Varoluşsal Sorunları Siyasi Formüllerle Çözme Çabası Ve Yanılgısı

Varoluşsal Sorunları Siyasi Formüllerle Çözme Çabası Ve YanılgısıVaroluşsal sorunları siyasi formüllerle çözme çabası -ve ya­nılgısı- modern toplum mühendisliğinin tipik tezahürlerinden biridir. İleri sanayi toplumlarında da karşımıza çıkan bu sorun, düşüncenin ve dolayısıyla hayatın giderek sığlaşmasına ve araç- sallaşmasına neden olmaktadır. Yeni bir araba yahut bilgisayar alınca daha mutlu ve “tam” olacağına inandırılan modern tüke­ticiler gibi düşünce insanları ve kanaat önderleri de kısa yoldan, basit ve kolay siyasi formüllerle varoluşsal ve ahlaki sorunları çö­zebileceklerine inanıyorlar.

Türkiye’de gündelik siyasetin aşırı derecede güç kazanması ve ülkenin bütün gündemini total olarak belirlemesi, bu son“ derece ‘modern’ durumun bir tezahürüdür. Üniversiteden sanat çevrelerine, medyadan eğitim kurumlarına, fikir muhitlerinden STK’lara, iş çevrelerinden dinî cemaatlere kadar Türkiye’de kana­at Önderlerinin kahir ekseriyeti, güncel konuları ve günlük siyase­ti kendi hayat alanlarının merkezine yerleştirmiş bulunuyorlar. Bu, bir siyasi partinin, muayyen bir politikanın yahut söylemin yanında yahut karşısında pozisyon almaktan yahut memleketin temel meseleleri hakkında bir fikir sahibi olmaktan daha fazla bir şeydir. Sorun, Türkiye’nin düşünce, kültür, sanat, estetik, eğitim ve bilim alanlarda yeni ufuklarını ve tasavvurlarını inşa etmesi ve derinleştirmesi gereken aktörlerin, güncel siyaseti ve ülkenin günlük tüketilen gündemini aşırı derecede önemsemesi ve gi­derek kendi faaliyetlerinin birincil referansı haline getirmesidir. Hilmi Ziya Ülken bunu, daha 1950’li yıllarda “Türkiye'de aydının güncel sorunlara tutkunluğu” olarak ifade etmişti. Cumhuriyet devrimlerinin ve Kemalist projelerin aydınlar eliyle yapılması ve zaman içerisinde aydınlar ile iktidar merkezleri (CHP, hükümet, ordu, yargı, vd.) arasında yakın ve köklü ilişkilerin kurulması, ay­dınların güncel sorunlara tutkunluğunu hem mümkün hem de belki de zorunlu hale getirmiştir.

Bu tablo ana hatlarıyla bugün de devam ediyor. En önemli fark, yeni iletişim araçları sayesinde üretilen düşüncelerin ve eserlerin çok daha çabuk tüketilmesi ve bilim, fikir ve sanat insanlarının “gündemde kalabilmek" adına farklı çabalar içine girmek zorun­da kalmalarıdır. Sebebi ne olursa olsun bu, Türkiye’nin hem te­mel siyasi ve sosyal konuları için hem de düşünce, kültür ve sanat hayatı için son derece sorunlu bir durumdur. Üstelik siyasetin bu kadar baskın ve ‘değerli’ hale gelmesi, otomatikman bir de­mokrasi kültürünün neşvünema bulması, demokratik kurum ve kuralların güç kazanması anlamına da gelmemektedir. Siyasetin bizatihi bir değer haline gelmesi paradoksal bir durum doğurur.

Çünkü siyaset, ancak kendi dışında ve üstünde bulunan millet, ahlak, adalet, erdemlilik hizmet,sorun çözme gibi referanslarla anlam kazanan bir faaliyettir. Siyaseti kendi ölçüsünü belirleyen ve değer-koyan bir faaliyet alanı haline getirmek, siyaseti asli işlevinden uzaklaştırmak ve hizmet ettiği değerleri tali bir konuma indirgemek demektir.

Bu yüzden siyasetin anlam ve derinlik kazanması bir değerler skalası içinde mümkün olabilir. Bunun için de Türkiye'nin kendi geleneğinin kökleriyle bağını yeniden kurması ve köklerinin de­rinliğiyle mütenasip bir açık ufuk perspektifi geliştirmesi gerek­mektedir. Siyasetin temel misyonu adil ve erdemli bir toplumun inşasına katkı sunmaktır. Siyasete bunun ötesinde yüklenen her anlam ve amaç, siyaseti, düşünce derinliğinden yoksun, muhayyi­lesi nakıs, ufku dar, ahlaki kodları zayıf bir çıkar aracı haline getirir. Siyasetin itibarını teminat altına alması ve vatandaşların güvenini kazanması ancak böyle bir düşünce ufkuna, muhayyile gücüne ve ahlaki zemine sahip olmasıyla mümkün olabilir. Siyasetin demok­rasi, laiklik, çoğulculuk, katılım ve temsil gibi temel konuları da ancak siyaseti aşan bir atıf çerçevesi içinde anlam kazanır.

 

İbrahim Kalın-Akıl ve Erdem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder