Hicri 259, miladi 776 yılında Basra’da doğan ve yüzyıla yakın uzun ve verimli bir ömür geçirmiş olan Ebû Osman Amr el-Câhız (ö. 255/869), Mutezile mezhebinin önemli simalarındandır. Dil-edebiyat, ahlak, kelam, felsefe, zooloji vb pek çok sahada eserler telif etmiştir. Farklı sahalarda yazılmış eserlerinde onu özgün kılan disiplinlerarası bir yaklaşım dikkat çekmektedir. Özellikle dil konusundaki felsefî tahlil ve değerlendirmeleri Nazzâm’la beraber bu sahada Mutezile’nin en çarpıcı isimlerinden birisi olmasını sağlamıştır. Mutezile mezhebinin akla verdiği önem bilinmektedir. Aşağıda Câhız’ın Resâ’il’inden yapılan çeviride din-dünya ve akıl-nakil ilişkisi gibi konularda bu hususun açık yansımalarını görebiliriz.
-------------
Bil ki adab, hem din hem de dünya için kullanılmaya uygun vasıtalardır. Bunlar tabiatların/mizaçların asıllarına göre ortaya konulmuşlardır. Din ve dünya işlerinin yürütülmesine dair işlerin esasları aynıdır. dinî hususlardaki muameleleri bozuk olanın dünyevi muameleleri de bozuk olur. Dünyadaki muamelelerde geçersiz olan her iş dinde de geçerli olmaz.
Din ve dünya arasındaki yegâne fark, yalnızca bunların yurdunun farklı olmasıdır. Birinin hükmü burada, diğerinin oradadır. Böyle olmasaydı ne bir ülke var olur, ne devlet ayakta durur, ne de siyasetin/idarenin istikameti olurdu. Bunun için Cenab-ı Allah “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır” (Kur’ân 17: 72) buyurmuştur. İbn Abbas, bu ayetin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle demiştir: Kim bu dünya işlerini nasıl çekip çevireceğine dair aklında bir bilgiye sahip değilse, o dine de aynı akılla yönelir ve dünya hususundaki bilgisizliği ahiret hakkında daha da fazla olur. Çünkü dünya duyulur/görülür âlem, ahiret ise gayb/duyu ötesi âlemdir. Gördüğünü bilmeyen, görmediği hakkında daha da cahil olur…
Bil ki ahiretin hükmü dünyanın hükmü gibidir, yani doğru, hakkaniyetli tartım, adil hüküm. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O gün teraziler kurulur, iyilikleri ağır gelenler asıl kurtuluşa erecekler onlardır, iyilikleri hafif gelenler ise kendilerini hüsrana uğratanlar ve cehennemde asırlarca kalacak olanlardır” (Kur’ân 23: 102–103) Bu ayette Allah Teâlâ bir benzetme yapmaktadır. Çünkü insanlar terazinin bir kefesine bir şey konulduğunda diğer kefeye de ondan daha az veya çok bir şey konmadıkça ölçmenin makul bir anlamı olmayacağını bilir. Herkes mutlak hata eder, ayağı sürçer, dalgınlığa düşer.
Allah, kötülüklerinden pişman olarak iyilikleri kötülüklerine baskın gelenlerin kurtuluşa ereceklerini, felaha kavuşacaklarını haber vermiştir. Kötülükleri ağır basanlar ise azara ve azaba müstahak olur. Onun hükmü bu dünyada da böyledir; çünkü veli kullarına yardımcı olur, onlar hakkında adaletle karar verir. İşlerinde iyilik baskın olduğu için hata etseler de bazı durumlarda onlara hatalarını gösterir. Diğerlerinin ise, bazı işleri iyi olsa da, kötülükleri fazla olduğu için onlardan yüz çevirir. İnsanların kendi aralarında da durum böyle cereyan eder.
Bazen kötülük işlese bile çoğunlukla fiillerinde adil olanı adil sayarlar, tersine bazen iyilik işlese de çoğunlukla fısk ve fücûr işleyeni de fâsık addederler. Netice itibariyle işler ancak akıbetlerine göre değerlendirilir ve her kişi hakkında hal ve gidişatının geneline göre hükmedilir. Bu bahsi geçen durumlar akli sabitelerdir, muameleler bunlara göre yürür gider, siyaset buna göre istikamet kazanır ve böyle olması gerektiğine dair toplum içinde herhangi bir ihtilaf yoktur…
Câhız 1983. Mecmûu Resâili Câhız, tahkik: Muhammed Taha Hâcirî, Beyrut, s. 128–131.
Çeviren: Mehmet İlhan
Bize Yön Veren Metinler,Cilt.1
Derleyen:Alev Alatlı
-------------
Bil ki adab, hem din hem de dünya için kullanılmaya uygun vasıtalardır. Bunlar tabiatların/mizaçların asıllarına göre ortaya konulmuşlardır. Din ve dünya işlerinin yürütülmesine dair işlerin esasları aynıdır. dinî hususlardaki muameleleri bozuk olanın dünyevi muameleleri de bozuk olur. Dünyadaki muamelelerde geçersiz olan her iş dinde de geçerli olmaz.
Din ve dünya arasındaki yegâne fark, yalnızca bunların yurdunun farklı olmasıdır. Birinin hükmü burada, diğerinin oradadır. Böyle olmasaydı ne bir ülke var olur, ne devlet ayakta durur, ne de siyasetin/idarenin istikameti olurdu. Bunun için Cenab-ı Allah “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır” (Kur’ân 17: 72) buyurmuştur. İbn Abbas, bu ayetin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle demiştir: Kim bu dünya işlerini nasıl çekip çevireceğine dair aklında bir bilgiye sahip değilse, o dine de aynı akılla yönelir ve dünya hususundaki bilgisizliği ahiret hakkında daha da fazla olur. Çünkü dünya duyulur/görülür âlem, ahiret ise gayb/duyu ötesi âlemdir. Gördüğünü bilmeyen, görmediği hakkında daha da cahil olur…
Bil ki ahiretin hükmü dünyanın hükmü gibidir, yani doğru, hakkaniyetli tartım, adil hüküm. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O gün teraziler kurulur, iyilikleri ağır gelenler asıl kurtuluşa erecekler onlardır, iyilikleri hafif gelenler ise kendilerini hüsrana uğratanlar ve cehennemde asırlarca kalacak olanlardır” (Kur’ân 23: 102–103) Bu ayette Allah Teâlâ bir benzetme yapmaktadır. Çünkü insanlar terazinin bir kefesine bir şey konulduğunda diğer kefeye de ondan daha az veya çok bir şey konmadıkça ölçmenin makul bir anlamı olmayacağını bilir. Herkes mutlak hata eder, ayağı sürçer, dalgınlığa düşer.
Allah, kötülüklerinden pişman olarak iyilikleri kötülüklerine baskın gelenlerin kurtuluşa ereceklerini, felaha kavuşacaklarını haber vermiştir. Kötülükleri ağır basanlar ise azara ve azaba müstahak olur. Onun hükmü bu dünyada da böyledir; çünkü veli kullarına yardımcı olur, onlar hakkında adaletle karar verir. İşlerinde iyilik baskın olduğu için hata etseler de bazı durumlarda onlara hatalarını gösterir. Diğerlerinin ise, bazı işleri iyi olsa da, kötülükleri fazla olduğu için onlardan yüz çevirir. İnsanların kendi aralarında da durum böyle cereyan eder.
Bazen kötülük işlese bile çoğunlukla fiillerinde adil olanı adil sayarlar, tersine bazen iyilik işlese de çoğunlukla fısk ve fücûr işleyeni de fâsık addederler. Netice itibariyle işler ancak akıbetlerine göre değerlendirilir ve her kişi hakkında hal ve gidişatının geneline göre hükmedilir. Bu bahsi geçen durumlar akli sabitelerdir, muameleler bunlara göre yürür gider, siyaset buna göre istikamet kazanır ve böyle olması gerektiğine dair toplum içinde herhangi bir ihtilaf yoktur…
Câhız 1983. Mecmûu Resâili Câhız, tahkik: Muhammed Taha Hâcirî, Beyrut, s. 128–131.
Çeviren: Mehmet İlhan
Bize Yön Veren Metinler,Cilt.1
Derleyen:Alev Alatlı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder