Şefaat Hakkında



Şefaat hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Mutezile mezhebinin mensupları şöyle demiştir: Şefaat sadece günahı olmayan veya olup da tövbe eden iyilere yönelik olacaktır.Onlar bu görüşe Allah Teâlâ’nın şu beyanın­dan hareketle varmışlardır: ‘‘Arşı taşıyan ve bir de onun çevresinde bulunan melekler rablerini övgü ile tenzih eder, O’na iman ederler ve öteki müminler için bağışlanma dilerler: Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tövbe edip senin yoluna uyanları bağışla ve yakıcı ateşin azabından koru!”Allah Teâlû bu âyet-i kerîmede meleklerin iman eden, tövbe yolunu tutan ve Allah yoluna uyanlar için bağışlanma talebinde bulunduklarını haber vermiştir. Dünyadaki istiğfar iman eden ve tövbeyi ihmal etmeyenlere yönelik bulunduğuna göre âhiretteki şefaatin de bu nitelikleri taşıyanlar için olacağı anlaşılmaktadır.

Bize göre ise şefaat günahkârlar için olur, çünkü günahı olmayanın şefaate ihtiyacı yoktur. Âyette geçen “tövbe edenler ve senin yoluna uyanlar” ifadesine gelince, bunlar tövbe edilmesi gereken günahlara sahip olanlardır, böylelerinin günahları meleklerin istiğfarıyla bağışlanır. Böylece bağışlanma talebinin gü­nahkârlara yönelik olduğu ortaya çıkmıştır, şefaat de aynı durumdadır.

Denilirse: Adamın biri kölesine: “Şefaate hak kazanacağı bir iş görürsen hürsün” dese, senin kanaatine göre köle, şefaate hak kazanmasına ve sonuç olarak hürriyetine kavuşmasına vesile olacak hangi ameli işlemelidir: Taat mı yapmalı, yoksa mâsiyet mi işlemeli? Bu soruya mutlaka şöyle cevap verilir: Taat yapmalıdır. İşte buna bağlı olarak şefaat de günahkârlara değil taat ve iyilik yapanlara yönelik olur.

Cevap verilir: Günahkârlar lâyık oldukları şefaate, daha önce işleyip dün­yadan göçünceye kadar zayi etmedikleri taatleri sayesinde hak kazanmışlardır çünkü müminler bazı günah ve mâsiyetler işleseler de onların gerçekleştirdikleri taatleri de vardır. Onlar bu iyilikleri sayesinde şefaate lâyık bir durumda bulunurlar, Cenâb-ı Hakk'ın ‘’iyi bir ameli kötü olan diğer bir amelle karış tırdılar»(Tevbe,102)meâlindeki beyanında olduğu gibi. Dolayısıyla müminin günahı ko­nusunda şefaatte bulunmak onun kötü hal ve amelini düzeltmesine vesile olur.

Mu'tezile mensupları şöyle bir itiraz ileri sürmüşlerdir:
Duyulur âlemde birinin diğeri hakkında iddia ettiğiniz şekilde şefaatte bulunması söz konusu değildir, çünkü şefaat birinin yanında diğer bir insanın övgüye lâyık yönleri ve meziyetlerinin anılmasından ibarettir, sadece bu kadar. Durum âhirette de farklı değildir.

Mu‘tezile’ye iki şekilde cevap verilir. Birincisi dünyada şefaat edilen ki­şinin meziyetlerinin zikredilme sebebi şefaati kabul edecek kimsenin onun durumunu bilmemesidir. Bu yüzden kişinin iyi yönleri anlatılır ki onu tanısın ve hakkındaki şefaati kabul etsin. Allah Teâlâ ise herhangi bir tanıtıma ihtiyaç olmaksızın bilendir.

İkincisi kendisi için şefaat istenen kimseye ait meziyetlerin anılmasının bir sebebi de benzer bir ihtiyacın şefaati kabul edecek kimse için de bir gün söz ko­nusu olmasıdır. Böyle bir durum özellikle âhiret planında vârit değildir. Aslında Allah Teâlâ kullarda bulunan ihtiyaçlardan münezzehtir. Bu sebeple de dünya­daki şefaatle âhiretteki şefaat birbirinden farklı konumlara sahip olmuşlardır.

Biri sorarsa:
Ayetül-kürsî’de başından sonuna kadar söz konusu edilen tevhid ilkesine ait ifadelerin hepsi iddiadan ibarettir, bu iddianın delili nedir?

Cevap verilir: Bunun delili daha önce bahis mevzuu edilen şu âyetler ola­bilir: “Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka Allah yoktur. O, rahmân ve rahimdir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde... düşünen toplum için birçok delil vardır.” İkincisi evre­nin yaratıcısını inkâr eden kimse ile önce evrenin yaratılmışlığı ve bir yaratıcıya ihtiyaç hissettirdiği hususu tartışılmalıdır. Evrenin yaratılmışlığı kanıtlanınca yaratıcının varlığı ve birliği konusunda fikir yürütülür. Başarıya ulaşmak ancak Allah’ın yardımıyla mümkündür.

Biraz önce zikri geçen âyette “bir tek” mânasında yer alan vâhidin muhte-vasi sayı açısından “bir” demek değildir. Çünkü sayı dizisine giren her şeyin söylenenden daha çok veya daha az olması mümkün olduğu gibi uzun, enli, kısa, kesirli ve parçalı (hacimli) olması da muhtemeldir. Binaenaleyh Allah hakkında şöyle denmelidir: O ululuk, aşkınlık ve yücelik açısından birdir. Nitekim insanlar arasında “Filân zamanının ve içinde bulunduğu topluluğun tek adamıdır” denir ve bunu söyleyenler onun topluluk içindeki seçkinliğini, yüceliğini ve onlara yönelik hâkimiyetini kastederler, evet böyle bir söylem olağandır. Ama bu söylemi kullananlar o kişinin birey olarak tek olduğunu dile getirmiş olmazlar, çünkü bireyler sayı açısından çoktur. Nihaî gerçeği bilen Allah’tır.



İmam Maturidi,Te'vilatül Kur'an'dan Tercümeler

Çevirmen:Prof. Dr. Bekir Topaloğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder