Teknoloji ve Geri Kalmışlık Söylemi

Ziyauddin Serdara göre, modernizmin, İslâm dünyasında iki Batı ideolojisinin sentezi olarak ortaya çıkmıştır: Teknisizm ve milliyetçilik. Bu bağlamda teknikçi söy­lem karşısında Müslümanların tartışmasız bir şekilde, tarihsel tecrübelerinin ak­sine, Batının üstünlüğünü kabul ettiği açıktır. Daha önceki dönemlerde, farklı medeniyetlerle karşılaşmaları neticesinde kendi kültürel kimliklerini kaybetmek­sizin belli alışverişler ve etkileşimler gerçekleşmiştir. Serdar’a göre Batı’nın en­telektüel üstünlüğü daha çok bilgi ve teknoloji alanında görülmüştür. Bundan do­layı rasyonalist ve teknolojik bir bakış açısı hâkim olmuştur. Buradan başlayarak Batı medeniyeti ideal olarak benimsenmiştir. Bir geri kalmışlık söyleminin sonraki dönemlerde âdeta dünyanın her yanındaki Müslümanlara sirayet ettiği söylenebilir. “Müsliimanlar geridir' söylemi bir noktadan sonra sadece teknolo­jik bir geri kalmışlığı ifade etmekten çıkmış, sanatsal, kültürel, idari, iktisadi bir­çok alana teşmil edilmiştir. Müslümanların geri kalmışlıkları onların her an yar­dıma ve müdahaleye hazır tutulmasıyla ilgili sonuçlar doğurmuştur.

Kime ve neye göre bir geri kalmışlık sorusu, çok da anlam ifade edemediği gibi, gündeme dahi gelmemiştir. Serdar, bu durumu, İslâm’ın çağdaş dünyadaki yerini kavramaktan uzaklık olarak nitelendirmiştir. Ona göre İslâm’ın politik ve sosyal hayatta artık etkinliğini kaybetmesinin en önemli nedeni Müslüman top­lumun değişikliklere ayak uyduramaması ve İslâm’ın değişen hayat şartlarına yorumlanmamasıdır. İslâm Medeniyeti’nin ilk dönem medeniyet temaslarında ve karşılaşmalarında bir sorun oluşmamıştır. Ancak çağdaş Müslüman toplumunun en dikkat çeken özelliği Serdar'a göre çağdaş dünyaya ayak uyduramamasıdır. Çağdaş dünyaya ya da çağdaş kavramının ideolojik anlam yüklenmelerinden dolayı» günün koşullarına ayak uyduramama konusunda gelenekle modernlik arasında bir sarkaçta gelgitler yaşanmaya devam etmektedir. Geleneğin de dondu­rulmuş ve sabitlenmiş olarak zamanlar arası bir yolculuğa çıkarılması ile gelene­ğin hareketini reddeden hatta geleneği reddeden modernist söylem ile Müslüman düşünce geri adımlar atmıştır, atmaktadır. Zamanın koşullan tartışmasında kar­şımıza çıkan uyum yollu yaklaşımların çok da mesafe aldırdığı söylenemez. Ak­sine bu tür yaklaşımların modernizm ve kapitalizm konusunda uyum gösterme riski taşıdıktan son derece açıktır. Zira modernizm ve kapitalizm konusunda uyum sergileyen hareketlerin zaman içinde, bunların birer parçası oldukları da görülmektedir.

Gelenek ve Modernliğin Arası

Çağa uyum ve buna ilişkin yorum, belli noktalarda kırılmalar getirmiştir. Bu bağlamda oluşan modernist söylem, kimi noktalarda radikal bir tavra bürünerek İslâm Medeniyeti’nin geçmiş birikimi ile sorunlar yaşamıştır. İslâm Medeniye­ti’nin kendi içinde bir gelenek oluşturduğu, bu geleneğin de farklı bir devinim ta­şıdığı açık. Ancak adaptasyon ve çağa seslenme konusunda doğan sorunlar gide­rek bu geleneğe dönük olumsuz etkiler doğurmuş, geleneğe hasmane bir yakla­şıma neden olmuştur. Türkiye’de çağa uyma söylemi, İslâm’ı çağa uydurma ve söyletme şeklinde gelişen düşünce yüksek sesle ifade edilmemiştir. Zaman za­man siyasetin pragmatist söylemleri içinde bu tür tanımlama ve ihtiyaç beyanla­rına başvurulmuştur. Ancak fikri tekâmül anlamında bir sürece ve merhalelere sahip olamayan İslâmî modemist söylem kesik kesik, bağlanışız, tarihsel ve kül­türel bir arkaplandan yoksun olarak ortaya çıkmaya devam etmektedir.

Bir diğer metodolojik yanlış ise medeniyetle sağlıklı bir ilişki kuramayan Müslümanların, genel olarak algılarını Ziya Gökalp ve sonrasında gelen isimle­rin medeniyeti teknolojiye indirgeyen ve bunu da Batı’da arayan bir yola girme­leri olmuştur. Dolayısıyla Batı’nın teknik medeniyeti evrensel ve toplumlar ara­sı geçerliliği olan bir boyuta taşınmıştır. Osmanlının son dönemlerinde sadece Osmanlı değil tüm İslâm dünyası var olup olmama noktasındaydı. Tanzimatla başlayan, cumhuriyetle radikal bir yaklaşım kazanan modernleşme, belli kırılma­lar ve kopmaları da getirmiştir. Gökalp’in tezleri, âdeta tecrübî bilgisi ve sosyal tezi olmayan bir dünyanın önüne konulmuştur. Hafıza, savaş yıllarında ve sonra­sında sıfırlanmaya başlamış, âdeta dünyaya yeni gelmişçesine yeni bir dil ve ke­şif çabasına girişilmiştir. Müslümanların 20. yy.’da karşılaştıkları hafıza kopuş­ları hâlâ bir türlü  onarılabilmiş değil. Medeniyet olma yolunda en büyük hamle­lerden olan dil, bir anda geride bırakılmış, yeni ve tarih kaynaklarına ulaşamayan bir dil inşa edilmiştir. Bu dil, sadece bir harf değişimi değil, önemli bir zihin kı­rılmasıdır aynı zamanda geçmişle koparılan bağ sadece kültür kodları üzerinde gerçekleşmemiş, insan unsuru da adeta geri plana itilmeye zorlanmıştır.

Süreç içerisinde kamusallıktan ötelenen insan kitlelerinin yeniden toplumla temas kur­maları ilk dönem cumhuriyet modernleşmesinin tek tip kültür, tarih, medeniyet ve din anlayışını bir nebze de olsa bertaraf etmiş, alternatif bir hafıza oluşturmuş­tur. Ancak zaman içerisinde tarihsel birikim ve kültür kodlan ile tam olarak bir temas kurulamamıştır.

21.yy. başında yaşanan siyasal değişimler karşısında Türkiye’deki Müslü­man düşünce kadar tüm düşünce yapılan enteresan bir tarihe dönüş sürecine gir­miştir. Bunun tarihle ciddi bir buluşma olarak yorumlanabileceği gibi tarihin gü­nün konjonktürel yönelimlerine manivela yapılması olarak da bir yorum gelebilir. Bu ikinci yorum çerçevesinin devlet eliyle belirlendiği de bir diğer önerme olabilecektir.

Murat Erol, Hece Dergisi, İslam Medeniyeti Özel Sayısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder