bildiriler karşısındaki zihnî ve fiilî yaklaşımları incelenirse, şüphe etmenin on­ların temel nitelikleri olduğu anlaşılacaktır. Öyle ki, şüphe etmek, gerek îmanüstü bir kaynaktan kendilerine ulaşan İlahî bilgiye, gerekse insanın tabiatta sezip itiraf ettiği Yüce Varlıkla alakalı ipuçları ve köklü kanaatlara karşı olan inançsızlık ruh boyutuyla fizik tepkilerin ana- besleyicisi durumundadır. Adeta, kendi gerçekliklerini ve eşyanın hakikatini kavrama ve insan olma sürecine girmeyi engelleyen merkezî bir vasıf..

Felsefî olarak, daha hassas ve özel bir alanda incele­nen, Descartes’de görüldüğü gibi de, gerçeğin elde edil­mesinde gerekli bir merhale oluşturan ‘şüphe’, Allah’ın birliğini inkar edenlerin kaba tasarımlarında, nitelik ba­kımından insan ile İlahî bilginin uzlaşabilirliği noktası­na yöneliktir

Kaynak:

Sadık Kılıç-Fıtratın Dirilişi
Devamını Oku »