İslam'ın Kadına Bakışı


  1. İslam'ın Kadına Bakışı' Islâm şeriatı, kadınlara iyilikle ve içtenlikle yaklaşılmasından başka bir şey önermez; dahası onların eğitim ve gelişimlerini teşvik eder. Öte yandan, ka­dınların erkeklere benzemesini, erkeklerin arasında kaybolup gitmesini de ar­zu etmez. Dr. Harry, yakınlarda, Londra’daki Hijyen Enstitüsü’nde şu gözlem­leri yapmıştı:


“Kadınların, erkeklere oranla, daha küçük akciğerleri ve daha küçük kan hücreleri vardır. Kadınlarda, can altçı ateş, hızla, birdenbire tutuşmaz. Dola­yısıyla, kadınların, erkekler gibi gerilimli kas gücüne dayalı bir hayat tarzını benimseyemeyeceklerı apaşıkâr bir gerçektir. Zihnî açıdan, erkeklerle ka­dınlar birbirlerinden akıl yetisinden ziyade duygu yemi düşleminde ayrılırlar. Entelektüel / aklî bakımdan kadınlar, erkeklerle bir bakıma eşit konumda­dırlar. Dehâ, erkek cinsiyetinde daha yaygın olarak göçülen bir fenomendir, ama aynı şey aptallık için de geçerlidir.”

Dolayısıyla tam da Islâm hukukunun kabul ettiği gibi, kadınlarla erkekler arasında entelektüel ve rûhi eşitlik vardır, ama öte yandan da, fiziki bir eşitsizlik ve farklılık sözkonusudur. Hıristiyanlıkta yüzyıllardır hâkim olan ve hâ­lâ da hâkimiyetini sürdüren kadının konumuna ilişkin yanlış fikirlerin Is­lâm'da temelini oluşturacak herhangi şer-i bir durum söz konusu değildir. Gayr-ı müslımlerı, Müslümanların kendi kadınlarına hayvan muamelesi yaptıkları ve Müslümanların kadınların ruhları olmadığına inandıklarını ilan etmeye iten şey, Hindistan’da olduğu gibi, gerçek İslâmî ölçülerden bu tür bir uzaklaşmanın neden olduğu bir olgudur.

 

...........

 

Islâm’ın peygamberi, dünyanın tanık olduğu en büyük kadın hakları savunucusudur. Son derece aşağılanan kadınları, Hz. Peygamber (sav), kadınların kendi başlarına yalnızca teoride katedebilecekleri yüksek bir konuma yükseltmiştir. O zamanın Arapları, kadınları çok aşağılıyorlar, onlara çok kötü davranıyorlar ve hatta onlardan nefret ediyorlardı.

Zira Kur’ân’da bu bağlamda şu pasajları okuyoruz:

 
Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.(Nisa 19)

 

Müşrik Araplar, kız çocuklarını, kutsamak şöyle dursun, canlı canlı gömüyorlardı ve lüzumsuz varlıklar olarak görüyorlardı. İşte Kur’ân bu gayr-ı insani uygulamayı ve bundan hiç de geri kalmayan diğer zorba ve acımasız uygu- lamaları şiddetle yasaklamıştır. Kur’ân, kız çocuklarına ve kadınlara, tarif edilmiş ve şerefli bir konum vermiş ve bütün insanlığa kadınlara saygıyla, şefkatle ve nezâketle yaklaşılmasını emretmiştir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce önderimiz (sav) kadınlarla ilgili şunları söylemiştir:

 
"Kadınlarla erkekler, bir elmanın iki yarısı gibidirler.’’

“Günde beş vakit namaz kılan, Ramazan orucunu tutan, lekesiz, eşlerine isyan etmeyen kadınlara, hangi kapıdan isterlerse o kapıdan Cennet e gideceklerini söyleyin.’’

“Cennet, annelerin ayaklan altındadır.’’

“Kadınların haklan kutsaldır. Kadınlara verilen hakların bihakkın yerine getirilip getirilmediğini dikkatle gözetleyin.”

“Kim kız çocuklarına iyi davranırsa, cehennemden kurtulacaktır.”

“Kim reşit çağına kadar hayırlı iki kız evlâdı yetiştirirse, âhirette tıpkı bütünleşmiş şu iki parmağım gibi benimle beraberdir.”

"Meşrû olan ama Allah’ın sevmediği şey, boşanmaktır.”

“Size erdemlerin / faziletlerin en iyisini söyleyeyim mi? Kız çocuğunuz eşinden boşanıp da size döndüğü zaman, ona şefkatle ve merhametle davranmanızdır’’

 

Peygamberimizin bütün şahsi öğretisi,zorbalığa özelliklede kadına karşı zorbaca davranmayı şiddetle karşıdır.

 
O yüzden Peygamberimiz a.s şöyle buyurmuştur;Sizin en iyiniz işine karşı en iyi davrananınızdır.’’

 

Peygamberimizin hayatında sayısız şevkat ve merhamet örneği örneği olayı vardır.Mesela Peygamberimiz sahaberden birinin vefat etmesine yol açan ve bizzat kendisinin ittihal etmesiyle sonuçlanan ,kendisine büyük acı veren,sık sık tekrarlanan bir hastalığa  yakalanmasına neden olan zehirli bir yemek hazırlayan bir kadını bile affetmiştir.

Ayrıca Kur’an yüzlerce tatbik edilebilir olursa olsun,merhamet ve bağışlamanın ,cezalandırmadan çok daha hayırlı  olduğunu beyan etmiştir.

Müslümanların kadınlara bakışları« Batıda öylesine  yanlış yorumlanmıştır ki, bugün bile Avrupa ve Amerika da Müslümanların kadınların ruhları  olmadığını düşündükleri fikri oldukça yaygındır. Oysa Yüce Kur'an'da ‘’cinsiyet" leri ne olursa olsun, erkek ve kadınların Allahla ilişkileri bakımından aralarında hiçbir fark olmadığı erkeklere de kadınlara da, hayırlı her davranış için aynı ödülün / sevabın, şer / kötü bir davranış içinse aynı cezanın / günahın yazıldığı ifade edilir.
 Bütün müslüman erkekler, müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, doğruluk yapan erkekler, doğruluk yapan kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, mütevazi erkekler, mütevazi kadınlar, zekat veren erkekler, zekat veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar yok mu, işte bunlara Allah bir bağışlama ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.(ahzab 35)

Yalnızca erkek ile kadının kendi aralarındaki ilişkilerde bir farklılık vardır ki, bu farklılık zaten fiilen mevcuttur ve burada sözkonusu olan farklılık fonksiyon açısından sözkonusu olan bir farklılıktır. Kadınların insan haklan olmadığını düşünen müşrik Arapları şaşkına çeviren bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur.

 
“{...) Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakimdir. (Bakara Sûresi: 2 / 228). [Diyânet Meâli].

 

İslâm gelmeden önceki dönemde Arabistan’da, zavallı dul kadınların çoğu, özellikle acınacak durumdaydı. Bu nedenle, Yüce Kur’ân, dul kadınlarla yeniden-evlenilmesini özellikle teşvik eder; boşanmayı ve kadının boşandıktan sonra [iddet müddetinin dolmasını müteakip] başka bir erkekle evlenmesini meşru görür, böylelikle, evliliği bir esirlik, kölelik olarak değil; aksine, iki tarafın müşterek iradesiyle ve taraflardan birinin ölümü Hâlinde sona erdırilebilen eşitler arasında akdedilen sivil bir sözleşme olarak kabul eder (boşanma aslında zorlaştırılmıştır; özellikle de insanların ayrılmaya karar vermeden önce boşanma konusunda çok ciddî şekilde düşünmelerini sağlamak için son derece tabiî nedenlerle kadın için çok daha fazla sınırlandırma sözkonusudur). Yüce Peygamberimiz (sav), câhiliyye döneminde dul kadınlara karşı beslenen nefreti ve dışlamayı yıkmak ve bir devlet başkanı olarak onlara evlenme imkânı sunabilmek kaygısıyla Arabistan’ın hükümranı olduğu zaman çeşitli sayıda dul kadınla evlenmişti.

Ve bu sorun, beni, o bir hayli netameli bir mesele olan çok kadınla evlilik (poligami) meselesine getiriyor burada. Islâm’ın gelmesinden önceki câhiliye döneminde Arabistan- yarımadası bütünüyle çok eşliliğin hakim olduğu bir yerdi;ya da daha doğru bir ifadeyle; cahliye döneminde Arabistan Yarımadasının bütününde, erkeklerin kadınlara davranış biçimleri konusunda hukuki ya da dinî sınırlar veya sınırlamalar getirmemişti. Ama Islâm geldik ten sonra, toplum köklü bir dönüşüm geçirmeye başlayınca,bu tür sınırlar ve sınırlamalar getirdi kaçınılmaz olarak.

Batılı yazarların çoğu, İslâm’ın tek eşle evliliği mutlak olarak emretmediği ve Peygamberimizin (sav) birden fazla kadınla evlendiği gerekçesiyle İslamı suçlamaktan geri durmuyorlar. Oysa burada bürün içtenliğimle şunu söylemek isterim: Tarihte, Peygamberimizin Hz. Hatice (r. anhâ) ile olan 26 yıllık mutlu, huzurlu ve örnek evliliğinden daha apaşıkâr, daha parlak bir tek eşle evlilik örneği yoktur.

Ancak bu mutlu ve huzurlu birliktelik müstesna bir birliktelikti ve mutlu evliliğin istisnâî bir durum olduğu ve eğer Peygamberimiz (sav) yalnızca bu evlilik tecrübesini yaşamış olsaydı, o zaman, O’nun bütün insanlığa örnek olmaklığı, anlamı ve faydası daha az bir örneklik ve faydalılık durumu olmuş olurdu. O yüzden, Peygamberimiz, hem mükemmel bir tek eşle evlilik örneği, hem de mükemmel bir çok eşle evlilik örneği ortaya koymuştur. O zamanlar, erkeklerin kahır ekseriyeti çok eşle evlilik yanlısı kişiler olduğu için, Peygamberimizin çok eşle evlilik konusunda ortaya koyduğu örnekliğin mahiyetinin ne olduğu ve ne kadar Önem ve anlam arzettıği çok iyi bilinmelidir. Bu arada, ben erkeklerin câhıliyye döneminde neden çok eşle evliliği terkettığini bilmiyorum açıkçası.

İnsanlar, zaman zaman sanki çok eşle evlilik İslâm’a ait bir kurummuş gibi ilen geri konuşup duruyorlar. Oysa çok eşle evlilik, Islâm'dan çok Hıristiyanlığa ait bir kurumdur (öyle ki, lsa-Mesih’ten sonraki süreçte çok eşle evlilik. Hıristiyan âleminde yüzyıllarca bir görenek olarak tatbik edilmişti). Ama doğrusunu söylemek gerekirse, çok eşle evlilik, beşerî bir »aftır ve çok eşle evliliğin hukûkî olarak düzenlenmesi, hem erkeklerin, hem de kadınların (özellikle de kadınların) lehinedir.

Batı dünyasında, katıksız bir tek eşk evlilik uygulaması, hiçbir zaman ger çek anlamda tatbik edilememiştir, ancak tek eşle evlilik fetişizmi uğruna, çok sayıda kadın ve onların Çocukları kurban edilmiş ve son derece zor ve zorbaca şartlar altında  mahkûm edilmiştir. Oysa İslâm, Allahın yarattıklarının sayısını, her zaman aşma eğilimi gösterdiği gözlenen bütün fetişleri yıkar.

Avrupada kadına-tapıcılık ile kadınların aşağılanması ve sefil duruma sürüklenmeleri atbaşı gitmiştir.

Tam olarak uygulandığında İslâmî sistem, baştan çıkartmanın tehlikelerini, fahişeliğin korkunçluklarını ve açıkça, sıkı bir şekilde düzenlenmemiş çok eşle evliliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak Batı’daki sayısız kadının ve çocuğun dûçâr olduğu “kötü kader”i ortadan kaldırır. Bu bağlamda geliştirilen islami sistemin temel ilkesi, bir erkeğin her kadına karşı geliştirdiği davranışından ve bu davranışlarının sonuçlarından sorumlu olduğu şeklinde bir ilkedir.

Keza İslâmî sistem, Batılı yazarlar tarafından cinsî münasebet gerçeklen etrafında örülen romanın / aşk ilişkilerinin belli bir kısmını da reddeder, romana bir yanılsamadır ve bizim hiçbir zaman romans'ın yitirilmesine karşı yas tutmaya ihtiyacımız yoktur.

Burada en yaygın olarak okunan Avrupa edebiyatının çoğuna birazdan var kından bakın; işte o zaman, erkeğin bu dünyadaki hayatının gayesinin, kadın aşkı "ideal biçimde erkeğin birden çok denemeden sonra keşfettiği, tek, seçilmiş bir kadına âşık olması’’ olduğunu göreceksiniz. Bir kadın keşfedildiğinde (âşık olunacak bir kadın nihayet bulunduğunda), okuyucu, iki kişi arasında “ruhların birleşmesinin gerçekleştiğini varsaymaya itilir.

İşte hayatın gâyesi budur Batı’da. Ama bu, sağduyu filan değildir. Tastamam saçmalıktır. Ama bu, Hıristiyan Kilisesinin evliliğe ilişkin öğretisinin - izi kolaylıkla sürülebilecek' bir ürünüdür. Kadın, cazip ama yasaklanmış bir varlıktır, İsa-Mesih ile Kilise’nin birliğini temsil eden, ruhbanca bir takdis ne denıyle mistik bir birleşmenin vukû bulması durumu hâriç, kadın tabiatı icabı günahkâr bir varlık olarak kabul edilmiştir.

Oysa bu konuda İslâm’ın öğretisi bütünüyle farklıdır. İslâm’ın öğretisinde, iki insan ruhunun birleşmesi diye bir şey sözkonusu değildir ve iki ruhun birleşmesi uğruna hayatlarını vakfedenler, yollarını şaşırmaktan ve şaşkına donmekten kurtulamazlar. Az çok sempati ve az biraz da sevgi’den ibarettir bütün olup biten. Ancak Allah a yaklaşmanın, vâsıl olmanın yolu bulunmadıkça ya da buluncaya kadar, her insanın ruhu, beşikten mezara dek ıpıssızdır.

Pitchall,İslam Medeniyetinin Dinamikleri
Devamını Oku »