İnsan Bozulunca Kâinat Bozulur

 

İnsan Bozulunca Kâinat Bozulur

'Üniversitede okuduğumuz derslerde bize, iyi bir reklamcı Afrikalıya soba, kutuplarda yaşayan kimseye buzdolabı satabi­lendir, diye öğretmişlerdi. 45 derece sıcakta yaşayan bir Afrika­lının sobaya ne ihtiyacı olabilir ki? İşte kapitalist üretim hiçbir insani, hiçbir vicdanî değer taşımadığından sîzlerin önüne bunları ihtiyaçmış gibi koyabilir. Yine "iktisada giriş" derslerimizde rastladığımız bir giriş cümlesini unutamıyorum. Tüylerimi di­ken diken eden ifade aynen şöyleydi: "Sınırlı doğa karşısında, sınırsız insan ihtiyaçlarının giderilmesi, tatmininin planlanması bilimidir" İktisat böyle tarif ediliyordu. İnsanın ihtiyaçlarının sınırsızlığının kabulünün sonucunu kestirmek çok da zor de­ğildir. Sonuç elbette ki insanın, doğanın ve her türlü değerin tahrip edilmesidir. Bu tahribin sebebi, yukarıda yapılan iktisat tarifinin bir sonucudur. Geçenlerde vücut geliştiricisi bir sporcu arkadaşımızın genç yaşta vefat haberini her birimiz medyadan üzüntüyle öğrendik. Sporda dopingler, ne olduğu belirsiz ilaç­ların kullanımı o kadar yaygınlaştı ki spor bir noktada vücudu geliştirme amacının ötesinde, vücudu öldürme sanatı haline geldi Yarış atlarına vurulan aşıların sporculara vurulduğu haberlerini okuyoruz.

Özellikle vücut geliştirme adına vücuda azot bile ba­sıyorlar. Sonunda vücut iflas ediyor ve akıbet genç sporcumuz gibi ölümle neticeleniyor. Bu, sporda mana kaymasının nerelere geldiğini gösterir ipucu ve önemli bir uyarıdır bizler için. Tarihi­mize baktığımızda, spor eğitimi bir kâmille yapılırdı. Pehlivanlar tekkesine, okçular tekkesine bir bakın. Buradaki temrinler şeyh efendi ile beraber yapılırdı. Ok taliminde şeyh efendi delikanlı­nın kulağına şu âyeti okurdu: "Attığın zaman sen atmadın."Yani şeyh ona derdi ki: "Aman oğlum, hedefi vurdum diye havalara girme. O oku sen atmadın, Allah attı." İşte sır buradaydı. Bizim civanmert geleneğimizde, fütüvvet geleneğimizde, fetâ ve ahilik geleneğimizde, adına ne derseniz deyin, yetişen gencin rûhânî tekâmülünün yanında medenî anlamda da belirli güçte olması tavsiye edilirdi. Onun için spor denmez, temrin denirdi. Bütün bu temrinler zikir eşliğinde ve salâvatlarla yapılırdı.

 Mahmud Erol Kılıç - Tasavvuf Düşüncesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder