Selçuklular ve Bâtınîler



5. Selçuklular ve Bâtınîler

Selçukluların siyasî kudretlerine, ilmî ve kültürel gayretlerine rağmen yine de bu Şi’î faaliyetlerin eksik olmaması müfrit Şi’î (Gulâti-şî’a) ve Bâtınîlerin cemiyet bünyesinde ne derece işlemeğe çalıştığını ve nasıl siyasî fırsatları beklediklerini göstermektedir. Fakat Selçuklular tarihinde müfrit Şi’î adı’ altında vukubulan yıkıcı hareketler arasında en mühimini, şüphesiz Haşan Sabbâh tarafından kurulan Bâtınî (İsmâ’ilî) teşkilâtı idi.

Hasan Sabbâh Sasanîler zamanında îran’ı alt-üst eden komünist Mazdak mensuplarının îslâm devrinde Hurremî, Karmatî ve şâir adlar altında zuhur eden fırkaların bir devamı olup îslâmiyeti, İçtimaî ve siyasî nizamı yıkinak gâyesini güdüyordu. Melikşâh’ın cihân hâkimiyeti teşebbüsü sırasında meydana çıkan Haşan Şabbâh mutedil Şi’î hüviyetiyle gö­ zükmekte ve sadece İmame t (Halifelik) meselesi ile meşgul oldu­ğunu iddia etmekte, fakat Kur’anın b â t ı n î mânası (Bâtınîlik tâbir; buradan gelir) üzerinde durarak onu ve îslâmiyeti tahribe çalışmakta idi. Nizâm ül-mülk eserinde Melikşâh’a tavsiyelerde bulunurken Tuğrul beg ve Alp Arslan’m islâmiyete yaptığı hizmetleri anlattıktan sonra(22) Haşan Sabbâh ve Bâtınîler hakkında: “Selçuk devletine ve hususiyle Cihân’ın efendisine (Melikşâh’a) yaptığım hizmetler malûmdur.

Her devirde ve ülkede hükümdarlara karşı âsiler çıkmıştır. Lâkin hiç bir Râfizî mezhebi Batiniler kadar meş ’um olamaz. Zirâ onların gayesi îslamiyeti ve bu devleti fesada vermektir; kulaklarını ve gözlerini bir sesin çıkmasına ve bir hâdisenin zuhuruna dikmişlerdir, ilk fırsatta ve felâkette kulübelerinden fırlayacak olan bu köpekler Râfizî mezheplerini yayacaklar ve her şeyi yıkacaklardır.

Bu sahtekârlar müslümanlık iddiasında görünürler; lâkin hiç bir düşman Muhammed’in dini ve sultanın devleti için onlar kadar tehlikeli ve korkunç değildir. Ben öldükten sonra büyük ve mümtaz insanları kuyulara attıkları, davul sesleriyle kulakları çınlattıkları ve sırlarını açığa vurdukları zaman bu sözlerim hatırlanacak ve bu felaket gününde sultan bütün bu söylediklerimde haklı olduğumu görecektir,, ifadeleri ile kuvvetli imanını ve isabetli görüşlerini meydana koymuş ve söyledikleri aynen vukubularak bir defa daha büyük bir insan olduğunu isbat etmiştir(23).

Filhakika bu büyük devlet adamı bizzat Batınîlerin kurbanı olarak gittikden sonra Selçuk devleti ve Islâm dünyası da onların fedaîleriyle dehşet verici çinâyetlere şahit olmuş; bir çok büyük âlim, emîr, kumandan, hükümdar ve halife Bâtınîler tarafından hançerlenmiştir. Bunların başında bulunan Haşan Sabbâh Mısır Şi’î Halifesi Mustansır’ı ziyaretten ve bir çok maceralar geçirdikten sonra kurduğu gizli teşkilâtı 1087 yılında faaliyete geçirmiş; 1090 yılında da Kazvin havalisinde ele geçirdiği Alamût kalesinde yerleşmiştir. Bâtınîlerin ilk cinâyetleri Sâve’de bir mü­ezzini elde etmeğe çalışmak ve onu öldürmekle başlar(24).

Bu hâdiseyi çıkaran Bâtınî fedaîleri şehrin şahnesi tarafından yakalandıktan sonra Melikşâh’ın Haşan Sabbâh’a yazdığı ihtar mektubu ve cevabı bize kadar gelmiştir. Gerçekten Selçuklu sultanı bu mektubunda Bâtınî reisine (Şeyh ut-cabele) yeni bir din kurduğunu, bazı dağlı câhil halkı iğfal ettiğini/ İslâm halifelerine ve Abbasîlere dil uzattığını söyleyerek kendisini takbih eylemekte, bu dalâletten vaz geçip îslamiyete dönmesini, aksi takdirde kalenin yerle bir edileceğini ve kendilerinin de temizleneceğini buyurmaktadır.

Hasan Sabbâh, cevabında hürmetkâr bir dil ile başlamakla ve müslüman bulunduğunu iddia eylemekle beraber, Abbasî halifelerinin haksızlıklarını ve fenalıklarını saymak, Fâtımîlerin gerçek halife olduklarını ileri sürmek suretiyle cüretini gösterdikten sonra sultanı Abbasîler ve Nizâm ül-mülk aleyhinde kışkırtmakta ve aksi takdirde başka birisinin zuhûr edip bu dinî vazifeyi başaracağını söyliyerek sultanı da tehdide yeltenmektedir(25). Melikşâh’ın elçisi Haşan Sabbâh’a gidince, rivâyete göre, Haşan Sabbâh, uyuşturucu maddeler (haşhaş) ile dimağlarını bozduğu fedaîlerine bıçakla veya kaleden kendilerini atmak suretiyle, intihar emrini veriyor; elçiye de sultana bunlardan emrinde 20,000 kişinin bulunduğunu bildirmesini söylüyor ve gerçekten de bu manzaranın hikâyesi Melikşah’ı hayrete düşürüyordu(26).

Selçuk sultanı Haşan Sabbâh ve Bâtınîlerin bu cüretini görünce, 1092 de emîr Arslan-taş kumandasında bir kuvveti onlara karşı gönderdi. Mayıs ayında Alamût’u kuşatan Selçuk beyi Eylül’de bozguna uğradı. Aynı zamanda Kuhistan Bâtınîlerine karşı Horasan askeri ile gönderilen Kızıl-sarığ da ciddî bir temizliğe girişti ise de Nizâmül - mülk ve Melikşâh’ın ölümleri istenilen neticenin alınmasına imkân vermedi(27). Melikşâh’ın ölümünden sonra patlak veren siyasî buhran ve Haçlı larla başlayan savaşlar, Bâtınılerin kuvvetlenmesine ve fesadlarını genişletmelerine.-yaradı. Her tarafa gönderdikleri dâ’î ve fedaîlerle teşkilâtlarını yaymağa ve mühim devlet adamlarım, kumandanları ve âlimleri öldürmeğe giriştiler; ajanlarını devlet mekanizması içine, hattâ saraylara ve evlere kadar sızdırıp her tarafı şüphe ve korkuya saldılar. Nizâmül-mülk’ün görüşleri çıkıyor, mümtaz insanlar imha ediliyordu. Aleyhlerinde konuşmaktan korkan din ve deflet adamları bu sefer umumî efkârın şüpheleri altında eziliyorlardı. Melikşâh’ın İsfahan dağında sarp bir yerde inşa etmiş olduğu Şâh-diz kalesini, 1099 da ele geçirdiler. Horasan ve Huzistan’da da bazı kalelere yerleşerek ticâret ve hac kervanlarını açıktan basmağa ve soymağa başladılar; bazı îranlı devlet adamlarını da gizli müttefik yaptılar.

Büyük Emîr Çavlı, Kirman hükümdarı ve nihayet Sultan Berkyaruk onlara karşı harekete geçerek pek çok Bâtınî öldürdüler. Cemiyet içinde şüphe ve korku o dereceye varmıştı ki, cinâyetlerini daha fazla Sultan Mehmed Tapar’ın ülkelerinde işledikleri için Sultan Berkya-ruk’un düşmanları onu bile Bâtınî temayülünde göstermeğe çalışıyorlardı. Bugün komünizmin kurduğu yeraltı faaliyetleri ile ilgili teşekküllerin yarattığı buhrana benzer bir psikoloji cemiyeti sarmıştı. Haçlıların geli­ şinden faydalanarak Suriye’de yerleşme imkânı buldular ve katillerini icraya devam ettiler. Nihâvend’de meydana çıkan ve câhil köylüleri iğfal eden bir yalancı peygamber de imhâ edildikten sonra Sultan Tapar Bâtınîlere karşı bir cihâda girişti. Selçuk sultanı Tapar 1107 de Şâh-diz kalesini tahrip ve Bâtınîleri katletti.

Ele geçen vesikalar vezir Sa’d ül-mülk’ün onlarla münasebetini meydana koyunca idam edildi. Bu kaledeki Bâtınîlerin reisi Abdülmelik ‘Attâş’ın kaledeki saray uşaklarına muallimlik etmek, saray kızlarına kadın eşyası ve elbise götürmek ve muhafızları elde etmek suretiyle işe baş­laması Bâtınîlerin metodlarını göstermek bakımından mühimdir(28). Bâtınî­lere karşı kazanılan bu zafer İslâm dünyasında büyük bir sevinç yarattı. Sultan Mehmed’in tuğrasını taşıyan uzun bir fetih-nâme her tarafa gönderilerek minberlerde okutuldu ve halka ilân edildi(29). Bu, uzun müddet bir cinâyet yuvası haline gelen, kalenin ve Bâtınîlerin nasıl bir ehemmiyet taşıdığını göstermektedir. Bu sebeple Attâş’ın başı Bağdad’a gönderildi. Bu zamanda Horasan Meliki bulunan Sancar da Horasan Bâtınîlerini imhâya girişti.(30)

Bununla beraber Haşan Sabbâh ve Alamût Bâtınîleri yerlerinde duruyordu. Bu muvaffakiyetlerden sonra Sultan Mehmed Bâtınîlerin kö­künü kazımak maksadıyle veziri, Nizâm ül-mülk’ün oğlu, Ahmed ile Emîr Çavlı’yı bunlar üzerine sevk etti. Çavlı, 1109 da, kaleyi kuşatarak pek çok Bâtınî öldürdü. Lâkin kış basınca çekildi. İntikam almağa girişen fedaî­ler bu sırada Sultan ile birlikte Bağdad’a gelen vezirini bıçakladılar(31). Bu seferin muvaffakiyetsizliğe uğraması Bâtınîlerin cüretlerini ve ci~ ııâyetlerini arttırmağa sebep oldu. Bu münasebetle Sultan Atabeg Şîr-gîr, Karaca, Gündoğdu,il-kavşut ve Bozan gibi meşhur kumandanlar idaresinde mühim bir orduyu Alamût ve diğer kalelere karşı gönderdi. 1117 de başlayan muhasaranın sonuna kadar devam etmesi ve ordunun orada kışlaması için köşkler ve barakalar inşâ edildi; erzak ve teçhizat yığıldı; kalenin dışarı ile irtibatı kesildi; Bâtınîlerin artık açlıktan yok veya teslim olmaları mukadder iken sultanın İsfahan’da, 1118 de, ölümü seferin muvaffakiyetine mâni oldu. Şîr-gîr’e haber vermeden diğer kuvvetlerin çekilmesi onun askerlerinin kayıplara uğramasına âmil oldu.

Bu sebeple ordunun 2.000,000 dinar kıymetindeki ağırlıkları Bâtınîlerin ellerine geç­ti. İmâdeddin’in ifadesine göre, bu durum vezir Ebülkasım Dergezînî’nin gizlice Ismâ’ilîlerle münasebeti ve onlara müzaheretiyle ilgilidir. Yâkut da Dergezin halkının hep Mezdekî mülhidler olduğunu söyler(32). Bu suretle Haşan Sabbâh ve Alamût Batınîleri kurtularak fesat ve cinayetlerine devam ettiler. Sultan Sancar Horasan Bâtınîlerini imha etti ve 521 de 10.000 kişi Öldürdü(33) ise de Alamût ile uğraşmağa fırsat bulamadı ve burasını Irak Selçuklularına bıraktı. Onlar da saltanat kavgalariyle çok meşgul bulunduklarından bu havalide, Suriye’de, Musul ve Diyarbekir taraflarında Türk-İslâm büyüklerine karşı suikasdlarını yürüttü­ler. İsmâilılerden Celâleddin Haşan (1210-1221) Bâtınîliği terk edip Celâleddin Nev-müslüman adiyle îslâmiyete girdi ve müslüman devletlerle de münasebetlere geçti(34), ise de son bakiyeleri Hulagu’nun Alamût’u zabtına kadar devam etti.

Bâtınîlere Haşişiyyûn (Haşşâşîn) adı, haş­ haş (afyon) kullanmaları ve bu sebeple kolayca cinâyet işlemeleri dolayısiyle verilmişti. Haçlılar vasıtasiyle Avrupaya intikal eden ve garp dillerinde kanlı, katil mânasında kullanılan “assassin” kelimesi ve müştakları Bâtınîlerin hüviyetlerini ve ne derece korkunç olduklarını gösteren en güzel vesikalardan biridir. Kaynakların Haşan Sabbâh hakkındaki bazı kayıtları ve Melikşâh ile mektuplaşmaları üzerinde fazla şüpheci davranıldığına da işaret etmek yerindedir.(35)

Osman Turan-Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder