Kelime-i Tevhîd Ve Sevgi



....

D.

1. İlâhî Sevgi “Lâ ilâhe illallah” sözü, bunu söyleyenin Allah’tan başkasını sevmemesini gerektirir. Çünkü “ilâh”; sevgi, korku, ümit… bakımlarından, kendisine isyan edilmeyen, itâat edilen demektir. Ayrıca, sevdiğinin sevdiği şeyi sevmek ve onun sevmediğine muhabbet beslememek de sevginin tamamlayıcı unsurlarındandır. Onun için Allah’ın sevmediği bir şeyi seven veya O’nun sevdiği bir şeyi sevmeyenin, “Allah’tan başka ilâh yoktur” sözündeki samimiyeti kemale ermemiştir.

Hatta onun içinde, Allah’ın sevmediğini sevdiği, sevdiği şeyi sevmediği ölçüde gizli şirk bulunur.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlar, Allah’ı gazablandıran şeye uydular ve O’nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar. Bundan dolayı Allah, onların amellerini boşa çıkardı.”(Muhammed,28)

Leys (ö.175/791), Mücâhid’den (ö.100/718), “Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar.”(Nur,55) âyetinin, “Benden başkasını sevmezler.” anlamına geldiğini nakleder.

Hâkim, Sahîh’inde Hz. Âişe (r.anha)’dan Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Bu ümmette şirk, zifiri karanlık bir gecede karıncanın taşın üzerinde gezinmesinden daha gizlidir. Şirkin en küçüğü ise, zulüm adına bir şeyi sevmen veya adâletten olan bir şeyi sevmemendir. Zâten bu din sevmek ve buğzetmekten başka nedir ki? Yüce Allah, ‘De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.’(Al-i İmran,31)buyurmuştur.”(Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 319)

Bu hadis, Allah’ın hoş görmediği şeyi sevmenin ve O’nun sevdiği şeyi sevmemenin hevâya uymak olduğuna delildir. Hevâ için dostluk ve düşmanlıkta bulunmak da gizli şirktendir.

Hasan demiştir ki: “Bil ki, sen kendisine itâati sevmedikçe Allah’ı sevmiş olmazsın.” Zünnûn Mısrî (ö.245/859)’ye birisi, “Rabbimi ne zaman sevmiş olurum?” diye sorunca, “O’nu öfkelendiren şey senin katında sabırdan daha acı olduğu zaman.” diye cevap verir. Bişr b. es-Seriy (ö.196/812) ise, “Sevdiğini kızdıran şeyi sevmen, sevginin olmadığının bir göstergesidir.” der.

Ebû Yakûb en Nehrecûrî (ö.330/942) de, “Allah’ı sevdiğini iddiâ ettiği halde, O’nun emrine uymayanın bu iddiâsı bâtıldır.” demiştir. Yahyâ b. Muâz (ö.258/871) da, “Allah’ı sevdiğini iddiâ etmesine rağmen, O’nun hudûdunu korumayan, bu dâvâsında sâdık değildir.” demiştir. Ruveym (ö.303/915), “Sevgi; bütün hâllerde rızadır, O’nun emrine uygun hareket etmektir.” demiş ve şu şiiri okumuştur:

“Eğer bana, öl desen, başım, gözüm üstüne derim;

Ölümü getirene, hoş geldin, sefâ geldin derim.”

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”(Al-i İmran,31) âyeti de aynı mânâyı ifâde etmektedir. Hasan der ki: “Allah Resûlü (s.as.)’in ashâbı, ‘Biz Rabbimizi çok seviyorduk; Allah da kendi sevgisi için bir işâret belirlemek istedi ve bu âyeti indirdi.’ demişlerdir.”

Peygamber Sevgisi

Buradan anlaşılmaktadır ki, “Allah’tan başka ilâhın olmadığı”na şâhitlik etmek, ancak “Hazret-i Muhammed’in, Allah’ın peygamberi olduğu”na şehâdet etmekle tamamlanır. Çünkü Allah sevgisinin; ancak Allah’ın sevdiklerini sevmek, sevmediklerine de muhabbet beslememekle tamam olduğu anlaşıldığına göre, Allah’ın sevdiği ve hoşlanmadığı şeylerin bilgisine ancak Allah’ın sevdiği ve sevmediği şeyleri O’ndan alarak tebliğ eden Hz. Muhammed (s.a.s.) vâsıtasıyla ulaşılabileceği açıktır. Buna göre, sevdiği şeyleri yerine getirmek, hoşlanmadıklarından da uzak durmak gerekmektedir.

Hâl böyle olunca, Allah’ı sevmek, O’nun Peygamberini (s.a.s.) de sevmeyi, tasdîk etmeyi ve kendisine uymayı gerektirmektedir.Bunun için Yüce Allah, şu âyette kendi sevgisi ile Resûlünün sevgisini bir arada zikretmiştir: “De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğuna hidayet vermez.”(Tevbe,24)

Nitekim pek çok yerde de, Allah kendisine itâat ile Peygamberine (s.a.s) itâati yan yana zikretmiştir. Resûlullah (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur: “Şu üç şey kimde bulunursa, o kişi imânın tadına varır: Allah ve Resûlünü diğer bütün şeylerden daha çok sevmek, insanları ancak Allah için sevmek ve ateşe atılmayı nasıl istemiyorsa, Allah, kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar ona dönmeyi hiç istememek.”(Buhari,İman,8..)

3. Sevginin Bedeni Kuşatması: Teslimiyet

Hz. Musa (a.s.) dönemindeki sihirbazların hâli işte buydu: Kalplerinde ilâhî sevgi yerleşince, Firavun’a, “Elinden geleni yap!”50 diyerek canlarını gönülden fedâ ettiler. Muhabbet kalpte yerleşti mi, organlar Rabbe itâate yönelmekten başka yol bulamaz.

İşte bu, Buhârî’nin Sahîh’inde rivayet ettiği kudsî hadîsin mânâsıdır: “… Kulum bana nâfilelerle de yaklaşmaya devam eder; tâ ki onu severim. Onu sevdiğimde, işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum…”(Buhari,Rikak,38) Denmiştir ki, bazı rivâyetlerde, “… Artık benimle görür, benimle görür, benimle yürür…”(1) (Hakîm Tirmizi, Nevâdiru’l-Usûl, c. 1, s. 265..) şeklinde geçer.

Bunun mânâsı şudur: Allah’ın muhabbeti kalbi doldurup, her tarafını kapladığında, organlar sadece Rabbin râzı olacağı davranışlara yönelir, nefis o zaman kendi irâde ve hevâsını terk ederek Mevlâsının irâdesi karşısında itminâna kavuşur, ona teslim olur.

İşte sen de, kendi isteklerinden geçerek, Allah’ın irâdesine yönel ve O’na kulluk et; sakın kendi arzularını O’nun muradının önüne geçirme. Çünkü kim, kendi arzusunu öne geçirerek kulluk yaparsa, o, Allah’a “bir yönden” kulluk yapanlardandır; “kendisine bir iyilik dokunursa buna çok memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O kimse dünyayı da, âhireti de kaybetmiştir.”(Hac,11) Oysa ne zaman ki, mârifet ve muhabbet kuvvet bulur, işte o zaman kişi Mevlâsının irâde ettiğinden başkasını istemez.

Önceki kitaplardan birinde geçtiğine göre, “Kim Allah’ı severse, kendisi için O’nun rızâsından daha çok tercihe şâyân bir şey olmaz. Kim de dünyayı severse, onun için nefsinin arzusundan daha öncelikli hiçbir şey olmaz.”(2)

İbn Ebi’d-Dünya’nın Hasan’dan rivâyet ettiğine göre, o şöyle demiştir: “Allah’a itâat üzere mi, yoksa isyan üzere mi olduğunu düşünmeden, gözümle bakmadım, dilimle konuşmadım, elimle tutmadım, ayaklarım üzerine doğrulmadım. Eğer tâat ise, ilerledim; mâsiyet ise geri durdum.”

İşte bu, sevgilerinde sâdık olanların seçkinlerinin hâlidir. Allah size merhamet etsin; bunun, tevhîdin ince sırlarından olduğunu anlayın.

Hazret-i Peygamber (s.a.s.), Medine’ye geldiğinde irâd ettiği hutbede, “Allah’ı bütün kalbinizle seviniz!”(3) derken bu makâma işâret buyurmuştur. Bunu İbn İshâk ve başkaları zikretmiştir.

Bir insanın kalbi Allah sevgisiyle dolarsa, orada nefis ve hevânın isteklerine girecek boş yer kalmaz.

Şâir şu şiiriyle buna işâret etmektedir:

Gidiyorum, mühürlemişim kalbimi sevginle,

Senden başkası orada yerleşmesin diye.

Gücüm yetseydi, gözümü yumardım

Ve seni görünceye kadar bakmazdım.

Seni seviyorum, bir kısmımla değil, her şeyimle;

Senin sevgin bende hiç hareket bırakmasa da.

Seven vardır, ayrılık anında vecde kapılır;

Kimisi de, ona vecdde iştirak ettiğini savunur.

Gözyaşları yanaklardan aşağı süzüldüğünde,

Gerçekten ağlayanla, ağlar görünen belli olur.

Ağlayan; aşktan erir gider

Şikâyetlenen de, hevâya kapılır.

Sevende nefsine ait bir haz kaldıkça, artık onun elinde muhabbete dâir ne varsa hiçbiri iddiâdan öteye geçemez. Seven ancak, kendinden tamâmen fâni olan ve sevdiğinde bekâ bulan, “Benimle işitir, benimle görür.” sırrına erendir. “Kalb, Rabbin evidir.”(Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, c. 2, s. 129)

İsrâiliyâtta geçtiğine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ne göğe, ne de yere sığarım; ancak mümin kulumun kalbine sığarım.”(Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, c. 2, s.255)

Ne zaman kalpte Allah’tan başkası bulunsa, şu bilinmelidir ki, “Allah, ortak koşulanlar arasında ortaklıktan en müstağni olandır.”(Müslim, Zühd, 6..)

Ve O, hevâ putlarıyla bir arada bulundurulmaya/onların kendisiyle boy ölçüşmesine aslâ râzı olmaz. Cenâb-ı Hak çok kıskançtır; kendisinden başka bir şeyin mümin kulunun kalbine yerleşmesini veya râzı olduğu şeyde başkasının bulunmasını kıskanır.(4)

Sizi uzaklaştırmak istedik, fakat siz karışınca,

Uzaklaştınız bizden, o tarafa yöneldiğiniz ölçüde.

Size, kalpte bizden başkasına yer vermeyin dedik;

Siz başkalarını yerleştirdiniz; siz bizden değilsiniz.

4. Kurtuluşun Yolu: Kalb-i Selîm

Yarın, Allah’ın huzuruna, içinde O’ndan başkasının bulunmadığı bir kalple gelenlerden başkası kurtulamayacak. Yüce Allah buyuruyor: “O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allah’a “kalb-i selîm” ile gelenler fayda görür.”(Şuara,88-89) Kalb-i selîm, ilâhî düsturlara muhâlefet kirlerinden temizlenmiş kalptir. Kerih şeylerle kirlenmiş olan kalbe gelince, o, Kuddûs’ün huzuruna yaklaşmaya lâyık değildir; tâ ki, azâbın körüğünde temizleninceye kadar.

Pislikler kendisinden gidince, işte o zaman ilâhî yakınlığa uygun hâle gelir. “Şüphesiz Allah temizdir ve ancak temiz olanı kabul eder.”(Müslim,Zekat,19) Onun içindir ki, ilk önce temiz kalpler ilâhi yakınlığa liyâkat kazanırlar. “Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzel!”(Ra'd,24) “Selam üzerinize olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalmak üzere buraya girin.”(Zümer,73) “Melekler, güzellikle canlarını aldıklarında, ‘Selam size! Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin’ derler.”(Nahl,32)

Kim ki, işlediği kötülüklerden dolayı bugün kalbini hüzün ateşiyle veya Sevgili’ye kavuşma şevkiyle yakmazsa, cehennem ateşi onun için daha şiddetli olacaktır. Cehennem ateşiyle temizlenmeye sadece, tevhîdi gerçekleştirenler ve onun haklarını yerine getirenlerin ihtiyâcı olmayacaktır.

5. Kalbin Lekelenmesi: Riyâ ve Hevâya Uymak

Tevhîd ehlinden cehennem ateşinde ilk yanacaklar, amelleriyle gösteriş yapanlardır. Bunların ilki de, riyâ için ilimle uğraşan âlim, gösteriş için cihâd eden mücâhid ve yine riyâ amacıyla tasaddukta bulunan zengindir. Çünkü riyânın azı da şirktir.

Riyâkâr, Yaratıcı’nın azametini bildiğinden değil, tam aksine, bilmediği için bakışlarını yaratılanlara, halka çevirmiştir. Kendisi için rüşvet almak amacıyla sultan adına sahte imza düzenler ve kendisinin sultanın has adamlarından olduğu zannını verir. Oysa o, sultanı tam olarak tanımamaktadır. Mürâî, tedâvüle sokmak için sahte paranın üzerine sultanın adını nakşeder. Hâlbuki kalp parayla ancak, hakikîsini sahtesinden ayıramayanı kandırabilir. Riyâkârlardan sonra cehenneme şehvet ehli ve hevâlarına uyan ve Mevlâlarına isyan eden, hevâlarının köleleri girer.

Allah’ın gerçek kullarına gelince, onlara şöyle denecektir: “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Artık kullarımın arasına katıl ve cennetime gir.”(Fecr,27-30)

6. Cehennem Ne İle Söner?

Cehennem, tevhîd ehlinin imanlarının nuruyla söner. Hadiste geçtiğine göre cehennem mü’mine, “Geç ey mü’min, nûrun alevimi söndürdü!” diyecektir.(Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, c. 22, s. 258..)

Müsned’de Câbir’den nakledildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Oraya girmeyen hiçbir iyi ve kötü kimse kalmayacak. Fakat orası, tıpkı İbrâhîm’e olduğu gibi, müminlere serin ve selâmetli olacak. Hatta onlardan kaynaklanan serinlikten dolayı cehennem bağıracaktır.”(Ahmed, Müsned, c. 3, s. 328..)

İşte bu, sevgilinin vârislerine Halîl İbrâhîm (a.s.)’ın hâlinden kalan mirastır. Sevenlerin kalbindeki muhabbet ateşinden cehennem ateşi korkar.

Cüneyd şöyle demiştir: “Cehennem ateşi dedi ki: ‘Yâ Rabbi, sana itâat etmeyecek olsaydım, bana benden daha şiddetli bir şeyle azap eder miydin?’ Yüce Allah, ‘Sana en büyük ateşimi musallat ederdim.’ buyurdu. ‘Benden daha büyük ve daha şiddetli bir ateş mi var?’ diye sorunca da, Allah, ‘Evet; muhabbetimin ateşi. Onu, inanan dostlarımın kalplerine yerleştirdim.’ diye cevap verdi.”

Ey deveci, birazcık eyle onu benim için;

Bir bakışla olsun nasipleneyim, bundan az ne var!

Sevenin kalbinde aşk ateşi vardır;

Aşk ateşi cehennem ateşinden daha sıcaktır.

Şâyet sevenlerin göz yaşları vecdin harâretini biraz olsun söndürmeseydi,kederden yanıp kül olurlardı.

Bırakın onu, gözyaşlarıyla söndürsün,

Kavrulmuş ciğerin üzerindeki harâreti, bırakın onu, bırakın 

Âriflerden biri şöyle diyordu: “Ne kadar garip: Kalbimde sönmeyen bir ateş gibi, Rabbime olan iştiyâka rağmen, ben hâlâ sizin aranızda yaşıyorum!” (5)

Sevgi ateşi gibi bir ateş görmedim,

Ocağından uzaklaştıkça yanışı artan!

7. Yegâne Dert

Âriflerin, Mevlâlarından başka bir şeyle meşgûl olmaları söz konusu olmadığı gibi, başka şeyin derdinde de değildirler. Hadiste buyrulmuştur ki: “Kim, Allah’tan başkasını dert edinerek sabahlarsa, artık Allah ile bir ilgisi kalmamıştır.”(Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 356..)

Âriflerden birisi de şöyle demiştir: “Kim dostu için başka bir şeyi dert edindiğini söylerse, onun dediğini doğru kabul etme!” Dâvûd et-Tâî (ö.161/777) diyordu ki: “Senin endişen bütün tasaları iptal etti. Benimle uykusuzluğun arasına girdi. Sana nazar etmeye olan şevkim, benden lezzetleri aldı götürdü, şehvetlerden beni uzaklaştırdı. Artık ben senin hapishânendeyim, ey Kerîm!”

Ondan başkasıyla neden meşgul olayım ki?

Kalbini onun arzusundan alıkoyan şey azarı gerektirir.

Eğer o darılırsa, umutlarım boşa çıkarsa ne yaparım?

Benim bir bedelim var, ama onun bir bedeli yok!

Kaynak:İbn Receb el-Hanbelî (ö.795/1393) - Kelime-i Tevhidi Yaşamak,Çev. ve Haz: Fetullah Yılmaz

Yazıyı aldığım yer:http://gifdergi.gumushane.edu.tr/Makaleler/1755131764_15-makale.pdf

Dipnotlar:

(1)-Hakîm Tirmizi, Nevâdiru’l-Usûl, c. 1, s. 265..) şeklinde geçer.

(2)Rivâyete göre Vehb b. Münebbih (rh.a) şöyle demiştir: “Allah Teâlâ’nın Hz. Mûsâ (a.s)’a indirdiklerinin arasında şunu gördüm: ‘Kim dünyayı severse Allah ona buğz eder. Kim dünyayı sevmezse Allah onu sever. Dünyayı yücelteni Allah alçaltır; dünyayı büyük görmeyeni Allah yüceltir.” Bkz., Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, c. 3, s. 560.

(3)-İbn Hişâm, es-Sîratu’n-Nebeviyye, Beyrut 1411, c. 3, s. 30

(4)Krş. Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, c. 4, s. 327 vd.; ‘Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, c. 1, s. 260

(5)-Muhammed b. Bekkâr anlatıyor: “Mekke’de iken yanımızda âbid bir kadın vardı. Her saatte bir çığlık atıyordu. Bir gün kendisine dedik ki: ‘Başka kimsede bulunmayan bir hal görüyoruz sende. Eğer hasta isen seni tedavi edelim!’ Bunun üzerine kadın ağladı ve şöyle dedi: ‘Benim bu hastalığımı kim tedavi edecek ki?! Kalbimi yaralayan, hasta eden zaten onun tedavisini düşünmek değil mi? Ne kadar garip: Kalbimde sönmeyen bir ateş gibi, Rabbime olan iştiyâka rağmen, ben hâlâ sizin aranızda yaşıyorum! Hastalığımın ilacına, ağlamamak için beni mutlu edecek bir şey bulamadığım şu diyarda uzun hüzünlerin pişirdiği bir kalbin şifasına sahip olan Doktor’un yanına gidinceye kadar da bu, devam edecek!” İbnu’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve, c. 2, s. 281-282.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder