Kuran-ı Kerim ve Bir Medeniyet İnşası

Medeniyet tabiri bizim geleneğimizde olumsuz anlamının yanı sıra olumlu manada da kullanılmıştır. Birçok eserde rastladığımız “Islâm Medeniyeti” tabiri bu kelimenin olumlu manada kullandığı yerlerden biridir. Islâm Medeniyeti, ta­biri gerçekte geniş bir coğrafî alanı, engin ve zengin bir kültürel mirası, derin ve köklü bir kültürel geleneği ifade eder. Bu tabirle coğrafî olarak Uzakdoğu ve As­ya’dan başlayıp Afrika'nın içlerine, Kuzey Afrika’dan ta Pasifik okyanusuna ka­dar geniş çaplı bir coğrafi alanın sahip olduğu ve insanlığa miras bıraktığı kültü­rel çeşitliliklerin birleşimi anlaşılır. İşte bu devasa coğrafi yapı ve farklı dil ve et­nik kökene sahip toplumların mensubu olduğu medeniyet, “Bu şekilde sizi orta bir ümmet kıldık ki insanlığa şahitler olasınız, Resul de size şahitlik etsin’’(Ba­kara Suresi, 2/143) ayetinin muhatabıdırlar.

Aslında Kur’an’ın dünya görüşü onu beyan etmek ve tebliğle sorumlu olarak Hz. Peygamber’in hayatında tecessüm etmiştir. Hz. Peygamber’in hayatı, Kur’an’ın fiili tefsiri ve tatbikidir. Onun hayatında müminler için en güzel örnekler yeral­maktadır. Kur’an ve onun fiili tefsiri niteliğindeki sahih sünnetin içerdiği inanç, ibadet, ahlak, hukuk, siyaset, iktisat ve diğer alanlarla ilgili esas ve uygulamalar, İslâm medeniyetinin fikri ve ameli yapıtaşları olmuştur. Kur’an’ın kılavuzluğun­da yürüyen İslâm medeniyeti, kaynağını vahiy ve akıldan alan bir özellik arz et­miştir. Bu medeniyet vahyin rehberliğinde yürümek isteyen müminlerin akılları­nın erdiği, fehimlerinin yettiği ve muhayyilelerinin canlandırdığı yapı(m)larla şekillenen bir medeniyet olmuştur.

Hikmetin müminin yitiği olduğuna inanan İslâm ümmeti, İslâm’ın iman esas­larım, şartlarını, amelî hükümlerini, ahlak esaslarını, bireysel ve toplumsal haya­ta dair umdelerini, diğer kültür ve medeniyetlerin birikimlerinden de yararlana­rak harmanlamış ve böylece İslâm kültür ve medeniyetini inşa etmiştir.

Mukaddes kitaplar insanlara, kılavuz ve ilham kaynağı olur, insana, hayata ve evrene dair ortaya koydukları esaslarla medeniyet yolculuğunda güzergâh belir­lerler. Son İlâhî çağrı olan Kur’an da Yesrib adını taşıyan Medine’yi nurlandırarak “münevver” hâle getirmiş ve bu şehri “Medine-i Münevvere” yapmıştır. Hz. Peygamber, Medine’de ilk İslâm şehrini kurmuştur. Burada şehrin planlamasını, camisini, cami çevresindeki müştemilatı inşa ederek ilk örnek İslâm şehrini oluş­turmuştur. Hayata, insana, insanlara arası ilişkilere ve evrene dair söylemleriyle İslâm medeniyetinin tohumlarını ekmiştir. Medine’deki Mescid-i Nebevi, bitişi­ğindeki medresesi, hücre-i saadete ait odaları ile çok yönlü işlev gören bir külli­ye örneği olmuştur. Bu şehir çarşısı, sokakları, caddeleri, pazarı ve diğer mekân­larıyla Raşit halifeler döneminde eklenen diğer ilaveleriyle bir medeniyet örneği olmuştur. İslâm tarihinde Mekke ve Medine’den sonra farklı Müslüman devlet­lere başkentlik yapan diğer İslâm şehirleri, İslâm kültür ve medeniyetinin ışıltı­larını muhtelif coğrafyalardaki diğer şehirlere de yaymışlardır.

Allah Resulü, Medine’de önce müminler arasında sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışmayı emretmiştir. Asırlardır birbirine düşman olan Evs ve Hazreç ka­bilelerini barıştırmış, Mekke’den gelen muhacirlerle Medineli ensarı kardeş yap­mıştır. Ensar ve muhacir kardeşliği Kur’an tarafından da övülmüştür. (Haşr, 9) Kur’an, müminlere erdemli olma ve takvada yardımlaşmayı emretmiş, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayı nehy etmiştir. (Maide, 2) Allah Resulü, Medine’de başkalarıyla ve diğer din mensuplarıyla bir arada yaşamayı hedeflemiş ve Medi­ne Vesikasını imzalamıştır. Karşı taraf ahitlerine bağlı kaldığı müddetçe kendisi hiçbir andlaşmayı bozmamıştır. Peygamber olmasına rağmen Önemli meselelerde vahiy yoksa ashabıyla müşavere etmiş, şura ve istişareyi müminlere de tavsiye etmiştir.‘’İşlerin hakkında onlarla müşavere et, azmedince artık Allah'a dayan, Allah kendisine tevekkül edenleri sever." (Al-i İmran, 129)

Kur’an'ın ilk muhatapları üzerindeki en büyük dönüşümü önce inanç düzeyinde yapmıştır. Cahiliyye Araplarının gökleri ve yeri yaratan ancak sonrasına karışmayıp işlevsiz hale gelen  birçok ortağı bulunduğuna inanılan Allah anlayışını hiçbir etkisi ve belirleyiciliği olmayan, evreni yarattığı sonra da onu kendi haline bırakan ve artık hiçbir şeye karışmayan etkisiz eleman niteliğindeki tasavvuru kökten yıkmıştır. Kur’an’la birlikte bu anlayış kökten değişti ve Allah inancı, Müslüman bilincinin merkezine yerleşti. İslâm, Allah merkezli bir din, İslâm medeniyeti de Kur’an merkezli bir medeniyet oldu.

Kur’an’ın ahkâma dair ayetleri, İslâm geleneğinde özgün bir hukuk sistemi­nin şekillenmesini sağladı. İslâm dininin iki temel kaynağı olan Kur’an ve sün­nete, icma ve kıyas da eklenerek yepyeni bir hukuk sistemi gelişti, serpildi. Di­ğer deliller de desteklenen bu fıkıh sistematiğinin sağladığı gelişme, İslâm me­deniyetinin bir fıkıh medeniyeti olarak adlandırılmasını sağladı.

Kur’an, ağır çöl şartları altında yaşayan bedevi bir toplumu kısa sürede hadari ve medeni bir ümmet hâline getirdi. Kur’an’nın birçok suresinde bireysel hayat­tan, gündelik yaşama ve hatta görgü kurallarına dair ayetlerin varlığı dikkati çe­ker. Bu ayetlerde Allah Resulüne karşı konuşma adabından, yemek davetlerine, evlere ve odalara nasıl girileceğinden, aile içi insani ilişkilere dair öğütleri de içe­ren birçok görgü kuralı yer almaktadır. Kur’an’ın evlenme ve boşanma adabına dair kuralları, evlilik ve yuva kurma, nişan ve düğün âdetlerine dair genel pren­sipleri, İslâm kültür ve medeniyetinin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş, tarihi süreçte farklı milletlerin âdet ve gelenekleri üzerinde derin izler bırakmıştır.

Kur’an’ın yenilmesi ve içilmesini helâl veya haram kıldığı gıdalar, eti helâl veya haram olan hayvanlar, yeme ve içemeye dair çizdiği sınırlar İslâm medeni­yetinde diğer medeniyetlerden farklı bir yemek ve mutfak kültürünün ortaya çık­masını sağlamıştır. Yenilmesi ve içilmesi helâl veya haram olan gıdalara dair sı­nırların netliği İslâm geleneğindeki mutfak kültürünü diğer mutfaklardan net bir biçimde ayırmıştır.

Kur’an’ın sanata dair bakışı, güzele ve güzelliğe dair temel bakış açısı, güzel sanatlar alanında da İslâm medeniyetinin diğer medeniyetlerden farklılığını orta­ya çıkarmıştır. Putperest bir toplumu ıslahı hedefleyen Kur’an’ın heykel ve res­me yönelik sınırlayıcı ve mesafeli tutumu, İslâm medeniyetinde resim ve heykel­den ziyade, hüsn-ü hat, tezhip, nakkaşlık ve minyatür gibi yönelişlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. İslâm’ın sanat ve estetik anlayışı Müslüman toplumlara özgü sanatların gelişmesini, geleneksel sanatların ortaya çıkmasını, mimari yapı­ların farklı bir estetik anlayışla tasalarnmasını sağlamıştır. İslâm geleneğinden devraldığı mirasa diğer toplamların kütür ve medeniyetlerinden de istifade ede­rek Osmanlı medeniyetinin insanlığın Kültürel mirasına kazandırdığı mimari eserler, İslâm estetiğinin ince zevkini ve mimarının yükseldiği zirveyi yansıtır.

Kur’an’ın musikiye ve eğlenceye yönelik bakışı, İslâm medeniyetinde özgün bir musiki zevkinin doğmasını sağlamıştır. Musikinin ruhun gıdası olduğu anlayışı,tensel hazları ve taşkınlığı değil, ruhsal dinginliği ve huzuru arayan farklı bir zevk ve ahengin tezahür etmesini sağlamıştır.

Medine’de inşa edilen mescidin merkezi işlevi ve konumu, İslâm şehirlerinin merkezinde mabedin yer aldığı bir yapılaşmaya göre kurulmasını sağlamıştır. Bu ilk örnek Islâm medeniyetinde, ceminin etrafında medreselerin, aşevlerinin, tür­belerin yer aldığı külliye geleneğini ortaya çıkarmıştır.

Kur’an her şeyden önce bir fesahat ve belagat şaheseri, Hz. Peygamber’in en büyük mucizesidir. Cahiliye şairlerini susturan Kur’an’ın eşsiz fesahat ve belagati, içerdiği edebî zenginlik Islâm medeniyetinde sözün, şiir ve edebiyatın gelişimi­ne çok büyük etki etmiş, büyük ediplerin yetişmesine zemin teşkil etmiştir. İlâhî hitabın bu hususiyeti işitme ve söz merkezli bir medeniyetin inşasını sağladı. Is­lâm medeniyeti kelâmın, dil ve sözün merkezde yer aldığı bir medeniyet oldu.

Hiç kuşkusuz medeniyetlerin teşekkülünde tek değil çok farklı etkenlerin ve unsurların etkili olduğu söylenebilir. Vahiy gelenekleri ve dinler kadar, insan aklı ve bilgisi, tarih ve coğrafya da medeniyetlerin teşekkülünde önemli etkenler­dendir. İslâm medeniyetinde Müslüman toplumların Kur’an’ı esas alarak yaşa­maya çalışmaları, İslâm medeniyetinin teşekkülünde bu İlâhî kitabın büyük etki­sini ortaya koymaktadır. Elbette İslâm toplumlarının bütün düşünüş ve davranış­larının, kültür ve medeniyetlerinin tamamen Kur’anın eseri olduğu ve onun ta­rafından belirlendiği söylenemez. Ancak bütünüyle olmasa da büyük oranda Kur’an’ın etkili olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bu gerçeğin bilincinde ola­rak bazı doğubilimciler İncilsiz bir Hıristiyanlık mümkündür ancak Kur’an’sız bir İslâmiyet asla demekten kendilerini alamamışlardır.

Nebevi geleneğin son halkasını teşkil eden Hz. Muhammed’in veda hutbesin­de müminlere emanet olarak bıraktığı Kur’an ve sünnet ekseninde kendi destanını yazan İslâm medeniyeti insanlık tarihine ışık tutmaya, müminlere ilham kay-nağı, münkirlere boy aynası olmaya devam edecektir

Mesut Okumuş / Hece Dergisi,İslam Medeniyeti Özel Sayısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder