Hayatı İnternette Dolaşır Gibi Yaşıyoruz

İnternet-hayat


Hayatı internette dolaşır gibi yaşıyoruz. Bir anda birkaç pencere birden açarak, ayrı iklimlerde geziniyoruz. Bedeni­miz bir yerde, ancak ruhumuz başka başka yerlerde gezini­yor. Bir gülüşün tam ortasında, uzay gemisinden yanlışlık­la dünyaya düşmüş bir yabancı gibi kalakalıyoruz. Sahi, ben orada değilken bu kadar komik ne otmuş olabilir? Niye gü­lüyor çevremdeki bu insanlar? Neyi kaçırdım ben?

Kaçırdığım şey, insan olmanın ta kendisi. Bir başkasının gözlerini ve yüzünü dikkatle izlemeyi kaçırdım. Gözlerin­de dolaşan bulutları, yüzünün bazı kelimelerde seğirmesini kaçırdım. Kelimelerin aldıkları vurguyla yeni anlamlara bü­rünmesini kaçırdım. O an orada olamamakla, hayan kaçırdım. Bir daha geri gelmeyecek o anı, sonsuza dek yitirdim.

O sohbet, o gülüş, o istiğrak hali geri dönmeyecek. Ben ha­yal yutmuş zombiler gibi hiçbir yerde olamamanın çölünde deveran edeceğim. Yurtsuz bir hayalet gibi.

Orada olamamak hayatın mutluluğunu alıp götürüyor. An bölünmemeli. Bir hazine gibi saklanmalı, üzerine titrenmeli. Bir kelime heyecanla ateşlenmeyecekse hiç dilimize düşmemeli. Sessizlik sözün tacıdır. Susmak ve dinlemekle­dir ki, ana katılırız. Dil sessizlikle olgunlaşarak vücut bulma­lı. Bir dostun huzurunda durduğumuzda, onun varlığı kafa­mızdaki bütün hesapları silmeli.

Teknolojik seslerin nüfuz edemediği kovukları olmalı ha­yatımızın. Baharın rayihalarını içimize çektiğimiz, toprağın hışırtısını duyduğumuz, rüzgârın fısıltısını işittiğimiz sak­lanma anları. Dost’un sesini duyabilmek, ruhu onun konuş­masına ayarlayabilmek için çılgın kalabalıktan uzaklaştığı­mız saatler.

Yine bir yazı yazmakla ruhuma şifa arıyorum. Orada ol­mak için, anın oğlu olmalıyım. Yaşanan an beni doğurmalı. Ve bütün ruhumla ona kendimi katmalıyım.Başka şansım yok: Rüzgârla konuşmalıyım.

Kaynak:

Kemal Sayar - Herşeyin Bir Anlamı Var
Devamını Oku »

İnternet: Alabilene, büyük ibret!..



“İbret bunun neresinde?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bir değil, pek çok ibretler var aslında internet denilen uçsuz bucaksız âlemde… Ama ibretle bakmasını bilene!.. Yazının devamını okuduğunuzda sanırım bana hak vereceksiniz.

Değerli okuyucum.

Kısaca “uluslararası ağ” diyebileceğimiz internet, yeni bir yüzyılın onyedi yılını geride bıraktığımız günümüzde hayatımızın her safhasına iyiden iyiye girmiş bulunuyor. Çok değil, daha bundan birkaç yıl önce, internetin gelecek yıllarda hayatımıza getireceği kolaylıklardan söz edilirken, uçak biletlerinin internet üzerinden satın alınabileceği örneği veriliyordu. Evet, bugün sadece uçak biletleri değil, aklınıza gelebilecek pek çok alanda rezervasyon ve satın alma işlemleri internet üzerinden yapılabiliyor. Artık çantanızda taşıyabileceğiniz küçücük bir malzemeden, içinde yaşayabileceğiniz evlere kadar her şeyi internet aracılığıyla edinmeniz mümkün. Özellikle eğitim, tıp, ulusal ve uluslararası ticaret, haberleşme, reklam ve medya alanlarında ise internetin sağladığı imkân ve kolaylıkları kimse inkâr etmiyor.

Bu kadar iyi ve faydalı yönleri yanında maalesef internet bugün kimileri için en büyük soygunların zemini, aile içi iletişimin en büyük engeli, evlilik bağının kopma noktasına gelmesinde en önemli etkenlerden biri ve nihayet yuvaların dağılmasına sebep olan kötü bir vasıta… Tüm bu kötü özelliklerine ilave olarak en masum haliyle bile vaktimizi önemli ölçüde “çalan” ve bizi saatlerce meşgul ederek en azından hareketsizliğe mahkûm eden bir zararlı alışkanlık, aynı zamanda internet bağımlılığı…

Alışkanlık ve bağımlılıktan söz ediyoruz; çünkü her gün belirli bir zaman dilimini ekran başında geçirmezse kendisini mutsuz ve bir yönüyle eksik hisseden insanların sayısı günümüzde artık ciddi boyutlara ulaşmış bulunuyor. Bu ciddi durum, netice olarak ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde bir müstakil bölümün açılmasına bile sebep oldu. Artık İnternet Bağımlılığı Polikliniği adı altında sırf bu konuda hizmet sunmayı amaçlayan birimleri görmek mümkün…

Kıymetli okuyucum.

Medyanın, haberleşme ve iletişim vasıtalarının önemi konusunda hepimiz hemfikiriz. Ancak burada üzerinde durulması gereken husus, bu vasıtalar karşısında Müslüman bireyin tavrının ve duruşunun nasıl olmasıdır… Çünkü konuyla ilgili bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İnsanlardan öylesi vardır ki, bir cahil cüretkârlığı ile insanları Allah’ın yolundan saptırmak ve onu eğlence konusu yapmak için boş sözleri satın alır. Böyleleri için aşağılayıcı bir azap vardır elbette…” (Lokman, 6)

Bu ayet meşhur Mekke müşriklerinden Nadr b. Haris ile ilgili olarak nâzil olmuştur. Çünkü o, inen her bir ayetin Mekke şehrinde insanları nasıl etkilediğini görüyor ve buna engel olmak adına kendince çareler bulmak için çabalıyordu. Nihayet, ticaret maksadıyla gittiği yurtdışından getirmiş olduğu masal kitaplarından bölümler okumaya karar vermiş ve bu sayede insanları Kur’an’dan alıkoymak istemişti. İşte indirilen bu ayet onun kötü niyetinden ve amelinden bahsetmektedir.

“İnkârcılar aslında bir (aynı) topluluktur” anlamındaki “el-küfru milletün vâhidetün” hadis-i şerifindeki veciz tespit bize şunu gösteriyor ki, o dönemde var olan Nadr b. Haris gibilerin günümüzde de temsilcileri olacaktır ve bu kıyamete kadar böylece devam edecektir. Allah Teâlâ’nın müminlerden “sözün güzeline talip olmalarını istediği”ni (bkz.Fâtır, 10) hatırlayarak, internet dediğimiz bu uçsuz bucaksız sanal âlemde Müslüman’ın da kendine has bir tavrının ve duruşunun olması gerektiğini söyleyebiliriz.

Önümüzdeki hafta bu tavrın ve duruşun temel nitelikleri üzerinde durmaya çalışacağız. Sağlık ve esenlik dileklerimle sağlıcakla kalınız efendim…

Sanal âlemde Müslüman’ın tavrı ve duruşu nasıl olmalı?

Değerli okuyucum.

Geçen hafta ele almaya başladığımız internet mevzuuna bu haftaki yazımızda da devam edeceğiz. Bugünkü yazımızda internet dediğimiz bu uçsuz bucaksız sanal âlemde Müslüman bireyin kendine yakışan tavrının ve duruşunun nasıl olması gerektiği; bu tavrın ve duruşun temel niteliklerinin neler olabileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Kur’ân-ı Kerim’de bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” (Ankebut, 64)

Dört elle sarıldığımız bu dünyanın aslında bir oyun, bir eğlence olduğunu bildiren bu ayet, aynı zamanda çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir: Her bir oyun, senaryo gereği son bulur. Her bir eğlence belirli saatte sona erer.

Acıları ve tatlılarıyla, sevinçleri ve hüzünleriyle, kısacası tüm gerçekliğiyle hissederek yaşadığımızı zannettiğimiz bu dünya hayatını bir “oyun-eğlence” olarak niteleyen Yüce Yaratıcımız, biz müminlere acaba internet konusunda hangi mesajları veriyor dersiniz?..

Cevap olarak, gerçek zannettiğimiz dünya hayatı bir oyun ve oyalamacadan ibaret ise “sanal âlem” denilen internet dünyası hiç şüphesiz daha çok, daha büyük bir oyun ve eğlenceden ibarettir diyebiliriz. Nitekim yapılan bir araştırmada, internet kullanıcılarının %82’si interneti sadece oyun, eğlence ve sohbet için kullandığını ifade etmiştir. Demek ki, 10 kişiden 8’i, geçici hevesler diyarı olan dünyamızın bir başka hevesler ve geçici arzular zemininde oyun ve eğlenceye dalmış durumdadır. Bir başka araştırmada, interneti eğitim ve bilgi edinme amacıyla kullananların oranının %38 dolayında kalması, internetin bu amaçla kullanımındaki azlığını göz önüne sermektedir.

Sözü eğitimden açmışken bir hususa da değinmekte fayda vardır. Akademisyenlerle yaptığımız sohbetlerde, “bilgi edinmek maksadıyla internette harcanan zamanın, normal şartlarda yazılı eserlerden elde edilen bilgi için harcanan zamandan dört kat daha fazla olduğu”nu ifade etmeleri anlamlıdır. Evet, izafi olarak internetin kısa zamanda bize pek çok bilgiyi sunduğunu söylemek mümkündür. Ancak, sunduğu bu bilgi yığınının altından kalkabilmek için normalden daha fazla emek ve zaman harcamak zorunda kaldığımız da bir gerçektir. O sebeple, özellikle bilimsel çalışma yapmak isteyenler için internet bir ön bilgi sağlayıcı olmakla birlikte değişmeyen gerçek, bilgiye ulaşmak, tahlil ve tasnif yapabilmek için kitaplar ve kütüphaneler, “olmazsa olmaz” unsurlardır.

Burada eklememiz gerek diğer bir husus da şudur: İnternetin, yeni yetişen nesillere verdiği zararlardan biri de -eğitim amaçlı olarak kullansalar bile- internet, insanları tembelliğe, kolaycılığa ve hazırcılığa alıştırmaktadır. Neticede, öğrenme çağında olan bir genç, herhangi bir konuda araştırma yapmak istediği zaman, o konuda yazılan kitapları, ansiklopedileri bizzat görmek, okumak, tahlil etmek ve kendince çıkarımda bulunarak kaleme alacağı bir metin yazmak yerine, onlarca siteden birine girerek, “kes-kopyala-yapıştır-yazdır” komutlarıyla elde ettiği metni –bazen hiç okumadan- “Performans Ödevi” olarak öğretmeninin masasına koymaktadır. “Bu nasıl performans?” deseniz de maalesef ortada olan gerçek budur!..

Önümüzdeki hafta, interneti nasıl faydalı hale getirebiliriz konusu üzerinde duracağımızı ifade ederek sağlık ve esenlikler dilerim…

Mehmet Emin Ay

Dirilişpostası
Devamını Oku »

Bir sosyal medya ilmihaline ihtiyacımız var





Kadim zamanlarla modern zamanlar arasındaki en büyük farklardan biri muhakkak "hız"dır. Günlük yaşantıların, ülke gündeminin, ticaretin ve dünya siyasetinin hızlanmasına kimine göre vesile kimine göre sebep olan teknoloji, bir yandan dünyaya hız katarken bir yandan da kendisi hızla ilerledi. Buharlı makine, seri üretim, petrol kullanımı, atom bombası, seyyare, tayyare derken bugün şaşkın bir halde teknolojiden ziyade piyasadaki teknolojik ürünleri izliyoruz.

Teknolojik ürün deyince aklımıza günlük hayatımıza en fazla sirayet eden, günlük hayatımızda en çok kullandığımız ürünler geliyor: Telefon ve bilgisayar. İnternet ise bu iki cihazın mütemmim cüzü haline geldi. Şunu hatırlatmak gerekir ki hemen hemen tüm teknolojik cihazlar ve icatlar gibi telefonbilgisayar veinternet de askeri çalışmalar sırasında ortaya çıkmıştır, daha sonra günlük kullanıma sunulmuştur. Bu üçlü esasen varoluşlarını savaşlara borçlular. Belki de bu yüzden, yani tabiatları gereği kendi kullanıcılarını düşük yoğunluklu savaşa benzer bir hâle sürüklüyorlar.

Gelin görün ki gerçek savaşın bizde bir fıkhı, yani kurallar manzumesi varken; bu sanal savaşın ve teknolojinin bir fıkhı yok. Çünkü teknolojinin, teknolojik ürünlerin ve sanal dünyanın içtihadını yapamadık, yapamıyoruz, görünen o ki yapmakta da zorlanacağız.

Başlarda iletişim cihazlarının ileti yolları kısıtlıydı. Hızla ilerleyen bilişim bu cihazların teknolojik yönünü geliştirdi. Tabi ki kapitalizmin enstrümanları da bu teknolojiden yeni sermaye alanları yaratmaya çalışıyordu. Başarısız ve kısa süreli denemelerden, bilinçsiz uğraşılardan sonra ortaya istikrarlı, bilinçli, sektör ve platform haline gelen bir alan çıktı: "Sosyal Medya".

Ne yani, şimdi biz ahlâksız mıyız?”

Sosyal medyaya ve ahlâka dair düşüncelerimin su üstüne çıkmasına sosyal medyada tanık olduğum üzücü bir hadise sebep oldu. Bir vakfın mensupları bir paylaşım üzerine yorum yapıyor, farklı düşünceler serdediyorlardı. Herkesin neredeyse kardeş hukukuna sahip olduğu bir arkadaş grubu, muhtemelen kendilerinin de tam olarak anlayamadığı bir sebepten ötürü tartışmaya başladı. Bir ağabeyimizin “keşke sosyal medya ahlakı diye bir dersimiz olsa” yazması ise olayı alevlendirdi. Sosyal medyada jest, mimik, duygu, ses tonu gibi durum ve hareketler muhatap tarafından algılanamadığı için yazılan her şey yanlış anlaşılmaya teşne bir hal alıyor. Bu iyi niyetli ve ciddi cümle, muhataplar tarafından bir iğneleme olarak algılandı ve “ne yani, şimdi biz ahlâksız mıyız?” diye uzayıp giden bir kavgaya dönüştü.

Sosyal medya, iletişimi fonksiyonel kılsa da duyguları ve niyetleri örten bir yapıya sahip. Samimiyeti setreden bir doğası var. Nostalji güzellemeleri yapmak istemem fakat mektup bile duygularımızı daha rahat ifade etmemizi sağlayan bir iletişim yoluymuş, bunu anlayabiliyoruz. Mektuptan daha hızlı ve en az mektup kadar uzun yazabileceğimiz sosyal medya - karakter sayısı mecraya göre değişse de – neden mektup kadar samimi değil? Çünkü sosyal medyanın bizim oluşturmadığımız, kendine has bir ahlâkı, ahlâksızlığı var.



Sosyal medya hızlıdır, uzunluğu kaldırmaz. Bu uzun yazmama durumu genel kullanıcı kitlesi itibariyle “az ama öz”den ziyade “az ve boş” olarak şekilleniyor. Sosyal medya çabuk tüketir, çabuk tükettirir. Yanında, altında “Hz. x” yazan bir söz hemen paylaşılır ve bir daha akla gelmez. Sosyal medya sadece şirketlerin değil, şahısların da reklam yapacağı bir alan olduğu için, reklamınızı iğneleme yolu ile yapmak reklam gelirlerinizi arttırır. Bu yüzden artık arkadaşlar bile birbirine söylenen sözlerden şüphelenmeye başlıyor. Sosyal medya haberi çabucak yayar. Herhangi bir cümle, doğruluğu teyit edilmeyen bir haber, ağzınızdan kaçan bir söz bir anda milyonlar tarafından görülebilir ve paylaşılabilir.

Toplumu gerçek yüzleriyle kandıramayacak insanlar...

Sosyal medyanın hayatımıza soktuğu önemli hususlardan biri de sahte hesaplar. Tanınmış insanların adına açılan hesaplar ile yazılanlar, atılan 'tweetl'er, paylaşılan fotoğraflar vs. tam bir dezenformasyon örneği oluşturuyor. Bu dezenformasyon politikadan tutun da dini hükümlere kadar her alanda yer buluyor. Hatta tesadüfe bakın ki, şu satırları yazdığım sırada meşhur bir akademisyen-şairin adına açılmış bir hesaba denk geldim ve Hz. Aişe Validemiz’e dair çocukların bile güleceği bir hüküm okudum. İşin bir acı tarafı da bu hesapların sahte olduğunu anlamayan kullanıcıların bir hayli kalabalık oluşu. Tıpkı Hz. Aişe’ye dair verilen saçma hükme dair “Allah razı olsun hocam” cevabının yazılması gibi, pek çok kullanıcı bu hesaplardan yazılanlara inanıyor ve bunu gerçekmiş gibi yayıyor.

Geçtiğimiz aylarda Erkan Oğur’un adına açılmış bir sahte hesap ve bu hesaptan atılan tweetler yüzünden Oğur’un bir konseri iptal edildi. Geçtiğimiz senelerdeÖmer Tuğrul İnançer tarafından adına sosyal medya hesapları açanlara ulaşılmaya çalışıldı, bu hesapların kapatılması rica edildi. Milli Eğitim Bakanımız Nabi Avcıneredeyse her ay “Twitter hesabım yok” diye açıklama yapmak zorunda kalıyor. Bazı yazar-çizer, sanatçı ve siyasetçiler sırf bu yüzden kendilerine ait bir hesap açmak zorunda kalıyor. Toplumu gerçek yüzleriyle kandıramayacak insanlar, profil resimlerine adına hesap açtığı kişinin fotoğrafını koyuyor ve ucunun nereye gideceğini bilmediği, belki de bildiği olaylar silsilesini yaratmaya başlıyor.

Yalanlarla insanları manipüle etmek

Sosyal medyanın, fısıltı gazetesinin yazıya bürünmüş halini aldığını söyleyebiliriz. Bu mecra bir dedikodu kazanına dönmüş durumda. Fısıltı gazetesinin ve dedikodunun yanında sönük ve masum kaldığı bir durum var ki o da yalanlar. “Bir deli bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” misali, çok gizli bilgiler verdiği izlenimi uyandıran sosyal medya hesapları her türlü tezviratı yapabilmekteler.

Bir müddet önceye kadar araştırmalar neticesinde sosyal medyanın egoyu ve tatminsizliği yükselttiğini söylerken, artık bunları mumla arar hale geldik çünkü egonun belki yalnızca sahibine zararı varken yalan haberlerin, manipülasyonların tüm topluma zararı oluyor. Takipçileri de meraklandıran ve heyecanlandıran bazı haberler, yazılar hem “lâ tecessesü”yü hiçe saymaktalar hem yalan söylemekteler hem de bu yalanlarla insanları manipüle etmekteler.

Sosyal medyada yayılan yalan haberler yüzünden bazı toplumsal olaylarda hararetin arttığını, insanların olaylara katılmaya tahrik edildiğini, hatta olayların bu yüzden büyüdüğünü biliyoruz.

Sosyal medyaya dair bir ilmihalimiz ve fıkıh kitabımız olsa

Yalnızca medyada değil, hayatın her alanında geçerli olacağı üzere, kural olmayan bir alanda kaos oluşur. İşte sosyal medya da kaosun ne kadar vahim boyutlara ulaşabileceğini gördüğümüz bir alan hâline geldi. Tüm bu olumsuzlukları, bozuklukları düzeltmek için belirli, oturmuş bir düzen gerekmektedir. Bilgisayar ve telefonları basit bir iletişim cihazı halinden çıkarıp, kompleks bir iletişim ve medya cihazı haline getirenler ve bunu kullananlar şeytanın geleneksel, nostaljik, eski, yeni, fütüristik, teknolojik gibi takıntılarının olmadığını pek hesaba katmamış olabilir. Fakat şahısların nasıl ki her yerde ve her zamanda bir ahlâka riayet etmesi gerekirse, sosyal medyada da bir ahlâka riayet etmesi gerekir. Çünkü sosyal medyada, bizim günah dediğimiz ve halen ciddiye aldığımız eylemlerin, hâllerin pek çoğu eş zamanlı olarak yaşanmaktadır. Mezkur günahlara bulaşanlar sanal olarak değil, gerçekten günaha girdiklerinin farkına varmalılar.

Bu problemlerin önüne TİB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı), Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla MücadeleŞubesi gibi kurumların geçeceğini söyleyemeyiz elbette. Bunlar ancak suçu işleyeni tespit edip suçu durdurur ve cezai müeyyide gerektiren durumlarda savcılıkla işbirliği yapar. Yani fıkhın, içtihadın ceza bahsini öyle veya böyle halletmiş olurlar.

Fakat biliyoruz ki fıkıhta ceza adaleti sağlasa ve caydırıcı olsa da, ceza gerektiren işlemi yapmamak-yaptırmamak için belirli bir ahlâk tertibi vardır ailede-çevrede-toplumda. Bu yüzden sosyal medyanın içtihadını yapacak ve bunu yaygınlaştıracak, buna riayet edecek kullanıcılara ihtiyacımız var. “Mevcut fıkhı, bırak sosyal medyayı sosyal hayatta uygulayamıyoruz” diye temel bir tepki, ya da “Henüz kitle medyasına dair yerleşmiş ve istikrarlı bir kurallar bütünü oluşturamadık ki sıra ona gelsin” gibi bir tepki gayet yerinde olur. Zaten böyle bir girişimin zor olduğunu biliyoruz ama zararın neresinden dönersek kârdır.

Bütünden ziyade parçayla uğraşmak daha kolay olabilir. Keşke şu önümüzde duran, bas bas bağıran, güncelliği taptaze olan ve halen “yeni” sayıldığı için kaosa açık olduğu kadar nizama da açık olan sosyal medyaya dair bir ilmihalimiz ve fıkıh kitabımız olsa...



Muhammed Özbey yazdı

Aldığım yer:http://www.dunyabizim.com/polemik/18702/bir-sosyal-medya-ilmihaline-ihtiyacimiz-var

Devamını Oku »