Dünyada Misli Görülmemiş Ulvî Ahlâk Harikaları



Ahlâk yüceliğinin eski Türkiye’deki derecesi, tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir ye­rinde görülmemiştir. Azamet devrimizde yüzyıllar boyunca Türkiye’yi tetkik etmiş Batı yazarları bunda müttefiktir ve hattâ en şiddetli Türk düşmanları bile bu hakikati itiraf etmişlerdir. Bunun ne demek olduğunu anlamak için o eski Avrupa yazarlarından yalnız bir ikisinin ifadelerini şöyle bir gözden geçirmek kâfidir.

Meselâ, eski Türkiye’de haydutluk, yankesicilik ve hırsızlık yoktur. Meşhur seyyah A. de la Motraye’in “Voyages en Eumpe, Asie et Afrique” ismindeki iki ciltlik seyahatnâmesınin 1727 La Haye baskısının birinci cildinin 258. sayfasında bu nokta şöyle anlatılır:

“... Hırsızlara gelince: Bunlar, İstanbul’da son derece nadirdir. Ben yaklaşık Türkiye’de 14 yıl kaldığım hâlde bu müddet içinde hiçbir hırsızın orada ceza gördüğünü işitmedim. Yol kesen haydutların cezası kazıktır. Ben, bu memlekette geçirdiğim müddet içinde yalnız altı haydudun kazıklandığını işittim. Onlar da hep Rum cinsindendi. Türkiye’de yankesiciliğin ne olduğu bilinmez. Onun için ceplerin “el çabukluğundan” korkusu yoktur.

XVIII.   Yüzyılda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunmuş bir Türk ve İslâm düşmanı var­dır. Sir James Porter. Bu, devlet ve millet düşmanımızın “Observations sur la religion, les loix, le gouvemement et les moeurs des Turcs ” ismiyle İngilizceden Fransızcaya tercüme edilip I769’da Londra’da yayınlanan iki ciltlik araştırma ve incelemelerinin ikinci cildinin 51. sayfasında da aynı hakikat şöyle itiraf edilmektedir:

''Türkiye’de yol kesme vakalarıyla ev soygunculukları ve hattâ dolandırıcılık ve yankesici­lik vakaları âdeta meçhul gibidir. Harp hâlinde olsun, sulh hâlinde olsun, yollar da evler kadar emindir. Bilhassa ana yollan takip ederek tekmil imparatorluk arazisini en mutlak bir emniyet içinde baştan başa katetmek her zaman kabildir. Daimî bir seyr-ü seferle yolcu adedinin çokluğuna rağmen vukuatın fevkalâde azlığına hayret etmemek kabil değildir. Birçok yıllar içinde ancak bir tek vakaya tesadüf edilebilir.”

Bu fıkrada bahsedilen istisnaî vakaların da bilhassa Rumlarla alâkadar olduğu muhtelif Batı kaynaklarındaki şehadetlerle sabittir.

Eski İstanbul’da sokaklara hazineler dökülse en fakir Türkler bile el sürmeye tenezzül etmez­lerdi. A.L. Castellan’ın “Leitres sur la Grece, I’Hellespont et Constantinople ” ismindeki eserinin 1811’de yayımlanan ikinci cildinin 222, 223. sayfalarında işte o eşsiz Türk namusuna ait şöyle bir menkıbe vardır: “Dostlarımızdan biri içinde bin kuruş eski gümüş kuruş bulunan bir torba ile İstanbul'dan Beyoğlu’na dönüyordu. Tophane iskelesine çıkarken torba yırtılır, paralar dökülüp rıhtımın üstüne dağılır ve hattâ bazıları denize yuvarlanır. Hemen halk üşüşür, herkes bulabildiği kadar toplar. Torbanın sahibi onların bütün bu hareketlerini büyük bir endişe içinde takip eder. Fakat her taraftan gelip paraları deniz kenarında kalan torbaya koyduklarını görünce içi biraz ferahlar. Hattâ, kayıkçılar suya dalıp denizin dibine gitmiş olan kuruşları çıkarmaya başlarlar.

Avrupalı dostumuz bütün bunlara karşı cömertlik göstermek isterse de vazifelerini yapmış olduklarından bahsederek her biri bir tarafa çekilir. Zaten o kadar kalabalıktır ki hepsine nasıl bahşiş yetişir? İşte bunun üzerine hamalın biri torbayı yüklenip dostumuzun evine götürür. Zavallı adamın büyük bir merak içinde parasını hemen saymış olduğunu tabii tahmin edersiniz. Birçok ziyana uğramış olduğunu zannederken bin kuruşunun tam olarak torbada olduğunu görünce hayretler içinde kalır, gözlerine inanamaz, bir daha sayar, tek bir kuruş bile eksik olmadığını anlar. Halkın en fakir tabakasında incelikle zarafetin bu derecesi acaba yalnız Türklere mi münhasırdır? Herhâlde şurası muhakkaktır ki bu vaziyet hiç değilse büyük bir hakkaniyetle hüsnüniyet anlayışının Türk Milletine şeref veren bir ifadesi demektir.”

Bu menkıbe, aslen İtalyan olan Fransız yazarlarından Ubicini’nin 1855’te yayınlanan “La Tunjuie Actuelie” ismindeki eserinin 333. sayfasında da hayretlerle naklolunmaktadır.

İşte bu ahlâk yüceliğinden dolayı camiler de birer emanethane hâline gelmişti. 1872’de İstanbul’a gelmiş olan Fransız yazarlarından Paul Eudel’in 1885’te yayınlanan “Constantinople, Smyne et Athenes” ismindeki seyahatnâmesinin 190. sayfasında bu eski Türk âdeti şöyle izah edilir:

“İnsana heyecan veren yüce bir âdet mucibince camiler, seyahate çıkacak kimselerin her türlü ticarî senetleri ve es- hamıyla kıymetli eşyalarım emanet olarak bırakmalarına her zaman amade bulunur. En eski devirlerden beri hiçbir zaman bu emanetlerden herhangi bir şey çalınmış olduğu görülmemiştir. Bizim memleketlerde hırsızların bu kadar insaflı davranacaklarını temin edemem.”

İşte bütün bunlardan dolayı, Türkiye seyahatnâmesiyle meşhur Du Loir’in “Les Voyages du sieur du Loir” ismiyle 1654 tarihinde Paris’te basılan kıymetli eserinin 193., 194. sayfalarında mevzuumuz itibarıyla fevkalâde mühim olan şu kısa hükme tesadüf edilir:

“Hiç şüphesiz ki ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medenî hayatı bütün cihana örnek ola­bilecek vaziyettedir.”

Bu ulvî ahlâkın kaynağı nedir? Yıllarca İsveç’in İstanbul sefirliğinde bulunmuş olan Mo- uradgea d’Ohsson’un bugün hâlâ ilim âleminde kaynak kabul edilmekte olan “Tableau general de l’Empire Othoman” ismindeki yedi ciltlik meşhur eserinin 1791’de yayınlanan 4. cildinin 2. kısmının 476. sayfasında bu nokta şöyle izah edilir:

“Gözden geçirdiğimiz ahlâk ve tasarruf kaideleri, İslâmiyet’in hakikî esaslarını tespite ve Osmanlı Türklerinin ferdî ve İçtimaî ahlâkçılığı üzerinde bu esasların tesirlerini göstermeye kâfidir zannederim.”

Bugünkü ahlâkımızla o eski ahlâkçılığımız arasında bir mukayese yapmaya bilmem artık ihtiyaç var mıdır?

İsmail Hami Danışmend – Tarihi Hakikatler,syf;472-473

Bilge Oğuz Yay.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder