Selçuklu Devrinde Askerî ve İdarî Müesseseler



2. Askerî ve İdarî Müesseseler

Selçukluların Türk-İslâm unsurlarını birleştirmek suretiyle kurdukları yeni müesseseler arasında askerî iktâ sistemi en mühimmini teş­ kil eder. Gerçekten Selçuk devleti, daına kuruluş devresinde, göçebe feodalizmine göre, hâkimiyet sahalarına ayrılırken bu taksimin ikta ıstılahıyle ifade edilmesi Türk ve îslâm unsurlarının bu müessesenin doğu­sunda nasıl imtizaç eylediğini açıkça meydana koymaktadır. Gerçekten İslâm dünyasına aid bulunan iktâ usûlü Selçuklular devrinde Türk askeri ve İdarî feodalizmine göre tamamiyle yeni bir mahiyet almıştı. Sel­çuklular askerlerini imparatorluğun her tarafına dağıtarak toprak vergilerine (mâl-i hakk) bağlı bir ordu vücuda getirirken devletin temelini teşkil eden bir kısım Türkmenlerin geçimlerini temin ediyor ve memleketin imârına ve idaresine de yeni bir imkân buluyorlardı.

Gerçekten iktâlar babadan evlâdına intikal etmekte ve istihsâlin artması nisbetinde gelirlerinin de artacağı için iktâ sahiplerini memleketin imârına teşvik eylemekte idi. îktâ sâhipleri vilâyetlerde devletin memuru durumunda olduklarından merkezî hükümetin murakabe ve teftişleri dolayısiyle halktan kanunun tâyin ettiği vergilerden başka bir talepte bulunamazlardı. Böylece kaynakların tesisini Selçuklulara ve hususiyle büyük vezir Nizâm ül-mülk’e atfettikleri bu askerî iktâlar sayesinde Selçuk devleti maaş ödemeden büyük bir orduyu beslemekte, mühim bir Türkmen nü­ fûsunu toprağa ve devlete bağlayarak iskân etmekte ve istihsalin artmasına, halk ile hükümet arasında yeni askerî ve idari bir kadroya da sahip bulunmakta idi. Kaynaklar bu iktâların devlet ve memleket için hizmet ve faydalarını belirtirken bunların eski devir iktâlarından farklı olduğunu ve bu sebeple bir yenilik getirdiklerini de kaydederler.

Filhakika kaynaklara göre, Selçuklular, kurulduğu bölge dolayısiyle, Gazne devleti teş­kilâtından bir çok iktibaslarda bulunmakla beraber Gazneliler’de ve Buveyhliler’de askerlere iktâ değil maaş verilirdi. Buveyhliler devleti Türk askerlerine maaş vermekte güçlük çektiği için bazan onun karşılığında kumandanları vilâyetlerin vergilerini kendi hesaplarına toplamaya memur eder ve bu vilâyetleri bu suretle yıllık olarak iktâ ederdi. Bu devre ait bu iktâlar bu hüviyetiyle askerlerin toprağa bağlı bulundukları Sel­çuk iktâından çok farklı olup hakikatte bir iltizam (muhata a) usûlünden ibâretti.

Bu sebeple halk ile ilgisi ve menfaat birliği olmayan askerler vilâyetlerin harap olmasına ve halkın ezilmesine âmil oluyorlardı, ki kaynaklar Selçuk askerî iktâının hizmet ve faydalarından bahsederlerken eski devrin bu hüviyeti taşıyan iktâların zararlarını da belirtirler. Türkmen beylerine, mensupları (askerleri) ile birlikte oturup, devlete hizmet edecekleri bu iktâlar verilirken bu vâsıta ile devletin feodal bünyesi de -yalnız yüksek seviyede bir hâkimiyet esâsına değil bütün memleketlere yayılmış oluyordu.

Gerçekten Selçuk sultanlarının merkeziyetçi bir devlet kurma gayretleri sadece yüksek makamlara yönelmiş ve Türkmen beylerinin nüfûzunu kırma ve Oğuz aristokrasisi yerine Türk köle sistemini yerleştirme teşebbüslerine rağmen bu feodal bünyede bir değişiklik olmamıştır. Zira kendilerine geniş vilâyetler verilen emirler iktâları dâhilinde maiyetlerinde çok defa 1000 süvari askerin üstünde bir kuvvetle küçük bir hükümdar gibi idiler. Büyük iktâ’ (timar) a müsaade etmeyen Türkiye Selçuklularından ve Osmanlılardakinden farklı olarak da bu iktâ sâhipleri maiyetlerindeki askerlerin yalnız âmiri de­ğil aynı zamanda hâkim ve efendileri bulunuyorlardı. Bazan da idari ve adlî geniş selâhiyetlerle muhtar bir durumda idiler.

Hattâ ilk devirde bu ülkelerde bazan iktâ sahipleri de namlarına para bastırmak, hutbe okutmak ve kapılarında nöbet çaldırmak suretiyle feodal bünyenin bü­ tün hususiyetleri tecelli ediyordu. Halbuki Türkiye’de büyük ve feodal mahiyette iktâlara müsaade edilmemiş; vilâyet askerleri başında bulunan Sü-başı (Ser-leşker)lar o vilâyetin ve askerlerinin sâhibi ye efendisi değil sadece âmirleri idiler. Eskiden iktâ tefvizleri halifenin hukukundan idi ve Buveyhî’ler Abbasîleri siyasî iktidardan mahrum bir gölge haline getirdikleri zamanlarda bile bu haklarını kullanıyorlardı. Fakat Selçuklular zamanında iktâ işleri tamamiyle sultanın hukukuna ait ve dünyevî sayıldığından halifelerin tevfiz ve tasdikleri bahis mevzuu değildi; Hattâ halifeler bile sultanların verdikleri iktâlar ile geçiniyorlardı.

Yalnız siyasî hâkimiyet bahis mevzuu olunca meliklik ve emirlik men­ şurları halife ve sultanların müşterek tefvizine bağlı idi. Bu feodal hüviyetleri dolayısiyle büyük iktâlarda kaza işleri devletin baş kadısının emîr ve murakabesinde olmakla beraber Şeriât dışı dâvalar iktâ sahiplerine bağlı Dîvân-i mezâlim (Darul-adl) müessesesinde görülüyordu. İktâlara ve askerlere müteallik işlere bakan bu idari hâkimlere Hârizm- şahlar ve Moğollar devrinde Türkçe, sıra ile, Yolak ve Yargucı adı veriliyordu. XII inci asır başlarından beri Karahanlılarda, Selçuklularda ve daha sonraki devletlerde meydana çıkan Ordu kadılığı (Kadı al asâkir) bu Türk müessesesinin İslâmî bir şekil almasından başka bir şey gözükmüyor(3). Büyük Selçuklularda, en kudretli zamanlarda 400.000 (Türkiye Sel­çuklularında 100.000) kişiye baliğ olan Türk ordusu (merkez kuvveti 46.000, Türkiyede 12.000) bu feodal esaslara göre imparatorluk ülkelerine da­ğılmış bulunuyordu. Selçuklular, eski devirlerden farklı olarak, memleketin menfaatlerini ahenkleştiren bir iktâ idaresi sayesinde kudretli bir askeri ve İdarî teşkilâta sahip olmuşlardı.

Lâkin devletin umumî feodal bünyesine uygun olan bu büyük iktâların sâhipleri zayıf zamanlarda taht kavgalarına, şehzâdelerin mücâdelelerine karışmakla veya kendi hâkimiyetlerini kurmağa uğraşmakla siyasî buhran ve parçalanmalara sebebiyet veriyorlardı. Melikşâh’tan sonra başlayan büyük mücâdelellerde bu husus bâriz bir şekilde kendini gösterir.

Osman Turan-Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder