Resul ve Nebi Farkı… Resul’e itaat Nedir?




*Resul ve Nebi Farkı… Resul’e itaat Nedir?



***

Sünnet inkarcılarına göre Kur’ân’da “Nebi’ye itaat”i emreden bir ayet bulunmamaktadır. Buna karşılık yalnızca “Resul’e itaat” emredilmektedir ve Resul’e itaat de aslında Allah’a itaattir, dolayısıyla sünneti inkar ederek sadece Kur’ân’a bakmakla yükümlüyüz.

Bu tür bir toptancı yaklaşım akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Nebi ve Resul şeklinde bir ayrım yaptığımız takdirde bile böyle bir sonuç çıkmaz.

Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Kur’ân dışı vahiy aldığı ayetlerle sabittir.[1]

O halde Hz. Peygamber’in (s.a.v) Kur’ân dışı bir vahiy ile Ashab’ına, dolayısıyla hadisler vasıtasıyla da bize bir emri ulaşması durumunda “Nebilik” vasfına mı yoksa “Resullük” vasfına mı itaat etmiş oluyoruz? Böyle bir ayrımı nasıl yapacağız? Bu tür bir ayrımın yapılması mümkün olmadığına göre Hz. Peygamber’in (s.a.v) bütün emirlerine itaat etmek zorunludur. Kaldı ki, “Resul’e itaat” sadece Kur’ân’ın hükümlerine itaatle sınırlanamaz.

Bilindiği gibi, Uhud Savaşı esnasında Uhud Dağı’na yerleştirilen bir grup sahabenin yerlerini terk etmeleriyle savaşın talihi Müslümanlar aleyhine dönmüştü. Kur’ân, Uhud yenilgisini Müslümanlara isabet eden bir yara (karh) olarak nitelendirir.[2] Bu yenilginin sonrasında, kelimenin tam anlamıyla derlenip toparlanamayacak kadar perişan bir durumda olan Müslümanlar, Hz. Peygamber’in (s.a.v) Mekke’ye dönmekte olan müşrikleri takip çağrısına iştirak etmişlerdi.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin “Kur’ân’da yer almayan bu çağrısına”icabet eden bu ilk Müslümanların durumunu Kur’ân şöyle açıklamaktadır:

“Kendine bir yara isabet ettikten sonra, Allah’ın ve Resul’ün (çağrısına) icabet edenlere, bir de içlerinden halini düzeltip Allah’tan gereği gibi sakınanlara büyük bir mükâfat vardır.[3]

Şimdi mantıken düşünülecek olursa, “Resul”ün (Nebi değil) bu çağrısı Kur’ân’da mevcut olmadığı halde, ona katılan sahabe için “Allah’ın ve Resul’ün çağrısına icabet edenler” ifadeleri kullanılmıştır. Aslında, burada dikkate değer iki husustan birincisi; bu çağrının Kur’ân aracılığıyla yapılmamış olması.

Ikincisi de; sadece Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından yapıldığı halde “Allah’ın çağrısı” olarak nitelendirilmesidir. Yani, bu davete katılanlar aynı zamanda Allah’ın davetine katılmış kimseler olarak kabul edilmektedir.

Buraya kadar yaptığımız izahlardan anlaşılacağı gibi, Kur’ân, Müslümanlara “Peygamber’e” itaat etmelerini emretmektedir. Allah’ın bu çağrısının, sadece Kur’ân’ın hükümlerine uyulmasıyla sınırlı olmadığı, aynı zamanda Hz. Peygamber’in (s.a.v) sünnetine uymanın da Allah’a itaat etmek olduğu daha pek çok ayetin delaletinden kolayca anlaşılmaktadır. Bunların bir kısmına aşağıda değineceğiz. “Resul”e uymanın Allah’a itaat anlamına gelmesi resulün söz, fiil ve takrirlerinde Kur’ân’a ve Allah’ın iradesine muvafık düşmesinden kaynaklanmaktadır. Kezâ, ona icabet etmek, Allah’ın iradesi doğrultusunda hareket etmiş olmak anlamını taşımaktadır.

Nisa 59 ile devam edelim:

Nisa Suresi
59 – “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”

Allah’a itaatten maksat Kur’ân’da yer alan emir ve yasaklara[4]; Peygamber’e itaaten maksat, bu emir ve yasakları insanlara açıklayan, gerektiği zaman -bir önceki ayette de olduğu gibi- Kur’ân’da yer almayan emir ve yasaklar getiren Peygamberin Sünneti’ne; Ulu’l-emr’e itaat de Kur’ân ve Sünnet’le çizilen çerçevenin dışına taşmamak, bu iki kaynağın öğretisine aykırı olmamak kaydıyla emir, yetki ve ilim sahibi kimselerin söylediklerine itaattir.

Esasen bu ayetin son kısmı da Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı gelmekten sakındırmakla bu hususun altını yeniden çizmesi dolayısıyla dikkat çekicidir.

Ahzab Suresi
36 – “Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne karşı gelirse açık bir sapıklık etmiş olur.”

Bu ayette Allah ve Resulü’nün tesbit, tayin ve emrettiği bir hüküm bulunduğunda Mü’minlerin artık kendi isteklerine göre hareket etme ve bu hükümden başkasını seçme diye bir özgürlüğünün bulunmadığı açıkça ifade edilmektedir. Ayetten anlaşılan odur ki, bunun aksini yapmaya kalkanlar, Allah’a ve Resulü’ne karşı gelerek, Allah’a ve Resulü’ne itaati emreden Kur’ân ayetlerini çiğnemiş olmaları dolayısıyla kendilerini apaçık bir sapıklığa mahkum etmiş olacaklardır.

*

Muhtemel Bir Itiraz

*

Bu tarz ayetlerdeki “Allah’a itaat” ile “Resulü’ne itaat” aynı şeydir ve bu ayetlerden aslında sadece Allah’a itaati anlamak gerekir. Zira Kur’ân’da mesela, “Allah ve Resulü’nden, kendileriyle antlaşma yapmış bulunduğunuz müşriklere bir ültimatomdur bu; Yeryüzünde dört ay daha dolaşın ve bilin ki siz, Allah’ı âciz bırakamazsınız. Şu da bir gerçek ki, Allah küfre batanları rezil eder. Bir de Allah ve resulünden insanlara Büyük Hac günü bir duyuru var: Allah da O’nun elçisi de müşriklerden kesinlikle uzaktır.” (Tevbe 1-3)

Nasıl ki burada ihtarın ve bildirinin sahibi Yüce Allah (c.c) olduğu ve bu ihtar ve bildiride Hz. Peygamber (s.a.v)’in hiçbir dahli bulunmadığı halde “Allah ve Resulü’nden… ihtardır/bildiridir” denmişse; diğer ayetlerdeki durum da aynıdır.”

*

CEVABIMIZ

*

Yukarıda verdiğimiz Al-i Imran Suresi’nin 172’nci ayeti ile aslında bu iddia çürütülmüştür. Ancak biz başka deliller de zikredelim istiyoruz.

Bu ayetlerden yola çıkarak böyle bir sonuca varmak mümkün değildir. Zira şurası açıktır ki, söz konusu ihtar ve bildirinin kaynağı Yüce Allah (c.c) olmakla birlikte, onu uygulamaya koyacak olan da Hz. Peygamber (s.a.v)’dir. Nitekim müşriklerle yapıldığı zikredilen anlaşma da kuşkusuz Allah’ın izni ve ilmi içindeydi.

Yani ayetlerin ifade ettiği hususlar pratikte Mü’minler ile Müşrikler arasında geçtiği halde, Mü’minlerin hareket tarzı vahiy ile tayin edildiği için burada Yüce Allah (c.c)’tan Hz. Peygamber (s.a.v)’e, O’ndan da insanlara ulaşan bir emir söz konusudur.

Öte yandan, dikkat edilecek olursa ayetin devamında “Allah ve Resulü müşriklerden beridir” buyurulmaktadır. Eğer bu cümleyi de yukarıdaki itirazı tevlit eden mantık doğrultusunda anlamaya kalkışacak olursak, sadece Allah’ın müşriklerden beri olduğunu, Hz. Peygamber (s.a.v) için ise böyle bir şeyin söz konusu olmadığını söylemek gibi bir garabetin ortaya çıkması kaçınılmaz olur.

Kur’ân’ın, Allah’a ve Peygamber’e itaati emreden ayetlerinde, itaat mercii olarak Yüce Allah yanında Hz. Peygamber’in de ısrarla zikredilmesi elbette anlamsız değildir. Insanlara“Allah’tan korkun ve bana itaat edin” diyen geçmiş peyamberlerin tavrını da burada anmak gerekir.

Dikkat edilecek olursa Yüce Allah (c.c), itaat konusunda kendisi ile birlikte Hz. Peygamber (s.a.v)’i zikrettiği halde, mesela “Benden ve Peygamber’den korkun” buyurmamıştır. Eğer itaatin zikredildiği ayetlerde Hz. Peygamber (s.a.v)’in zikredilmesi mecazi bir anlatımdan ibaret ise, Allah’tan korkulmasını emreden ayetlerde de aynı mecazı bulabileceğimiz bir ifadenin kullanılmasında herhangi bir sakınca bulunmamak icabederdi.

Burada altı çizilmesi gereken önemli ikinci nokta da şudur: Söz konusu mantık esas alınacak olursa, sözgelimi;

“Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: ‘Ganimetler Allah ve Resulü’ne aittir…’[5]

“Eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin beşte biri Allah’a, Resulüne, O’nun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.”[6] gibi ayetlerde zikredilen ganimetten, Allah’a da bir pay ayırmak gerekecektir. Hatta bu payın Hz. Peygamber (s.a.v) ile Allah (c.c) arasında taksim edilmemesi ve yalnızca Allah’a ait olması gerekir. Zira söz konusu mantığa göre burada da Peygamber’in sadece mecazi olarak zikredilmiş olması icabeder.

Peki Kur’ân’da “alemlerden müstağni” olduğunu bildiren Yüce Allah (c.c), ganimetin beşte birini ne yapacaktır?

Bu miktarı ayırsanız bile onu Allah’a nasıl vereceksiniz?

Şu halde bu türlü çürük ve tutarsız yorumlara saparak Hz. Peygamber’e -ve dolayısıyla O’nun Sünneti’ne- itaat gibi temel imanî bir umdeyi yerinden oynatmaya, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da kimsenin gücü yetmeyecektir![7]

Nur Suresi’nin 56. Ayetinde şöyle buyuruluyor:

56 – “Namazı kılın, zekâtı verin “ve” Resul’e itaat edin. Umulur ki merhamet olunursunuz.”

Dikkat edilirse ayette “Allah’a itaat edin, Resul’e itaat” edin şeklinde bir ifade bulunmamakta, “Namazı kılın, zekâtı verin “ve” Resul’e itaat edin” buyurulmaktadır.

Burada önce namaz ve zekatın emir buyurulduğunu görüyoruz. Bu durum, ayetin hitap ettiği kimselerin Kur’ân’a itaat emri doğrultusunda bu iki ibadet ile mükellef tutulduğunu anlatıyor. Bu ibadetleri yerine getirenler “zaten” Allah’a itaat etmiş/Kur’ân’a uymuş oluyorlar. Bu durumda Peygambere (s.a.v) itaatin “ayrıca” vurgulanması ne anlama geliyor?

Dolayısıyla eğer Peygambere (s.a.v) itaat, sadece Kur’ân’da gördüğümüz emir ve yasaklara itaatten ibaret olsaydı, namaz ve zekat emirleri “yanında” Peygambere (s.a.v) itaatin de“ayrıca” vurgulanmasında hiç bir mana olmazdı. Allah Teala da manasız bir şey yapmaz. “O” bütün noksanlıklardan münezzehtir.



**********



DIPNOTLAR:



[1] Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’ân dışı vahiy aldığını bildiren ayetler için bakınız;

http://belgelerlegercektarih.net/hz-peygamber-s-a-ve-kurandan-baska-vahiy-geldi-mi/

[2] 3-Al-i Imran Suresi 172.

[3] 3-Al-i Imran Suresi 172.

[4] Ki bunun içine Peygamber (s.a.v)’e itaat emri de girer. Dolayısıyla Peygamber’in Sünneti’ne itaat de Allah’ın bir emridir.

[5] 8-Enfal Suresi, Ayet 1.

[6] 8-Enfal Suresi, Ayet 41.

[7] Ebubekir Sifil, Modern Islam Düşüncesinin Tenkidi, 5. Baskı, Rıhle Kitap, Istanbul 2013, cild 2, sayfa 71 – 74.



**********

Kadir Çandarlıoğlu

www.belgelerlegercektarih.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder