Kim, bir konuda çalışır çalışır, arkasından bir başarı ışığı görür de, başarıyı kendi çalışmasına bağlarsa gurura düşmüştür. Gurursa, gerek insanın yükselmesi, gerek başarı yolunda en tehlikeli dönemeç, en iştihalı uçurumdur.
Yaratılmış olan her varlık, yaratılışının gereği çalışacaktır. Ama çalışmasının sonucu Allah’a aittir. Başarıya götürmek de O’nun, götürmemekte.
İnsan; Yaratıcının razı olması için çalışacaktır. Bu çalışma bir bakıma bir dilektir. Allah’tır dilekleri kabul edecek olan.
Kim bir durumu kendi çalışmasının sonucu zannederse, bir bakıma dolaylı olarak o durumun yaratıcısı olduğunu iddia ediyor demektir ki, bu, gururdan doğma bir ortak koşmadır.
Allah isterse bir yıllık bir çalışmaya, bin yıllık bir verim bağışlar, isterse bin yıllık çalışmaya bir yıllık verim.
Bunun hikmeti de bellidir: insan gerçek başarıyı yalancı başarıdan ayıramaz. Gerçek sanılan bir başarı, en aldatıcı bir çöküş olabilir, başarısızlık sanılan bir sonuç da, gerçek bir başarı veya gerçek bir başarının muştusu olabilir. Bunun en iyi örneği, bütün iyi örneklerin altın dergisi olan Peygamber döneminden bir örnek olarak Hudeybiye anlaşmasıdır. O Hudeybiye anlaşması ki, bir nevi Mekke fethinin verimli tarlasıdır.
Sen bir çiftçisin arkadaşım. Tohumunu ek ve gerisini Allah’a bırak. Allah dilerse, bire on beklemene karşılık bire yüz, bire yedi yüz verebilir. Vermezse de bil ki, onda da bir hikmet vardır. O da tarlanın daha güçlenmesi içindir. Ben ektim, toprak mutlaka verecektir sanıyorsan, aldanıyorsun. Toprak da bir araçtır. Yağmuru da düşün, karı da düşün. Ve tohumu, toprağı senin ekme arzu ve gücünü, yağmurun ve karın faydalısını, uygun rüzgâr ve mevsimi bir araya getireni de düşün asıl.
Bedir zaferinden ötürü müslümanlar gurura düşmesinler diye, asıl düşmanın gözüne toprağı atanın kim olduğu hatırlatılmıştır: «Attın attın ama sen atmadın sen atmadın. Allah attı. Allah attı.»
Başarıdan gurura düşülmesi ne kadar bir ortak koşma demekse, başarısızlıktan umutsuzluğa kapılmak da o kadar ortak koşmadır. Onun için Allah, ilk müslümanlara Uhud’u da tattırdı. Uhutla onları imtihan etti.
Onlar zaferde de imtihanlarını verdiler, yenilgide de. Allah’a güvenleri sarsılmadı. Gurura da kapılmadılar. Allah da onlara sonuçların en hayırlısını nasip etti.
İnsan, uzun bir süre başarıyla yürürken ansızın zafere ulaşacağından yüzde yüz bir güvene geçip de gurura kapıldı mı, Allah, o gelişmeye öyle bir kıvrım katar ki, mağrur insan, gurur körlüğüyle önünü göremez olur ve kıvrımın eğitiminde kaya kaya uçuruma düşer. Bir de bunun, tersi de vardır: insan bütün bir iyi niyetle çalışır da belli başlı bir sonuç göremez, buna rağmen Allah’a olan inanç ve güveni sarsılmazsa, Allah, o gelişmeye de öyle bir kıvrım katar ki, insan o kıvrımda yüksele yüksele zafere de varır.
Öyleyse insan çalışmalı ve sadece Allah’ın rızasını düşünmeli, sonra O neyi kader olarak tâyin etmişse ona tevekkül etmeli.
Nesil yetiştirme işinde de durum değişmez. Olur ki zayıf nesillerin erken başansındansa, güçlü nesillerin sonraki başarısı murat edilmiştir İlâhî takdirde. Ki o elbette daha hayırlıdır. Çünkü daha köklü ve daha süreklidir. Ama Allah dilerse o gücü ilk nesillere de verebilir.
Hiç bir şey onun gücünün dışında değildir. Önemli olan, gururun tehlikeli dönemecini atlatarak İlâhî rızaya ulaşmayı gözden kaçırmamakta ve başkaca da bir gaye gütmemekte.
Sezai Karakoç,Günlük Yazılar 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder